Türkiye gibi “sokma” fikirlere dayanarak inşâ edilen bir rejim ve bu rejimin yürütme sisteminin, sarhoş buyrukları ve darağacı marifetiyle önce statüko ve akabinde de dokunulmaz birer tabu hâline getirildiği ülkelerde, meydana gelen ve gelmesi muhtemel her değişim, iyidir. Çünkü değişimin bizzat kendisi bile bir sonraki değişimi peşinden davet edecek fâil hüviyetine büründüğü için bir kıymeti hâizdir. Hem zaten dinamik bir form kazanmaya başlayan müesseselerin ister istemez bir tekâmül trendine girmesi de kaçınılmazdır. Yalnız bu açıdan bakıldığında bile Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilmesi ve bugün geldiğimiz noktada sistemin başı olan Cumhurbaşkanının seçimi, kayıtsız kalamayacağımız derecede ehemmiyetlidir. 

Bir diğer taraftan, bu yeni sistemle beraber artık Türkiye’de Allah’a ve İslâm’a ve ona sımsıkı bağlı olduğu için milletimize düşmanlık edenlerin hükmedemeyeceği bir düzene geçildiği de muhakkaktır. Bu yeni sistem artık birden fazla zihniyetin değil de, karşılıklı iki zıt kutbun yarışına dönmüştür ki; Türkiye’de kazanmak için %50’den fazla seçmenin desteğinin alınması gereken hiçbir seçimde, Kemalizm, Türk ve Kürt kafatasçılığı yapanlar ile bunlara yaranma psikolojine girmiş sümüklü ılık münafık tiplemesinin iktidara gelmesi mümkün değildir. Zaten CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin “Hacı Muharrem” oluvermesi bu sebebledir. Kemalistlerin daha dün 28 Şubat’ta suratına tükürdüğü Saadet Partisi’nin, içinde bulunduğu rezalete elhamdülillah demesi de bu sebebledir. Müslüman ve kafatasçı olmak üzere MHP içinden zuhur ettirilmeye çalışılan FETÖ soslu İyi Parti’nin zuhuru da bu sebebledir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri sırf İslâm’dan taraf olduğu için Kürtlere etmediğini bırakmayan rejimin kurucu ve gardiyan partisi ile HDP’nin bir araya gelivermesi de bu sebebledir. Görüldüğü üzere Müslüman, Türk milliyetçisi, Kürt milliyetçisi ve Ilıman sümüklü İslâmcısıyla beraber Kemalizmin her çeşidi bir lahzada birleşebiliyor ve bir de hepsi birden dünlerinden de utanmadan üzerlerine Müslüman kisvesi giyip, hâlâ milletimizi kandırabileceğini zannediyorlar. Yazık onlara...

Bunları gelecek sayıda konuşmaya devam ederiz. Şimdi, kısaca yakın tarihe şöyle bir göz atalım ve buraya nereden geldiğimiz hatırlayalım...

Rejim ve Bugüne Dek Ürettiği Hastalıklar
İstiklâl Harbi, Anadolu İnsanı’nın elinde kalan son toprak parçasına Allah rızası için sıkı sıkıya tutunduğu ve düşmanının bu topraklarda kök salmasına müsaade etmemek iradesinin aksiyon planındaki deklarasyonuydu. Müslüman Anadolu İnsanı canını, evlâd ve ıyâlini, malını hesabsızca ortaya koydu ve bu mübarek toprakları, onu işgâle yeltenenlere mezar etmesini bildi. Fakat savaşın sonunda, bedeli ihanet oldu kanının. Düşmanı gibi yaşamak, düşmanı gibi giyinmek, düşmanı gibi yemek içmek arzusundaki bir takım zevat, -gibi, gibi- derken nihayetinde kendi milletine de düşmanlaşarak iktidarı ele geçirdi. Kalan gazilerimiz de bu süreçte dini, kılığı, kıyafeti, hayat tarzı ve hukukunu korumak isterken, İstiklâl Mahkemeleri marifetiyle darağaçlarında şehit edildi.

Hemen sonra geçilen çok partili düzen ve milletin kendi içinden çıkan Adnan Menderes’in iktidarı... Üstad Necib Fazıl’ın “Ya ol, ya öl.” İhtarını lâyıkıyla kavrayamayan Adnan Menderes de aynı zihniyetin diğer bir yargılı infazında şehid edildi. 

Arada çekilen çile, belli zümreler elinde devlet marifetiyle odaklanan servet ve her daim kendi öz vatanında parya muamelesi gören bu toprakların hakiki sahibi Müslüman Anadolu İnsanı. 
Sonra bu topraklar üzerinde içerideki kuklaları vasıtasıyla hüküm sürenler arasında devir teslim töreni gerçekleşti. İngilizler, hükmü Amerikalılara devrederken, Müslüman Anadolu İnsanı, bunun bedelini de bir kaç askerî darbe, ruh köklerinden tamamen koparılma teşebbüsü, memleketi ele geçirmeye çalışan köksüz ideolojiler ve millet olma şuurundan kopartılmaya çalışıldığı hayatın her planında ödedi ve 1990’lara doğru gelindi. 

Rejimin kuruluşunun 74. senesinde artık bu zihniyetin Müslüman Anadolu İnsanı’nı daha fazla zapturapt altında tutamayacağı anlaşılınca, Kemalizm yerine onun veled-i zinası hükmündeki Ilıman İslâm’ın önünü açmak için 28 Şubat Askerî darbesi yapılmak istendi. Ne var ki, aradan geçen zaman zarfında, bu toprakların yetiştirdiği fikir ve aksiyon planındaki iki kahramanın, yani Necib Fazıl’ın Büyük Doğu’su ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Yürüyen Büyük Doğu İbda’sının darbecilere karşı sergilediği beklenemedik duruş, bu askerî darbenin post modern bir darbe olarak kadük kalmasına vesile teşkil etti. Zaten o zamandan bu zamana kadar yapılanlar da, freni patlamış kamyonun, yokuş aşağı, plansız ve programsız inişine benzedi. Tabiî yokuş aşağı inen o kamyon önüne çıkan Müslümanları altına almak noktasında hiç tereddüt göstermedi. 

Piyasa malı Kemalistler bu süreçte bertaraf edilirken, onlardan boşalan yerler Ilımanlar ile ikâme edilmeye çalışıldı. Devlet içi oluşumlar ile birlikte Türkiye üzerinde tahakküm kudreti olan yabancı servisler, bütün güçleriyle bu değişim sürecini gerçekleştirmek üzere faaliyet gösterdiler. Ergenekon ve Balyoz operasyonu adı altında bu değişime ayak direyen piyasa malı Kemalistler ayıklanırken, diğer taraftan bu sürece yol açmak için gerçekleştirilen provokatif eylemlerle yine Müslüman Anadolu İnsanı hedef alındı. 

2009 senesinden itibaren ise Neo Kemalist Ilımanların direkt olarak siyasî iktidarı ve dolayısıyla yine Müslümanları hedef alan saldırılarına şahitlik ettik; Gezi Olayları, 17/25 Aralık Yargı Operasyonu, Mit Tırlarının Durdurulması, PKK-PYD’ye askerî destek, 6-8 Ekim Olayları...

2016 senesinin 15 Temmuz gecesine geldiğimizde ise, artık oldum zanneden sapkınların yeni bir askerî darbe girişimine daha şahitlik ettik. İstiklâl Mahkemelerinden beridir gerçekleşen her operasyonun hedef tahtasına yerleştirilen Müslüman Anadolu İnsanı, o gece “artık yeter” dedi ve hükümsüz zannedilen akıncı hüviyetini yıllanmış bohçalarının arasından çıkarıp kuşandı. Etten ve kemikten de olsa inananların nasıl ve niçin galib olduğunun bir kez daha bütün dünyaya ilânı olan destanlık direnişi ortaya koyarken, aynı zamanda dirildi de. Kazanacağından hiç şüphe duymayanlar, gafletlerinin bedelini bir asırdır uyuyan devi uyandırarak ödediler. 

Başlayan hain avı ve ihanetten arındıkça serpilen, güçlenen, yeniden gözünü ufuklara diken, Afrin vesilesiyle yeniden filiz veren Anadolu! 

24 Haziran
İşte tüm bu yollardan geçtik ve 24 Haziran tarihindeki seçimlere doğru geldik. Şimdi Türkiye için değişim vakti. Geçtiğimiz sene gerçekleşen referandumda, milletin, verdiği kararın ardında durmasının; siyasî iktidarın ise milletine karşı artık namus borcu olan yerli ve millî rejim, nizam, hukuk ve bağımsızlığa doğru emin ve kararlı adımlarla Türkiye’yi yürütmek zorunda olmasının vesilesi olacak 24 Haziran seçimlerine.

Nereden geldiğimizi unutmayalım ki, nereye gideceğimizi de şaşırmayalım. 

Bu seçim, Anadolu tarihinde kara bir leke gibi duran Kemalizm ve ondan türeyen her türlü zihniyetin en azından devlet gücünden tecrit edileceği bir sürecin de işaret fişeği olacaktır. Büyüklerimizin iğneyle kazdıkları tünelin sonunda ışık görünmüştür. Bundan sonra hiç ama hiç kimse bu kutlu değişim, dönüşüm ve yürüyüşü durduramaz. 

***

Bunun dışında, kendi getirdikleri demokrasi marifetiyle kazanamadıklarını sokaklarda arama niyetinde olanlar için de şimdiden söyleyelim; bu topraklarda yaşayan, Allah’a ve kendi milletine düşman tüm vatan hainlerini, şehirlerin meydan ve sokaklarında hazır ve nazır bekliyor olacağız. Biz suhuletten ve haddinizi bilip size gösterilen yerde fazla zıplamadan yaşayıp gitmenizden yanayız; fakat yine de tercih sizin!

Baran Dergisi 596. Sayı