Global mânâda sosyal, siyasî ve iktisadî olarak hızlı bir değişim sürecinin içerisindeyiz. Bu değişim sürecinde devlet ve toplumun vaziyetini nasıl görüyorsunuz?
Her şeyden evvel 90’lar ile beraber Türkiye’de işlerlik kazanmaya başlayan Neoliberalizm’in getirdiği olumsuz tesirlerden söz edelim. Zira bu anlayış ruha düşmandır ve ruh, Allah’ın insana kendinden üflediğidir. Biz Neoliberalizm’in alışkanlıkları içerisinde bir farklılık üreteceğimize inanıyorsak, yanılıyoruz. Buraya gelmeden önce evdeki kütüphaneme bir kere daha baktım. Bazı kitapları arıyordum. Kapitalizm sonrasında ne olacağını yine kapitalistlerin düşündüğünü bir kez daha gördüm. Gerçekten bizim açımızdan acı bir tablo. Kapitalizmin büyük bir kriz içerisinde olduğunu ve sonrasında ne olması gerektiğini kapitalistler söylüyorlar. Kapitalizmin bir adım sonrası olan ‘Post Kapitalist’ süreçte Neoliberal düşüncenin de artık çöktüğü ifade ediliyor. Peki, Müslümanlar bu işin neresinde? İşte asıl büyük problemi de burada yaşıyoruz. Bunu dert eden şahsiyetler bir elin parmaklarını geçmez. “İnsan hakları”, “hukukun üstünlüğü”, “özgürlük” gibi kavramları kullanarak bizim ruhumuzu pörsüttüler. Yakup Köse, sürekli okuduğu bir şiir var; “Tenimizi ezebilirsiniz, ama ruhumuzu asla.” Evet, çok uzun süredir ruhumuza saldırıyorlar. Hukukun üstünlüğü, hürriyet gibi kavramların hepsi çok ehemmiyetli, bu kavramlar ıstılah olarak konuşulduğu zaman Medine toplumunun omurgasını inşa eden kavramlardır. Fakat önemli olan, kavramların içinin nasıl doldurulduğu. Yenildiğine benzeyen asla farklılık üretemez. Farklılık eşyanın niceliğinde değildir, farklılık eşyanın niteliğindedir. Bizim topyekûn bir nitelik mücadelesi vermemiz gerekiyor. Geçmişte Müslümanları, İslâm mücadelesi için kıt imkânların içinde duyduğu aşk ve heyecan diri tutuyordu. Bugün ise kocaman imkânların içerisinde eşyaya, zamana ve mekâna katılan anlamın sorgulanması gerekiyor.
 

“28 Şubat Evanjelist-Siyonist Aklın Ürünüdür”
Geçmişte, Müslümanlar üzerinde bir devlet baskısı vardı ve bu baskı en çok 28 Şubat’ta hissedildi. Hatta o dönemden kalan mağduriyetler hâlâ devam ediyor, cezaevlerinde 28 Şubat tutsakları var. Bugün Müslümanların içinde olduğu hâlin sebebi o baskının kalkmış olmasından doğan rehavet mi?
Zannetmeyin ki 28 Şubatlar bitti. Bu anayasa değişmediği müddetçe, değiştirmediğimiz müddetçe 28 Şubatlar bitmez. 300 Müslüman hâlâ cezaevinde 28 Şubat’tan ötürü, bunların bir kısmı özgürlüklerine kavuştu, bir kısmı için ise çabalar devam ediyor. Fakat emin olun, bu çabalar samimiyetle devam etmekte. Bugün verdiğimiz kavga 150 yıllık bir mücadelenin devamıdır.  Her bir darbe bir diğerini doğurmuştur. Dolayısıyla 15 Temmuz da 28 Şubat’ın kahpe çocuğudur. Nasıl ki, 1946’dan itibaren millet Adnan Menderes üzerinden tekrar devletine sahip çıkmaya çalıştığında darbe olduysa, 28 Şubat da milletin devletine sahip çıkmasına engel olma maksadıyla yapılmıştır. 28 Şubat’ta yapılanlar, tek parti şeflik döneminde dahî yapılmadı. FETÖ’cüler Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm damarlarına sızmaya çalıştı. Siyonist-Evanjeliklerin verdiği akılla böyle bir teşebbüs içerisine girdiler. 28 Şubat’ta yaşadığımız travma ile 15 Temmuz’da yaşadığımız travmanın birbirinden farkı yoktur. 28 Şubat’ta da TSK içerisindeki bir kanat, tıpkı 15 Temmuz’daki gibi Evanjelist-Siyonist akıldan güç aldı.

28 Şubat’ta siyasîler 15 Temmuz’daki gibi dik durulabilse Müslümanlara bu kadar zulüm reva görülebilir miydi?
Rahmetli Erbakan Hoca sağlığında birçok insan tarafından eleştirildi; ama ben hocanın yaptığını rahmetli Abdülhamid Han Hazretleri’nin yaptığına benzetiyorum. Kendi bedel ödedi, milletine bedel ödettirmedi. Çok ağır bir travma yaşadı. Siz halkın seçtiği başbakansınız, Millî Güvenlik Kurulu toplantısında TSK’nın Mehmetçiğin üniformasının içerisinde bu topraklara ait olmayan dört tane adam size saatlerce hakaret ediyor. Siz terliyorsunuz ve masayı devirirseniz dışarıda kan akacak, devirmezseniz yaşadığınız ruh halini bir tahayyül edin. O gün Sincan’daki tankların önüne çıkan kaç kişi vardı? Millî Güvenlik Kurulu toplantısının yapıldığı salonun önünde “yapamazsınız” bunu deyip direnecek kaç kişi vardı ki? Çok azdı ve onlar da hâlâ bedel ödüyor. Elbette ki rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun desteğini unutmuyoruz. O gece gerçek bir devlet adamı olan Alparslan Türkeş de Erbakan Hoca’nın yanına geliyor ve Çevik Bir için “Bunu uçaktan üniformasız indirelim” diyor. Erbakan Hoca ise bu teklifi reddediyor.
 
“Türkiye’yi Bürokratlar ve İstanbul Sermayesi Yönetti!”
Yıllarca milletin adamları hep gayrı meşru ilan edildi, Müslümanlar ezildi. Ankara’da devlet millete ait değildi, devlet egemenlerin elindeydi. Devlet, Türkiye’nin dışındaki vesayet odaklarına teslim edilmişti. Ankara’da otoriter bürokratizm ve İstanbul sermayesinin hâkimiyeti vardı. İstanbul sermayesi üretmeden kazanan, montajcı, distiribütör, tefeci, faizci güruh.

Bu işgal nasıl gerçekleşti?
Bu sorunun cevabı Türkiye’de hâkimiyetin ABD’ye geçmesiyle paraleldir. Bunu anlamak için de, Truman Doktriniyle ABD’nin Türkiye’yi zapturapt altına alma sürecini iyi okumalıyız. Marshall Planı ile Türkiye’nin nasıl esir alındığını iyi bilmeliyiz. Eğer Marshall planını anlamazsak, Türkiye’ye uçak yaptırılmayışını anlayamayız. Marshall planı ile Amerika’nın kırık, dökük askerî araç ve gerecinin Türkiye’ye verilip, Türkiye’ye mühimmat ürettirilmeyişini, silah ürettirilmeyişini, uçak ürettirilmeyişini, gemi ürettirilmeyişini, tank ürettirilmeyişini anlayamazsak, bugün Türkiye’nin verdiği bağımsızlık mücadelesini anlayamayız. 12 Eylül, 27 Mayıs, 28 Şubat, 15 Temmuz hepsi birbirinin devamıdır. Küresel sistemin iktisadi boyutu olan dolarizasyon sisteminin zarar görmemesini temin etmek için yapılmış darbelerdir. II. Dünya Savaşı sonrası bize biçilen rol Batı’nın ileri uç karakolu olmaktı. Üretmeyen, zapturapt altına alınmış, Batı’ya bağımlı; millî bağımsız siyaset, millî bağımsız ekonomi, millî bağımsız savunma sanayiine sahip olmayan bir Türkiye. Darbeler de Türkiye ayardan çıkarsa tekrar Türkiye’ye ayar verilebilmesi için kullanılan araçlar. 1944’den 1989’a kadar Komünizm paranoyası, sonra ise irtica paranoyası üzerinden Türkiye’nin kontrol altında tutulması sağlanmıştır. Nerede tankımız, nerede uçağımız, nerede gemimiz, nerede tüfeğimiz? Yok. Bir de biz II. Dünya Savaşı’na girmedik. Dünya ekonomi ligine bakınca taş taş üstünde kalmayan Almanya, büyük tahribat yaşayan İngiltere ve Fransa, atom bombası yiyen Japonya’yı görüyoruz. En büyük ihracatçı ülke Almanya, en büyük otomotiv devi yine Almanya. Çin son dönemde devreye girdi, Amerika, İngiltere, Fransa, Japonya… Biz neredeyiz? Bu hesaplaşma bitmedi, bugün bu hesaplaşma en sert bir şekilde yaşanıyor. Türkiye’yi elimizden almanın planı içerisindeler. Kendimize bu kadar hakaret ettirmeye hakkımız var mı? Türkiye’nin ilk havacısı olan Vecihi Hürkuş’un cenazesine yakınlarından başka kimse gelmedi. Bu adam uçak yaptı. Nerede uçak, Türkiye’nin ürettiği uçak nerede, yok. Neden yok? Engelleyen kim? Türkiye’yi Marshall planlarıyla kontrol altında tutmak isteyen güç. Aynı akıbet Nuri Demirağ’ın başına geldi; uçak fabrikası açtı, havacılık okulu kurdu. Tank yapmadık mı? Bunların hepsini Batı ile eş zamanlı yaptık… Bunları düşünürsek 28 Şubat ile 15 Temmuz’u daha iyi anlarız. Artık buraları geçmiş olmamız gerekiyor. Şimdi bir bağımsızlık mücadelesi veriyoruz ve sistem sahipleri bu mücadeleye mani olmak istiyor.

Bu süreçte içeride de, bu mücadeleye destek verenler olduğu gibi karşı çıkanlar da var. Ak Parti ile MHP bir ittifak yaptı. Şimdi ise SP ve BBP’nin bu ittifaka dâhil olması konuşuluyor. Bu ittifakın müşterek zemini nedir?
Bu ittifak bu topraklara bağlı, millî ve milletin menfaatini gözeten bir ittifaktır. Bugün Saadet Partisi’nin başındaki zat ve kadrosu hem Erbakan’ın ismi arkasına sığınıp, hem de Erbakan Hoca’yı alaşağı eden insanlarla aynı safta yer alırsa, bunun vebalini ödeyemez. Dolayısıyla hem BBP’nin, hem de SP’nin bu ittifakta yer alacağına inanıyorum.
 

“Savaşlar Sadece Silahla Kazanılmaz!”
Öte yandan devam eden bir Afrin operasyonu var. Bu operasyonun yapılması niçin zaruriydi?
15 Temmuz’un asıl amaçlarından biri de, Türkiye’ye Afrin Operasyonu’nu yaptırmamaktı, PKK’yı Akdeniz koridoruna çıkartmaktı. Hâsılı Türkiye’nin İslâm Âlemiyle arasına set çekmekti amaçları. Osmanlı, Anadolu’ya çekilirken Batılıların dayattığı haritayı kabul etmedi de, yükseliş halindeki bugünkü Türkiye mi kabul edecek? Son 25 yıldır ülkemizde neoliberalizm sebebiyle örselenen devlet, bağımsızlık, millet, bayrak gibi kavramları yeniden gündemimize aldık. Bir devlette ekonomiyi, siyasi erki ve orduyu tasfiye ederseniz o ülke çöker. Türkiye’de de darbeler tarihi bunu hedeflemiştir. Türkiye, jeopolitik konumu gereği doğusuyla, batısıyla cephe devlettir. Dünya’da Türkiye göz ardı edilerek bir denge inşa edilemez, onun için de Türkiye’nin maliyeti Irak ile Suriye’nin maliyetine benzemez. Dikkat ederseniz, Türkiye ile ilişkilerinde iki ileri bir geri veya üç ileri bir geri şeklinde kontrollü davranırlar; çünkü Türkiye’nin bir devlet aklı var, Türkiye bir çadır devleti değil. Biz çökerken dahi, Hindistan’dan Cebelitarık’a halkları örgütlemiş bir devletin bakiyesiyiz. Bizi iyi tanırlar düşmanlarımız. Bugün dertleri Birleşmiş Milletler’i daha çok devletli bir yapı hâline getirmek, bu projede kapsamında Türkiye’yi de parçalamak istediler. Bu kapsamda bir takım senaryoları uygulamaya koydular; fakat muvaffak olamadılar ve senelerdir örselemeye çalıştıkları kavramların hepsi iki senede ayağa kalktı. 15 Temmuz oldu, 45 gün sonra TSK Cerablus’a girdi. Bunu dünyada hiçbir ordu yapamaz. Girdi temizledi ve orada durdu, şimdi orada hayat var. Aradan bir buçuk sene geçti Afrin’e girdik. Fetih sureleri, tekbirler, marşlar ile girdik. Askerlerimiz “savaşa gidiyoruz” demiyor, “düğüne gidiyoruz” diyorlar. Cuma namazında 3000 komando namaz kıldı. Gördünüz mü, zahmetin içindeki rahmeti? TSK’nın yıllardır bozulmak istenen imajı bir senede tertemiz hâle geldi. Savunma sanayiinde büyük aşama kat ediyoruz; fakat savaşların sadece silahla kazanılmadığını da biliyoruz. Rahmetlerle donatılmış durumdayız. Üzerimize yapılan operasyonların hepsi ters tepti. Batı’nın bunu anlaması mümkün değil. Yükseliş sürecindeyiz hiç şüpheniz olmasın buradan geri dönüş yok. Kibirlenirsek, gururlanırsak, enaniyete dönüştürürsek, haddimizi aşarsak, istikamet üzere olmaktan uzaklaşırsak, hak ve emanet kavramlarının hakkını vermezsek, başarıyı kendimizden bilip Allah’tan bilemezsek ayağımız kayar.



Operasyonun yavaş ilerlemesinin sebebi nedir?
Afrin harekâtı ne zaman bitecek diye orduya baskı yapılmaması gerekiyor. Çabuk bitmesini biz de isteriz; ama kolay değil. Karşıda düzenli bir ordu yok, asimetrik bir mücadele veriliyor, geçmişin klasik konvansiyonel savaşını yapmıyoruz. Dünyanın en disiplinli ordusu olmamıza rağmen disiplinsiz bir asimetrik grupla mücadelede çok dikkat etmeliyiz. Bir tane dahi evladımızın şehid olması hepimiz için çok ağır bir yara. Cumartesi günü Osmaniye’deydik, Cumhurbaşkanımızla beraber belediye ziyareti esnasında bir baba geldi. “Ben şehid babasıyım” dedi. Garip bir Anadolu insanı ağzından bir tane nefret cümlesi çıkmadı, söylediği cümle “vatan sağ olsun, üç oğlum var, üçü de feda olsun” oldu. Bu bizim işimizi kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor. Operasyonun en çetin bölümü ise yeni başlıyor. Şehir içine girdikçe zorlaşıyor. Ama Sur, Cizre ve Silopi’de yürütülen operasyonlarda askerlerimiz tatbikat imkânı buldu. Şimdi JÖH’lerimiz, PÖH’lerimiz hepsi sahaya indi. Bize düşen ise dua etmek.

Operasyon bitip de teslim alındıktan sonra ne olacak?
3 milyon Suriyeli yedi yıldır misafirimiz değil mi, inecekler köylerine, kasabalarına gidecekler. Selçuklu’dan bu yana inşa edilmiş demografik yapı yeniden inşa edilecek. Niye Suriye’nin kuzeyini DAEŞ ve PKK üzerinden temizlemek istediler, çünkü bölgenin bin yıllık demografik yapısını değiştirmek istediler.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
28 Şubat’ın arkasındaki akıl, bir yandan Afrin’de karşımıza çıkarken öbür taraftan içerde iç siyasi dengelerimizi tetikleyerek çatışma alanları oluşturmak suretiyle Cumhurbaşkanımızın millî ittifak çizgisine karşı ittifak oluşturup 2019 seçimlerinde Türkiye’yi tekrar iç dinamikleri üzerinden teslim alma çabası içerisinde. Fırsat bulurlarsa Türkiye’de fay hatlarını kırıp iç savaş çıkarmak için tetikte beklediklerini unutmayınız. Akıllı, sakin birlik ve beraberlik içinde kalmalıyız. Bu vatan hepimizin, bu bayrak hepimizin, bu bağımsızlık hepimizin; dolayısıyla sağcı-solcu, alevî-sünnî , hatta CHP’li tüm vatanseverlerin bu hususta birlikte olması lâzım.

Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 582. Sayı