Müslümanların yaşadığı coğrafyaları ve onlara dayattıkları demokrasiyi, işlerine gelmediği zaman “diktatörlük” olarak yaftalamaları Batının doğal refleksidir. 15 Temmuz’da halkın Batı destekli olduğu aşikâr olan Darbe girişimine karşı ortaya koyduğu büyük direniş, Batı basınında görmezden gelinirken, yazılan makaleler açıkça Darbeyi destekler mahiyetteydi. Gezi gibi bir avuç “Batıcı hayat tarzı” yandaşının çıkardığı rezaletleri “devrim” diye niteleyip canlı yayınlar yapan Batı medyası, Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanmasını neredeyse görmezden gelip, darbenin gerçekleşememiş olmasının yasını tutuyor. Neden? Çünkü bugün meydanları dolduran, ayaklanan halk Müslüman. Yani Batının düşmanı.

Guardian, Financial Times, Wall Street Journal gibi önemli gazeteler, halk ayaklanmasını ve direnişini görmezden gelerek, darbenin Erdoğan’ı güçlendirdiğini yazıyor, askerlerin yakalanma ve tartaklanma görüntülerini yayınlıyorlar. ABD “askeri tutuklamalar devam ederse Türkiye’nin Nato üyeliği tehlikeye girer” diye güya tehdit ediyor. Darbe gerçekleşseydi ne yazacakları da, Guardian başyazarının dilinden dökülenlerle aşikâr oluyor: “Türkiye seçilmiş diktatörlüğe gidiyor”. Hem “seçilmiş” hem “diktatör”. Batının Müslüman ülkelere dayattığı demokrasi, kendi çıkarlarının aleyhine işleyince işte böyle tüm “kuramlarını” altüst eden söylemler ortaya çıkıyor. Salih Mirzabeyoğlu demokrasiyi tenkid ettiği Başyücelik Devleti isimli eserinde aynen şu ifadeyi kullanır:

- “İşin özü şudur ki, bütün lafazanlıklar bir yana, demokrasi kendini iptal edecek olan fikir akımlarına ve siyasi kuvvetlere karşı telkin gücüne dayanmayan -cebri müeyyidelere dayalı- bir korunma durumuna geçtiği an, demokrasi diye bir şey yoktur.” (sh. 149)

Şimdi bu “seçilmiş diktatör” lafı niye kullanılıyor anlaşılıyor mu?

New York Times: “Türkiye’de insanlar İslami sloganlar atıyorlar. Demokrasi umurlarında değil” diye yazarken de, işte bu “seçilmiş” ve “seçenleri” yok saymayı hedefliyor ki, yapacaklarına zemin oluşsun.

The Telegraph’da David Blair imzalı makalede şöyle deniyordu:

- “Kindar, kolaylıkla sinirlenen, otoriter, taş kalpli. Bu nitelikler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daimi ve kendisini unutturmak isteyen Türk Generallerin komplosundan önce de sahip olduğu şeylerdi. Şimdi ise bu entrika karşısında ayakta kalınca, en kötü özellikleri ikiye katlanacak ve güçlenecektir. Erdoğan geçmişte Avrupa ve Amerika için sinir bozucu bir müttefik idiyse eğer, şimdi alt ettiği askeri darbe sayesinde neredeyse her şeyi yapabilecek duruma geldi. Bir anlamda, Erdoğan hakkını korudu. Cuma gecesi başlayan hengâmeden önce, Erdoğan’ı çıldırtan bir tenkit paranoyasının kabarmasına neden oldu. Batılılar Erdoğan’ın Türk devleti içerisinde kendisini devirmek isteyen karanlık güçler olduğu iddialarıyla alay ediyorlardı. Ta ki Türkiye’nin modern tarihinin en gerçek dışı 24 saati gelene kadar. Askeri birlikler gerçekten İstanbul ve Ankara boyunca yayılarak karanlık perdesi altında anahtar noktaları ele geçirdi. (…) Öç alma işinin acımasızlığı 1.563 askerin tutuklandığı Cumartesi günü başladı. Erdoğan sabahın erken saatlerinde İstanbul’a vardığında, ciddi ifadeli ve külrengi yüzü, “vatan haini ve isyankar” düşmanlarının “ağır bir bedel ödeyeceklerinin” haberini verir nitelikteydi. Erdoğan’ın AKP’sinin parti başkan vekili idam cezasının geri gelmesini istedi, bu yüzden darbeciler idam edilebilirler. Bu arada Başbakan Yardımcısı hükümetin tüm düşmanlarını temizleyeceğine söz verdi. Devletin kılcal damarlarına dahi girmiş olsa, bu işi yapacaklarını duyurdu. Astları muhalifleri ile aşık atarken, Erdoğan’ın zihni bir sonraki etaba odaklanacak suçlama. Batılı devletler de bu konuda risk altında, Cumhurbaşkanı pekâlâ darbe girişiminin ardında Avrupa ve Amerika’nın olduğuna karar verebilir.”

Böyle “dalga geçer” bir üslupla yazdığı makalede, iş Fetullah Gülene gelince “karizmatik lider” diyerek hemen ciddileşen yazar makalesini şöyle bitiriyor: “Şimdi ise gerçek bir ayaklanmadan sıyrıldı, Erdoğan bundan böyle tüm eleştirileri susturmak için gayretlerini iki katı arttıracak. Türkiye gerçek dışı 24 saatin akıbeti hakkında kafa patlattığında, acı bir gerçekle karşılaştılar: Güç bela hayatta kalabilmiş Erdoğan’ın öfkesi cehennem gibidir.”

Batının Erdoğan’ı “şeytanlaştırma” Gülen’i ise “melekleştirme” politikası en çok da yukarıdaki makaleden anlaşılıyor. Halk çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilmiş olması, yani demokrasinin işlemiş olması onları pek ilgilendirmiyor. Yukarıda dediğimiz gibi, kendi putlarını yemeye hazır görünüyorlar. Halkın sokaklara dökülmesi Batıyı öylesine ürkütmüş olmalı ki, gazetelerinde ve televizyonlarında bu görüntülere yer vermemek için azami çaba sarfediyorlar. BBC darbe yanlısı yayınlar yaparken, BBC Türkçe de ondan geri kalmıyor.
Wall Street Journal’ın başyazarı ise şöyle yazıyor:

- “Eğer Türkiye ABD’yi İncirlik üssünden çıkarmaya çalışırsa Washington askeri operasyonları Kuzey Irak’taki Erbil’e kaydırmayı düşünmeli. Bir diğer endişe verici gelişme ise Erdoğan’ın binlerce kişiyi gözaltına alarak kitlesel bir tasfiyeye başlamış olması. Binlerce asker gözaltına alındı. Belki bu demokratik düzeni yeniden tesis etmek için gerekli olabilir. Ancak aynı şeyi açığa alınan 3 bine yakın hakim ve savcı için söylemek imkansız. ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikası demokratik yönetimin desteklenmesi yönünde olmalı. Darbenin başarısız olması Türkiye’de demokrasiye karşı sadece bir tehdidi bertaraf etti. Şimdi dikkatle takip edilmesi gereken konu Erdoğan’ın intikamının ülkeye daha da büyük bir zarar verip vermeyeceği konusu olacak.”
Tüm bu yazılan çizilenlerden, Nato destekli olduğu artık saklanamaz bir gerçek olan bu darbe, Anadolu halkının sokağa çıkarak vatanına sahip çıkmasına, kalbindeki imânından başka hiçbir şeye güvenmeden tankların topların, G3’lerin karşısına dikilmesine, velhasıl gücünü yeniden keşfetmesine vesile olmuştur. İkinci kurtuluş savaşı deniyor ya, inşallah öyle olacaktır.
Büyük Doğu’nun ve Üstad Necib Fazıl’ın 1940’lı yıllardan bu yana verdiği mücadele, darbelere karşı verdiği mücadele ortadadır. Salih Mirzabeyoğlu’nun 28 Şubat darbesine destansı direnişi ortadadır. Ayrıntısını yazmaya hacet yok. Dolayısıyla bu ülkede darbelere direnen Büyük Doğu-İBDA çizgisi bugün de tam kadro olarak meydanlardadır.

Şehidimiz Halil Kantarcı başta olmak üzere, İbdacı gönüldaşlarımızın, 15 Temmuz gecesi darbe yapıldığı anlaşıldığı ânda, hiç kimseden bir çağrı filan beklemeden sokağa çıkması, ateş hattının en önünde yer alarak halka cesaret vermesi, vurulup düşenleri hastaneye yetiştirip tekrar çatışma hattına dönmesi, takdire şayandır.

Halk ayaklandı, halk sokakta ve halk artık gerçek adalet istiyor. Bu ülkede görülmemiş bir “devrim” süreci yaşanıyor. Bütün mukaddesatçılar Nato işgaline karşı vatan savunmasına geçti. Sağına soluna bakmadan, meydanları dolduran bu iman karşısında hiçbir güç duramayacaktır. “Kurtuluş Savaşı” henüz bitmedi, belki de yeni başlıyor.

Baran Dergisi 497. Sayı