11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki İkiz Kuleler’e iki sivil yolcu uçağı ile bir şehadet eylemi düzenlenir. Kapitalizmin merkezi yerle yeksan edilir. Mücahidler bunla da yetinmez asıl saldırıları Pentagon ve Beyaz Saray’a gerçekleştirirler. 11 Eylül denildiğinde herkes ikiz kuleleri konuşurken Pentagon ve Beyaz Saray’a gerçekleştirilen saldırılar görmezden gelinir. Çünkü Pentagon’daki askeri binalarının bir kısmının yerle yeksan olması, ABD’nin süper güç olduğu palavrasını da onla beraber yerle yeksan etmiştir.

ABD’yi dize getiren ve “süper güç” palavrasını yerle bir eden kişi Usame bin Ladin’dir. Şehadetinin sene-i devriyesi vesilesiyle rahmetle yâd ediyoruz.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Büyük Muztaribler eserinde Amerika’nın acziyetini ele alırken Ladin’in göstermiş olduğu şecaatı da şöyle dile getirmiştir: “…gerçeği yönlendiren ve eline geçen fırsatı yiğitçe değerlendiren din gerçekçileridir ki, -onlar yalnız Allah’ın emirlerini dinlerler-, senin gerçekçilik adına Amerika’nın helâ taşlarını yaladığın yerlerde, ikiz kuleleri zeminle bir edip “süper devlet” palavrasını yerle yeksan ederler.”

İkiz Kulelerin yıkılmasını tarihî kıymetteki bir operasyon olarak gören Çakal Carlos da, “11 Eylül’de kuşkusuz hem uçaklardaki hem de vurulan kulelerde çalışan bazı masum insanlar öldü. Ancak, tüm dünyanın iliğini kurutan ve insanlığa karşı sayısız suçun tezgâhlandığı kapitalist sistemin üssü bu kulelerdi ve tüm bu suç yuvaları sözkonusu eylemle yerle bir edildi. Dünya tarihinin gördüğü bu en kötü “parazit”lerin yuvası, tarihî kıymetteki bir operasyonla imha edildi.” demiş ve “Allah şehid ve âlim Usame’ye rahmet etsin. Zafer bizimdir ve Hilâfet mutlaka kurulacaktır.” diyerek temennide bulunmuştur.

Pentagon / 11 Eylül

Usame bin Ladin’in hayatı

Yemen’in Hadramut bölgesinden olan Muhammed Bin Ladin, 1930 yıllarında Suudi Arabistan’a yerleşmiş, burada Kraliyet ailesi ile diyaloğu neticesinde Kâbe ve çevresinin bakım, onarım ve genişletme işlerinden tutun, Medine, Riyad ve Cidde gibi büyük şehirlerden Mekke’ye uzanan bütün otoyolların inşasına kadar bir çok iş üstlenerek Arabistan’ın hatta Ortadoğu’nun en büyük müteahhidi olmuştur. 1968 yılında bir kaza sonucu öldüğünde, M. Bin Ladin’in servetinin 11 milyar dolar civarında olduğu söylenmektedir…

Siyonist-Haçlı ruhu ile ve bu ruhun cenderesinde hareket eden hainlerin bütün dünyaya “amansız terörist” diye takdim ettiği fakat, “sahici müslümanların” nazarında anti-emperyalist ve anti-siyonist-haçlı mücadelenin sembol isimlerinden olarak yâdedilen Usame Bin Ladin 1957 yılında, işte bu dolar milyarderi babanın elli dört çocuğundan birisi olarak dünyaya gelmiştir...

1981 yılında Cidde’de, Kral Abdülaziz Üniversitesi Mühendislik Bölümü’nden mezun olan Usame, burada dini eğitimini Mısırlı Muhammed Kutub ve Filistinli Abdullah Azzam gibi hocalardan almıştır. Dolayısıyla, mücadelesinin ilk yıllarında bazı fikrî ve itidakî çıkmazlardan kurtulamamış fakat, Mısır’ın köklü ehli sünnet ailesine mensup olan Eyman El-Zevâhiri ile tanıştıktan ve Afganistan’ın itikadî hassaslığından etkilendikten sonra gençlik zaafiyetlerini bir bir aşarak, itikadını sağlamlaştırmıştır. Burada bu bahsin ayrıca tahlil edilmesi gereken bir bahis olduğunu iktifa edeceğiz ki, bir ömür boyu siyonist-haçlılara karşı mücadele veren, bu mücadeleyi (biiznillah) “şehadetle” taçlandıran –ve; “haddini bilen”- bir kahramanda “leke aramak”, hiçbir şekilde fikrî mizacımızla bağdaşmaz. Hasseten belirtiriz.

Usame Bin Ladin’i “Yüzyılın en büyük kahramanlarından birisi” yapan ve netice itibarıyla şehid olmasına vesile olan Afganistan cihadıdır.

Kısaca, şöyle ki:

Ocak 1965’de Nur Muhammed Taraki tarafından Hâfızullah Amin ve Babrak Karmal ikilisinin kurucu üye sıfatıyla iştirak ettiği Afganistan Demokratik Halk Partisi kurulur. Bu kurucular Zâhir Şah’ın Krallığı boyunca ülkede faaliyette bulunur… 17 Temmuz 1973’te Yeğen Muhammed Davud, Kral Zâhir Şah’ın İtalya seyahatini fırsat bilip, Silahlı Kuvvetleri arkasına alarak kansız bir hükûmet darbesi yapar, Monarşiyi kaldırdığını ve Demokratik bir hükûmet kurduğunu ilân eder… Komünistlerin faaliyetlerinden bir hayli rahatsız olan Yeğen Davud, 1977 yılında Taraki, Amin ve Babrak’ı tutuklar fakat, onlarla aynı fikirde olup, yakın temasta bulunan subayları tutuklamak aklının ucundan bile geçmez…

27 Nisan 1978’de Albay Watanjar komutasındaki tank birlikleri Davud’un sarayını kuşatır, Albay Kadir tarafından da Kraliyet Sarayı havadan bombardımana tutulur. Davud’la birlikte birçok saray muhafızı öldürülür ve ordu kontrolü ele alır. Askeri Devrim Komitesi yaptığı açıklamada, “Afganistan tarihinde ilk defa olmak üzere sultanların sultasına asker tarafından son verildiğini” ilân eder. Devlet Başkanlığı’na da Nur Muhammed Taraki getirilir. (Daha sonra Hâfızullah Amin ve Babrak Karmal gibi Sovyetler’e bağlı kızıl köpekler, bir müddet Devlet Başkanlığı görevinde bulunmuştur.)

Komünist rejim tarafından “pilot bölge” olarak tesbit edilen Nuristan’da Câmiler kapatılır, Ramazan orucunun tutulması valinin direktifleriyle yasaklanır. İş bu yasaklama neticesinde 1978 yazında Nuristan halkı ayaklanır. Komünist Taraki rejimi ise ayaklanmayı en az iki bin Nuristanlıyı -Karelâ’da- katlederek bastırır. Bu katliam, Pakistan’a sığınan müfettişler tarafından ancak bir yıl kadar sonra dünya basınına duyurulur. (Çocuk ve kadınların bu katliamdan muaf tutulmadığını söylemeye gerek bile yok!) Bu katliamın dünya çapında yankısından sonra Mart 1979’da Herat halkı ayaklanır ve Müslüman Afgan milleti ülke çapına yayılan isyanı buradan başlatır. Neticede Kızıl Köpekler, kırk bin küsur Afganlı Müslümanı katlederek Herat isyanı bastırır. Bu tarihten sonra Sovyet Rusya Afganistan’a yüz binlerce asker yollar. Böylece halka rağmen kendi rejimini tahkim etmek isteyen Sovyet Rusya, işbirlikçilerin de kendilerini Afganistan’a dâvet etmesi üzerine ülkeyi tamamen işgal eder. Bunun üzerine Tacikler, Peştular ve Özbekler Burhaneddin Rabbânî, Gülbendin Hikmetyar, Raşid Dostum ve Mesud gibi komutanlar tarafından örgütlenerek gerilla savaşının tohumlarını atarlar. Ruslarla yapılan savaş on yıl kadar sürer. Rusların 1989’da Afganistan’dan tamamen çekilmesine kadar geçen süre içinde en az iki milyon mücahid, din-vatan uğruna hayatlarını “şehadet”le taçlandırarak noktalamıştır. Bunun yanında on milyona yakın Afganlı muhacir olarak yollara dökülmüş, iki milyona yakın insan ise, öyle veya böyle sakatlanmıştır…

Kızıl Ordu’nun Aralık 1979’da Kâbil’i işgal etmesinden sonra Paşevar’a giden Usame burada, Afgan mücahid liderleriyle tanışmış, 1982 yılına kadar Suudi Arabistan’da Afgan cihadının en hararetli sözcüsü olarak mücadele etmiş; Afgan cihadını maddî ve mânevi olarak desteklemiştir. Aynı yıl Afganistan’a “hicret” eden Usame, iki yıl sonra Abdullah Azzam ile Paşevar’de ilk “Arap Cihadçıları” bürosunu hizmete açmıştır. Henüz aydınlanamamış nedenlerden dolayı Abdullah Azzam ile yollarını ayıran Usame, 1986’da Tora Bora dağlarında kendi kamplarını açmış, 1988 yılında ise 20 bin civarında “gönüllü savaşçı” ile El Kaide Örgütü’nü kurmuştur. Başta Eyman El Zevâhiri olmak üzere birçok seçkin fikir ve aksiyon adamının altına imza attığı ilk manifestoyu örgüt, Şubat 1988’de yayımlar. Bu manifestoda kısaca; “Yahudi ve Haçlılara Karşı Uluslararası İslâm Cephesi” kurulduğu açıklanır; anti-emperyalist mücadelenin başlatıldığı deklare edilir. Amerika ve güdümündeki tüm işgal ordularını “Kudsî mekânlarlardan dışarı çıkartmak, Siyonist-Haçlı ittifakı ve işbirlikçilerini devirmek için” bütün Müslümanlar cihada katılmaya dâvet edilir. Bu tarihten itibaren Suudi Arabistan Krallık Hanedanı ile arası açılan Usame, 1994 yılında vatandaşlıktan çıkartılır.

Bir müddet Sudan’a yerleşen Usame Bin Ladin burada tarım ve hayvancılık alanında birçok yatırım yapmış, ilâç sanayi kurmuş, kısaca Sudan halkının refah ve inkişafı için elinden geleni yapmıştır. Haziran 1995’te Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek’e Addis-Abeda’da düzenlenen suikast girişiminden ve Suudi Arabistan’ın Hobar şehrinde Amerikan askeri üstünde on dokuz askerin ölmesi ile sonuçlanan saldırıdan sorumlu tutulan Usame, 23 Ağustos’da “Müşrikleri Arap Yarımadasından Atın!” (Hadis-i şerif meâli) başlığıyla bir cihad ilânı yayımlayarak Kudsî beldeleri işgal eden Amerikalılara karşı bütün müslümanları cihada dâvet etmiştir. Bütün bu hâdiselerden sonra uluslararası baskılara direnemeyen Hartum yönetimi, Usame Bin Ladin’in Sudan’ı bir an evvel terketmesini ister.

Sudan’dan Pakistan’a, oradan da Afganistan’ın Tora Bora dağlarına “hicret” eden Usame, bu tarihten bir müddet sonra Taliban Emiri Molla Ömer ile ittifak kurarak, anti-siyonist haçlı mücadelede birçok kayda değer eylemin altına imza atarak müstesna bir İslâm Savaşcısı olarak tarihteki yerini alır.

El Kaide’nin bütün eylemlerinin “meşru” ve “nefsî müdafaa” olduğunu ifade eden Usame, “Budistler, Kuzey Koreliler, Vietnamlılar da Amerikalıları öldürdüler. Bu meşru bir haktır.” diyerek, “Siyonist-Haçlı Orduları’nın İslâm ülkelerinden çıkarılması ve Müslümanların üzerindeki tahakkümlerinin sona ermesi için” bu eylemleri yaptıklarını, nicelerini yapacaklarını, bunun da “tabii hakları olduğunu” ısrarla vurgular. Usame, “İsrail’in yüzlerce nükleer başlık ve yüzlerce nükleer bomba biriktirdiğini; Haçlı Batı’nın büyük oranda bu tür silahları kontrol ettiğini” ifade ettikten sonra, “Liderliğini Amerika, İngiltere ve İsrail’in yaptığı Yahudi siyonizmiyle anlaşmalı olan Evrensel Haçlıların, İslâm dünyasını harabeye çevirdiğini; Müslümanların petrol ve doğal kaynaklarını gasp ettiği yetmiyormuş gibi, kudsî değerlere saldırdığını ve, milyonlarca Müslümanın katledildiğini, Müslümanların ise bunun karşısında asla sessiz kalamayacaklarını” beyân eder. “Biz, Allah yolunda cihad etmek için ülkemizden hicret ettik” diyen Usame, bu eylemler neticesinde “bunlar terörist” diyenlere cevap olarak da, “bu, bir insanı cesaretli, savaşçı diye suçlamaya benzer” diyerek, bu tür suçlamaları asla kabul etmez, aksine, teröristin daniskasının “İslâm dünyasını harabeye çeviren; kadın-çocuk ayırmadan milyonlarca Müslümanı katleden” İsrail, Amerika ve güdümündeki işbirlikçi devlet yetkilileriyle beraber, onların emrindeki “çakal sürüleri” olduğunun altını çizer…

1984 yılında Mısır hapishanesinden çıktıktan iki yıl sonra CIA aracılığıyla Amerikan vizesi alarak Paşevar’da vaaz veren, İslâmabad’da Suudi Büyükelçiğinde caka satan, Amerikalıların kokteyllerinde ağırlanan, 22 Nisan 1990’da Mısır İçişleri Bakanı Abdülhalim Musa ile görüştükten sonra 10 Mayıs’ta Hartum’a giderek Amerikan vizesi ile 18 Temmuz’da New York’a uçan Şeyh Ömer Abdurrahman gibi şahıslardan yola çıkarak kendisinin, “Amerika’dan yardım aldığı ve CIA tarafından yetiştirildiği” gibi iddialara cevap olarak da, bu tür iddiaların “Amerikalıların dezenformasyon çabası” olduğunu belirten Usame, “hayatı boyunca şuurlandığı günden beri ABD’ye karşı savaş, düşmanlık ve buğz içinde olduğunu ve onlardan nefret ettiğini” söyler.

ABD’nin Afgan cihadına verdiği desteğin ise tamamen “ABD menfaatleri için” olduğunun altını çizen Usame, çünkü; “ABD, gerçekte Rusların ilerlemesine karşı kendi tahtlarının devrileceğinden korktuğu için Arap devletlerini, özellikle Körfez ülkelerini ve Pakistan’ı desteklemek zorunda kaldı” der.

Afgan cihadında ABD ile hiçbir şekilde ittifak kurmadıklarını ısrarla vurgulayan Usame, “Bizler Afganistan’da, İslâm’ın zaferi için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiriyorduk. Yerine getirmeye çalıştığımız bu sorumluluk bizim rızâmız dışında ABD’nin çıkarlarıyla çakışmış olabilir. Müslümanlar Bizanslılarla savaştıklarında mâlûm olduğu üzere Farslılarla Bizanslılar arasında süregelen şiddetli savaşlar oluyordu. Aklı başında hiç kimse Müslümanların Farslıların işbirlikçisi olduğunu söyleyemez. Fakat çıkarlar çakışmıştır.” diyerek bu meselede herkesi doğru düşünmeye dâvet eder.

11 Eylül etrafında

ABD sonuçta Usame’yi 11 Eylül saldırıları ile tanımadı ama dünyada nâmı 11 Eylül Saldırıları ile zirveye ulaştı. Dört uçak dünyanın merkezine (!) indi. ABD’ye ve tüm insanlara Afganistan’dan sanki bir ses “Siz Allah’ın düşmanlarına gereken cevabı vermemiz için sıfırdan bir şey üretmemize gerek bile yok; biz istersek sizi sizin silahlarınızla vururuz.” diyordu. Amerika ve Batı şok geçirmişti, zira kendilerinin barış getirmek için uyguladıkları metodu bu sefer kendilerine barış getirmek için uygulayan biri çıkmıştı. Lakin onlar bu durumu “terör” olarak adlandırdı. Çünkü vurulan onlardı, çünkü onlar masumdu! Fahişe yüzlü deve, Afganistan’dan bir tokat inmişti.

Usame hususunda akıl tutulması yaşayan Müslümanların sarıldığı ilk mevzu oldu 11 Eylül. Hususiyetle ülkemizde bilinmesi gereken bir nokta; Usame bir âlim derecesinde olmasa da herhangi bir Müslümana nazaran, ahkâm ayetlerini, hadisleri ve de savaş fıkhını çok çok iyi biliyordu. Bundan dolayıdır ki farz ibadetlerini yapmaktan aciz olan insanların 11 Eylül’ün fıkhi boyutunu konuşması gülünçtür.

Sanki gerçekleşmese ABD İslam Coğrafyasında terör estirmeyecekmiş gibi, sanki mazlum diyarları sömürgeleştiren Usame’ymiş gibi bitmek bilmeyen ithamlar, komple teorileri… Sahi, Amerika neyle satın alabilirdi Usame’yi? Para mı, kadın mı, güç mü? Hangisini vaat etmeliydiler Amerika’ya hizmet etmesi için? Yukarıda anlattıklarımız bu tezin bir saçmalık olduğunu zaten gösteriyor. Usame’yi eleştirenler, biraz okusa, onun heva ve hevesi için bir iş yapmayacağını anlarlardı. Hatalar tekerrür etti ve Usame’yi Türkiye’de ilk terörist ilan edenler her fırsatta kendilerinin anti-emperyalist olduğunu söyleyenler oldu…