Şehid Bayram Ali Öztürk Hoca, 1952'de Trabzon'nun Of İlçesi'nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı'nda geçti. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Farsça, Arapça, Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca öğrendi ve hukuk eğitimi de aldı. 1971 yılında askere gitmeden önce Fatma Hanımla evlendi. Askerden geldikten sonra 1973’te Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazandı ve 1978’de başarı ile bitirdi. Üniversiteyi bitirdikten sonra çok sevdiği üstadı Mahmud Efendi’ye mektup yazdı ve ne yapması gerektiği konusunda danıştı... Onu çok seven üstadı İstanbul’a, yanına çağırdı. Üstadının sözüne uydu ve hemen İstanbul’a gelerek küçük bir pazar mescidinde kısa bir süre vekil imamlık yaptı. Ardından 1978-85 yılları arasında Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde kadrolu olarak göreve başladı. Caminin lojmanı yoktu ve evi camiye takriben üç km uzaklıktaydı fakat o bundan asla şikâyet etmedi, evinde teheccüd namazını eda eder etmez, sabah namazını kıldırmak için yürüyerek camisine gitti. Sabah namazı için gittiği camiden yatsı namazı ile ayrıldı. Sabahtan yatsıya kadar ilim tahsil etti.

Otuz yaşına geldiğinde hafızlığını tamamladı. Medrese ilimlerini de aldıktan sonra İsmailağa’da Mektubat dersleri verdi. Büyük İslam âlimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani kitabını ezberleyen Bayram Hoca, şehid edilene kadar her pazar sabahı İsmail ağa Camii'nde cemaate sohbet verdi. Bayram Hoca yıllarca Mahmud Efendi’nin halkasında sohbetlere katıldı; Sadreddin Yüksel, Halil Gönenç ve Mehmet Savaş gibi hocaefendilerle de teşriki mesaisi oldu.

“Benim yüreğim İslâm’ı anlatmaya dayanmıyor”

1990’larda kürsülere çıkması ve gönüllere su serpmesi ile tanınmaya başladı. Aynı dönemde 1990’larda Taraf dergisinde yazıları da yayınlandı. Herkes onun için her daim “Sultan” dediği üstadının kerametini fısıldayan bir lakap ile hitap etmeye başladı: “Mektubatcı Bayram Hoca”. “Benim yüreğim İslâm’ı anlatmaya dayanmıyor” derdi. Bir kitaptan kaynak vereceği zaman sahifesi sahifesine verir, aşktan bahsettiği zaman gönüllerde o heyecanı hissettirirdi. Hatta bazen dayanamaz onla birlikte ağlardı.

Mektubat’ın inceliklerini biliyordu

Bayram Hoca’nın hatipliği ve bir şeyi izahındaki sarihlik ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. Mahmut Efendi Hazretleri’nin Bayram hocaya Mektubat-ı Rabbani’nin inceliklerinden anlamasından ötürü ayrı bir alakası vardı. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerh etme işini bu sebepten ona vermişti; Mahmud Efendi minbere çıkmadığı vakitler dersleri Bayram Hoca sürdürürdü.

Mektubat üzerine konuşacak sayılı birkaç ilim adamlarından birisiydi ki, burada “Mektubat” eseri üzerine bir vurgu yapmamız lazım geliyor.

Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek, sadeleştirdiği “Mektubat” isimli eserinde şöyle diyor: “Allah ve Resulünün kitaplarından sonra dinin en büyük eseri. …Mektubat-ı İmam-ı Rabbani... Eser sahibi, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi Şeyh Ahmed-i Faruk-i Serhendî (İmam-Rabbani) Hazretleri de, resuller, nebiler ve sahabilerden sonra ümmet kadrosunun en büyük ferdi...”

Bayram Hoca, böyle ehemmiyetli bir eser üzerine olan vukûfiyetinden ötürü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanınırdı ki bu aslında büyük ve şerefli bir lakaptır! Ayrıca Doğu ve Batı’nın nadide eserleri üzerine olan vukûfiyeti, medreselerde okutulan, takip edilen eserler üzerine de bir ilim adamı sıfatı ile derin bilgisi ile nadir hocalarımızdandı. Öyle ki, bu devirde her hocanın dersini veremeyeceği Şerhu’l-Mevakıf gibi eserlerin dersini verirdi.

Yürüyen kütüphane

Yirmi sekiz bin ciltlik kitabın olduğu zengin bir kütüphaneye sahipti. Tefsir, hadis, tasavvuf, akaid, fıkıh gibi dini eserlerin yanında; felsefe, psikoloji, sosyoloji, mantık, coğrafya, edebiyat, tarih gibi alanlarda da kitapları vardı. Müthiş bir aşkı vardı kitaplara karşı... Bir günde bin sahife okurdu. Hafızası son derece kuvvetliydi. Bundan dolayıdır ki, Mahmud Efendi Hazretleri ona “yürüyen kütüphane” derdi. Kitapları sayfası ve satırına kadar bilirdi. Okuduğu bir şeyi bir daha unutmazdı. Kitap hediye etmeyi de severdi.

Oğlu Mahmud Öztürk kitaplarıyla olan ilişkisini şöyle tanımlıyor: “Babamın hiç boş vakti olmazdı. Eğer vakit bulursa da kütüphaneden çıkar Sultanahmet’te kitapçıları gezerdi. Bir de sıla-i rahim yapar, akrabalarını ziyaret ederdi. Sakarya’da annesini, amcasını ziyaret eder, kalmadan gelirdi. Tatile gitmezdi. Bir kere ben 15-16 yaşlarındayken Armutlu’daki kaplıcalara gitmiştik, ayrıca Umre ve Hacca gitti. Onun ‘tatili’ kitap okumaktı. Namaz ve sohbet vakitleri dışında evde olduğu her vakti kütüphanede geçiriyordu. Çocukluğundan beri öyleymiş, hiç değişmedi. Namazı kıldırır gelir hemen kütüphaneye inerdi. Çalışmalarına devam ederdi.”

Her kitabı tavsiye etmez, her sözü herkese söylemez

Her kitabı tavsiye etmez, her sözü herkese söylemezdi; vaazlarında ümmetin birliği için dert yanar, Siyonizme, Yahudilere şiddetli bir şekilde muhalefet ederdi; bu toprakların, Anadolu topraklarının çok ehemmiyetli olduğunun altını çizer, İslam davasının bu topraklardan fışkıracak bir nidâ ile kurtulacağını söylerdi. Hakikatleri söylemekten, İslâm davası neyi emrediyorsa onu söylemekten imtina etmez, bunları adeta su içer gibi tabiî bir şekilde yapardı; bu samimi hâli sebebi ile ömrünün son yıllarında çok sıkıntılar çekmiş ve cami cami sürgüne gönderilmişti emekli olana kadar. İsmailağa’daki daimi yılları emekli olmasından sonradır. Çocukluğundan beri hep çile çekti ve bu çilelerini her daim nimet olarak gördü, bir sıçrama tahtası bildi.

Diyalogculara en başından beri karşı durdu

Bayram Hoca, Dinlerarası Diyalog faaliyetlerine her zaman karşı durdu ve Fetullah Gülen’in birçok itikadi sıkıntılarını ve onların Hristiyan gibi hayat sürdüklerini de her zaman dile getirdi.

Bayram Hoca, “Diyalog süreci diyorlar… Diyalogun başını çekenler, bizim ile sizin aranızdaki ortak noktaya gelin âyet-i kerîme-i duydukları zaman, ta 100 yıl evvel, biz bu âyetlere çağırdığımız zaman yanaşmadılar da şimdi siyasi ve ekonomik bakımdan çok güçlü oldukları şu zaman diyalog sürecini başlattılar. Bunlar çok mu düşkün imana, İslâm’a ki bizimle diyaloga girmek istiyorlar. İhtiyacı da yok. Silâh onda, teknoloji onda… Derdi ne? Şunu unutma: Batı, tarihin hesabını görmek istiyor! Ne gerekiyorsa yapacak. Hocaları kullanacak, onu kullanacak, bunu kullanacak… Ne taktikler, ne taktikler!..

Fetullah Hoca’nın ilmi tam değildir. Benim hocamın da medreseden arkadaşıdır. Tamam ufku, muhakemesi, felsefesi büyük olabilir… Çok sakatları var! Hocanın yaptıklarından hesaba çekilmeyeceği kanaati o cemaati bitirmiştir. Buradan bu cemaat gidecek, kesinlikle… Hitabetiyle herkesi büyülemiştir. Siyasi ve ekonomik lobileri güçlü. O gücünü bu sefer davada da haklıyız anlamına çekiyorlar… Aynı Hıristiyanlar gibi…” demiştir.

Tercümeleri Taraf Dergisi’nde yayınlandı

Ehli Sünnet vel Cemaat mevzuunda pür dikkat davranırdı; Şehid Bayram Hoca, bu hak yolun yılmaz savunucularındandı. Ehli Sünnet vel Cemaat yolunun inceliklerini bilir ve Şii’ler başta olmak üzere her türlü sapık mezheb ve fırkaya karşı şiddetle ve iman hiddeti ile mücadele vermiş nadir hocalardandı. Ehli Sünnet vel Cemaat yolunun bayraktarlığını yapan İBDA’cılara, Şiilere karşı destek vermek maksadıyla Taraf Dergisi için Mektubat-ı Rabbani’den bu meseleyle alakalı yerleri aslından tercüme ederek yazmış, yayınlanması maksadıyla Taraf Dergisi’ne iletmişti. Bayram Ali Hoca’nın tercüme ettiği bu kısımlar Taraf Dergisi’nde yazı dizisi olarak yayınlanmıştı.

Ömrü boyunca fitnelere karşı mücadele verdi

Cemaat içine karışmış münafık tipler Mektubat’tan parçaları okumamasına dâir Bayram Hoca’nın defalarca önünü kesmiş, o ise bunlara aldırmayarak, Şia ve benzer sapıklara karşı cihad ve gazâ etmekten geri durmamıştır; bu münafık tipler İsmailağa sokaklarından İbda’cılar tarafından kovalanmış ve gereken dersler verilmiştir.

İslam dâvâsının özünde “kendini fedâ” vardır; nitekim Abdülhakîm Arvasi Hazretleri, “Dini işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. Bunlardan biri de cihad ve gazâda gevşeklik ve tembelliktir. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alameti olmaya kadar gider. O da Şehidlik nimetinden kaçınmak… Şehidlik, İslam’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mümin fert, bu yüksek makamı kalb ve zevk yolu ile benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resul ve nebilerin birçoğu, sahabiler ekserisi ve Peygamber evladının hepsi şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir.” buyuruyor.

Ömrü boyunca fitne ve bid’atlere karşı mücadele vermiş Şehid Bayram Hoca’nın ömrü cihad ve gazâ ile geçmiş, bu yolda gevşeklik göstermemiştir. O günümüzün sıradan “Hoca tipi”nin aksine ilmini kavga ile süslemiş ve davanın saflarında nasıl durulması gerektiğini hayatı ile de göstermiştir; neticede mükafat olarak da şehadet şerbetini içmiştir. Şehadetinden sonra evdeki eşyalarının arasında bulunan bir notu, cihad içinde geçen ömrünü de adeta özetliyor:

“İnsan davasına ana hasretiyle şakıyan bülbül gibi olmalı, insan davasına canını öyle bir açmalı ki bedeni ruhuna ve canına yetişememeli… Dava adamı devamlı hedefe bakacak; cambazlar iplerinde marifet gösterdiğinde daima ileri bakarlar, asla yere bakmazlar… Yere bakan cambazın düşmesi çok yakındır. Vücudunun kaçta kaçı sana ait, söyler misin?”

Hızır Hoca üzerinden Bayram Hoca tehdit edilmişti

FETÖ’cüler tarafından 17 Mayıs 1998’de Mahmud Efendi Hazretleri’nin damadı olan Hızır Ali Muratoğlu Hoca Çukurbostan Camii’nde kurşunlanarak Şehid edildikten sonra Zaman gazetesi bu haberi “İsmi B ile başlayan zat vurulacaktı yanlışlıkla H ile başlayan zat vuruldu” diye sunmuştu. Bayram Hoca adeta tehdit edilmiş, gözdağı verilmişti. Bayram Hoca daha o tarihlerde hedefe konulmuştu ve cemaat içindeki birtakım münafık tipler de hoca hakkında iftira ve karalama kampanyalarına girişmişlerdi.

İsmailağa’da, Bayram Hoca öncesinde Mahmut Efendi’nin damadı Hızır Ali Murat Hoca Şehid edilmiş ve hâdisenin üzeri örtbas edilmişti; Hızır Hoca’nın katili, hadiseden üç yıl sonra yakalanmış ve cinayet hakkındaki tüm karanlık noktalar ortada dururken mahkeme kararı ile “akıl hastası” olarak görüldüğünden cezâi ehliyet taşımadığına kanaat getirip serbest bırakılmış ve dosyanın üstü örtülmüştü.

Bıçaklanarak Şehid edildi

Bayram Hoca 3 Eylül 2006 Pazar sabahına kadar hiç kimseden çekinmeden hakikatleri söyledi. Bu sırada hem cemaate dışarıdan enjekte edilen münafıklar, hem de dışardaki Fener Rum Patriği ellerinden geldikçe hocaya saldırdı. Bayram Hoca bir yandan maddî sıkıntılar, bir yandan da fitneler, iftiralar ve tehditler üzerine gelmesine rağmen yılmadı, sohbetlerine hiç korkmadan devam etti. Bayram Hoca öldürülmekten, şehid olmaktan korkmuyor ve her zaman şöyle diyordu “Paranın zekâtı, para vermektir, malın zekâtı mal vermektir, aşkın zekâtı ve bedeli can vermektir, can!” Ve işte 2 Eylül Pazar sabahı aşkın bedelini ödemeye gitti İsmailağa Camii’ne... Sohbetini verdi, dua ederken yanına gelen Mustafa Erdal isimli bir şahıs tarafından tek hamlede kalbine saplanan bıçak ile Şehid edildi. Bayram Ali Öztürk Hoca’nın Şehid edildiği gün İsmailağa Camii’nde bulunanlar, o gün en ön safta hiç tanımadıkları simaların olduğunu, tüm uyarılara rağmen katilin orada linç edilerek öldürüldüğünü, Bayram Hoca’nın hastaneye yetiştirilmesine de arbede çıkarmak suretiyle bunların engel olduğunu belirtiyor. Ilımlı İslâm ve Dinlerarası Diyaloğu her fırsatta yerden yere vuran Bayram Ali Öztürk Hoca’nın Şehid edilmesi davasına bakan yargı mensuplarının neredeyse tamamının FETÖ’cü çıkması ise hâdisenin arkasında kimin bulunduğuna dair en önemli ipuçları verse de 2016’da tekrar raftan indirilen dosyada bir gelişme kaydedilemedi. Hocanın katilleri ve katillerin ortaklarına gereken cezalar verilmedi.

İbda’cılar her zaman yanında oldu

Şehadetinin haberi ile İbda’cılar İsmailağa’ya hareket etmişler ve sâir zamanlarda görüştükleri hocalarına sahip çıkmışlardı; ertesi günkü Hürriyet gazetesi İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalattin Cerrah’ın fotoğrafını İBDA işaretleri arasında ve “Cerrah’ın Önünde İBDA-C Şov” diye vermiş, “tekbir getirerek intikam yeminleri” atıldığı yazılmıştı gazetelere.

Sonrasında Fatih Camii’ndeki cenaze namazı esnasında 22 İbda’cı gözaltına alınmış İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Fatih Adliyesine sanki bir cürümleri varmış gibi sevk edilmişler, cumhuriyet savcısı tarafından sorgulanmışlardı. Suç isnadı ise “Terör örgütü propagandası yapmak” ve “görevli memura mukavemet” idi. Aslında düzenin kimden ve neden korktuğu da bu gözaltılar vesilesi ile ortaya çıkmıştı…

İki cinayet de çözülmeyi bekliyor

Şimdi üzerinden seneler geçmesine mukabil bu iki cinayet hâlâ çözülmeyi bekliyor.

Yıllarca görmezden gelinen, üzerine düşülmeyen şeyi biz tekrar soralım... Bayram Hoca’yı kim şehid etti? Bayram Hoca, Fettoş'un ne mal olduğunu söylerken kim rahatsız oldu? Bayram Hoca cinayetinin peşine niye düşülmedi? Neden tetikçinin kimliği, bağlantıları araştırılmadı? Telefon kayıtları neden kayıp? Daha vahimi, dosyanın en mühim iki klasörü (1 ve 6 no’lu klasörler) neden ortada yok? Fethullahçı Terör Örgütü mensubu polis-yargı unsurlarının elinde dosya, neden bir silah olarak kullanıldı? Bu soruların cevabı verilmeden bu dava çözülmeyecektir.

Yolu yolumuz olan Bayram Hoca’yı şehadetinin sene-i devriyesinde rahmet ve hasretle yâd ediyor ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun duasıyla, “Ya Muntakim Allah, bizi intikamına memur et!” diyoruz.

Baran Dergisi 764. Sayı