Türkiye yeni bir seçim atmosferine girdi. Altı üstü bir belediye başkanı seçilecek ya. Şimdi aday olacak kişilerden istenen öncelikli şeylere hep beraber bir göz atalım.

Bu işin olmazsa olmaz ilk şartı; önce paran olacak, sonra etiketin. Bunun yanında belli kesimler üzerinde sana özel bir etkin olacak. Dahası, “sen müracaatını yap, gerisini bize bırak”
diyebilecek mevkilerde senden yana karar verecek adamların olması da şart!

Sonra, ilim, irfan, liyakat, ehliyet, şecaat, cesaret gibi şeylere layık olmasan da, bütün bunlar sana takıp takıştırılır ve bir anda birdenbire her şey oluverirsin.

Ancak bu aşamaya gelinceye kadar az biraz zamanın vardır. Sabretmesini bileceksin azizim!
Aday gösterildin diyelim. Birinci parkuru dostun, arkadaşların, çevren, paran pulun sayesinde aştın diyelim.

Akraba, hemşeri, arkadaş, aşiret kim varsa bütün tanıdıkların bu noktada harekete geçer. Senin o güzelim hasletlerin için harıl harıl çalışmaya başlarlar.

Kimse de sormaz;
Neymiş, milletimize, hemşerilerimize hizmet etmek için aday oluyormuş. 
Kimse de “lan teneke, sen doktor, müteahhit, iş adamı, patron, öğretim üyesi, tüccar iken bile millete hizmet etmiyordun, başkan olunca mı hizmet edeceksin? Karşımıza çıkmayın!” demez.
Kazandın ve ikinci etabı da geçtin sonra “başkan” oldun diyelim?
Şimdi finaldesin. 
Bak, çarçabuk geldin işte. 
Bütün rakiplerini devirdin de geldin. 
Şimdi sıra sende.
Yan bakanlar, dik çakanlar bir tarafa.
Sana destek verenlerin büyük bir bölümü ile beraber:
“Ne olur ne olmaz, tedbirli davrandık da, iyi ki ondanmış gibi göründük.” diyenler sıraya girecek.
Etrafında yağcılar ve yağdanlıklar fır fır dönecek. Tebrik, taltif ziyaretleri başını döndürecek. 
“Gelsin çaylaaar...” faslı başlayacak. 

Biz bu kutlama seanslarının başlayıp bitene kadar geçecek zaman dilimine “Balayı” diyelim. Kısaca: “Bal-ayı”

Balayı kutlamaları sona erdikten sonra taşlar yerine oturmuştur. Eski reise yakın bürokratlar gardlarını almışlar ve “ben yapmadım, o yaptı” moduna girmişlerdir. 

Yeni başkanın baskın bürokratları ise, öteden beri diş biledikleri arkadaşlarına karşı, “gününüzü göstereceğiz” modundadırlar. 

Bu arada başkanın has adamları dışarda tetikte beklemektedir.
Böylece Ayıbalı avı başlar... 
Yani kısaca, AYI-BALI-AVI!

Bundan sonra senin yüksek meziyetlerini tanıma şerefine nail olanlar, önünde tazimle eğilmeye başlayacak!

“Başkanım, başkanım” nidaları kulaklarından beynine doğru bir kelebek zerafetiyle süzülüp girecek. Herkes senden bir şey isteyecek. 

Kendi kendine, “Vay be, ben neymişim de haberim yokmuş” diyeceksin sonunda. İster istemez, bütün bunları fazlasıyla hak ettiğine inandıracaklar seni.

Yatırımlara başlarsın, çerden çöpten işleri bir çırpıda çözersin. Çözdükçe büyümeye devam edersin. Seni arayanlar o kadar çoktur ki... Başını kaşıyacak vaktin bile olmaz. 

Danışmanların bile, bir müddet sonra ne yapacaklarını sana danışmaya başlayacaklar. 

Göz alıcı yerler senin resimlerinle donatılmıştır artık. Ziyaret ettiğin her mekân senin yuvan gibidir. Düğün, mevlüt, cenaze, şirket, dernek, dergâh, cadde, okul, yol, sokak gibi yerlerin en gözde adamı sensindir!

Gittiğin her yerde kendinle karşılaşırsın.

Sonra bir kez daha, “vay be, ben neymişim de haberim yokmuş” sözünün doğruluğuna inandırırsın kendini.

Artık başka sesler kulaklarına sinek vızıltısı gibi gelmeye başlar. Tabandan gelen uğultular bile ninni yerine geçer. 

Bir çark dönüyorsa bu senin sayendedir. Olmasaydı küçük dağları da sen yaratacaktın ya Allah’tan varlar...

Halk günü tertipliyor, “ben buradayım, sizi dinliyorum, ne diliyor istiyorsanız onu söyleyin. İmkânlar dairesinde olacak bir şeyse icabına bakarız.” diyorsun.

Böylece halk ile arandaki aracıları kaldırıyor, doğrudan doğruya onlarla muhatap oluyorsun ya. Sonra onların işlerini halletmeden bürokratlarına talimat vereceksin değil mi?

“Şunun işini yap, bunun işini gör?”
Böyle iş mi olur? 
Kusur sende ise, bu halk niye senin huzuruna çıkma zorunda hissediyor kendini?
Sende değilse, o memurlar halkı niye senin huzuruna çıkmak zorunda bırakıyorlar?
Düşündün mü?

Biliyor musun başkan bey, Allah'ın huzuruna çıkmak senin huzuruna çıkmaktan daha kolay.

Biliyor musun başkan; sen, işlerini hep O Zülcelal'in rızasını gözeterek yapsan, sadece kul hakkına riayet etsen, emaneti ehline versen var ya, senin kapına kimse gelmez! 

Aksine, gizli gizli sen ararsın her yerde, garip guraba, fakir fukara var mı diye. Sonra bulursun Fırat’ın kıyısında ayağına kıymık batan koyunu; onu düçar olduğu dertten kurtarır selamete erdirirsin. 

Böyle yönettiğin beldede değil insanlar, bütün mahlukat huzur bulur.
Anlattığımız tabloda yer alan hadiselere şahit oluyorsanız, iki ihtimal üzerinde durmanız gerek.
Başkan emanetin ehli değilmiş
Seçenler emaneti ehline vermemiş
Suçlu kim ise cezasını çekecek değil mi?
Karar senin?


Baran Dergisi 629. Sayı