Ülkeler arasındaki serbest ticaret, ekonomisi güçlü olana yarar. Rekabete dayanacak gücü olmayan zayıf ülke, bu işten zararlı çıkar ve yerli sanayi gittikçe çöker, tarımı ayakta duramaz.
Dış piyasalarla rekabet edecek güce gelmeden serbest piyasalara açılmak, sığ sularda yüzmeyi öğrenemeden okyanusa açılmaya benzer ki, birkaç zıplamadan sonra suyun dibine doğru batmaya başlanır.
Gelişmekte olan ülke hükümetleri, kendi ekonomilerini korumak ve güçlendirmek için, imalatçısını destekleyici tedbirler almalı, dışarıya karşı sınırlama getirmeli.
Bugünün bütün gelişmiş ülkeleri, gelişmekte iken koruyu tedbirlerle kendi ekonomilerini korumuş ve güçlendirmiştir.
“Büyük özgürlük savunucusu olarak tanınan Abraham Lincoln’un, aynı zamanda büyük korumacı olduğunu, ABD’nin uyguladığı gümrük tarifelerini daha önce görülmedik düzeylere yükselttiğini, köleliğe karşı verdiği mücadeleye, serbest ticarete karşı verdiği mücadeleyle devam ettiğini gördüm.” Söz konusu iktibas “Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü” isimli Ha-Joon Chang’un İletişim Yayınları kitabından İlmâ dergisindeki araştırma yazısında gönüldaşımız Halil Aktaş, “Dış Ticarette Milliyetçilik ve Serbestlik Üzerine” başlıklı araştırma yazısında bu mevzuyu irdelemekte idi.
Batı ve Amerika bize serbest pazarı önerirken acaba kendileri gelişmekte iken serbest Pazar uyguluyorlar mı idi?.. Abraham Lincoln misalinde bu sualin cevabını gönüldaşımız aracılığıyla gördük. Onların bize tavsiye ettiği reçetelerde ise, onlar ortak, biz pazar olmaktayız!
Güçlü firma ile zayıf firma, kağıt üzerinde eşit şartlarda ortaklık anlaşması imzalasa dahi, bu işten karlı çıkan güçlü firmadır. Küçük firma, risklere dayanamayacağı için büyük firmaya boyun eğmek zorunda kalır. Sömürgeci Batı bunu çok iyi bilmektedir ve ince hesaplarla, kepçe ile verdiğini kazanla geri almaktadır. Batının bütün yardım ve kredilerinde bu hesab yatmaktadır.
“Dünya ile bütünleşmeliyiz, teknoloji çağında sınırlar kalktı, dünyadan tecrit olamayız, kümeste mi yaşayalım” edebiyatı var ki, külliyen yalan ve bu yalanlara, sermaye çevrelerinin desteklediği iktidarlar, kendi işbirlikçiliğini-hainliği örtbas için başvurmaktadır.
Hele hele RTE’nin, “sermayenin dini imanı olmaz. Küreselleşmeye karşı olup kümeste mi yaşayalım” sözleriyle kimin tarafını tuttuğu ve hangi çevrelerin sözcüsü-gözcüsü olduğu belli. Koruyucu tedbirleri yabancı sermaye lehinde bir TC... Başbakanı, gelmiş-geçmiş hükümetler gibi… Ondan sonra borç batağında yüzüyoruz.
Biz gittikçe fakirleşip borç batağına saplanmışken, neyimiz var neyimiz yok satıp savmışken, “Serbest Pazar” neyimize? Bu, nasıl, dünya ile bütünleşmek ise, onlar devamlı semirirken biz devamlı fakirleşmekteyiz; satıp savmalarımız yetmemekte, her şeyimiz ipotek altına alınmaktadır? Zaten donumuza kadar ipotek altındayız! Esnaf ve sanatkârlar 10 sene önce müşteriye sıra verirken şimdi müşteriyi beklemektedir, artan elektrik-doğalgaz ve diğer masrafları ise işin cabası!
Hükümet, ilaçlarda bazı kolaylıklar sağlamakta güya halka hizmet edilmektedir; fakat bundaki gizli amaç, büyük sermaye çevrelerine pazar açmaktır. Hükümet, hem sermaye çevrelerine göz kırpmakta, hem de çaresiz halka ucuz ilaç sunmaktadır.
Bir araştırmaya göre ilaçlar, ölümlerde 4. sırada yer almaktadır. Hasta ise, çaresiz ne yapsın, derman diye yerine göre zehir içmektedir. Büyük ilaç firmaları ise bu çaresizliği hükümetle birlikte sömürmektedir.
“Serbest Pazar var”, hilesi!.. Adı da ne güzel!? Sanırsın herkese serbest, malını kapıp geleceksin!
Herkes silahını (malını) alsın gelsin, serbest piyasada göstersin, deniyor. Yabancı tankını-tüfeğini alıp geliyor, benim elimde ise, kıçı kırık ağızdan dolma bir tüfek var. Tabiî ben kaybediyorum. Yabancı adam bana şirin bir şekilde yanaşıyor, boğaz tokluğuna ırgatlık etmemi istiyor, hatta kredi vereceğini söylüyor. Yenilsem dahi bir şansım vardı, ama şimdi dirilmemecesine ölüme razı olmam söz konusu. “Serbest Pazar”a razı olmak budur! 
 
 
 
Baran Dergisi 105. Sayı
15 Ocak 2009