Muhalefet partilerinin bir süredir dillerine doladıkları “erken seçim”, geçtiğimiz hafta Devlet Bahçeli’nin –o iş öyle olmaz böyle olur cinsinden- “görüyorum” ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “arttırıyorum” tavrı neticesinde alınan erken seçim kararıyla, Türkiye’nin siyasî manzarasının da artık iyiden iyiye netleşmesinin vesilesi oldu.

Şubat ayında, Ak Parti ile MHP arasında, 15 Temmuz gecesi doğan ruhî iklime mutabık olarak bir ittifaka gidilmiş, bu da alenen duyurulmuştu. Buna karşılık olarak diğer siyasî partiler arasında da çeşitli görüşmelerin yapıldığı siyaset kulislerinden gelen bilgiler arasındaydı... Erken seçim kararının alınmasından sonra ise muhalefet kanadında adeta zemberek boşaldı. Anadolu’nun ruh köküne düşman, habis ruh partisi CHP’den zorla istifa ettirilen 16 milletvekili, İyi Parti’ye üye yapılmak suretiyle, bu partinin meclis çatısı altında bir grub kurması ve bu sayede seçimlere siyasî parti olarak katılmasının önündeki mâni kaldırılmış oldu. Millî Selâmet Partisi’nin devamı ve mirasçısı olduğunu iddia eden Saadet Partisi ise varlık sebebini inkâr ve mirasçısı olduğu siyasî geleneğin adeta suratına tükürürcesine, kendisini CHP’nin kollarına bıraktı. 15 Temmuz gecesi gerçekleşen askerî darbe girişiminin kati suretle muvaffak olacağına inananlarca o dönemde piyasaya sürülen Meral Akşenerve başkanı olduğu İyi Parti de, CHP’nin altı oklu bayrağının altındaki yerini süratle aldı. Şimdilerde en çok konuşulan kulis dedikodusuysa, Abdullah Gül’ün CHP ve ittifakının Cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağı. 

Seçim İttifaklarını Belirleyen Amil
Türkiye’de uzunca bir süredir gündemin birinci maddesi İslâm! Bu sebeble, yaşanan siyasî çekişmeler de, kavgalar da bu merkez etrafında şekilleniyor. Bu gündeme en uzak ideolojiler bile bu kavgada yer alabilmek için Müslüman görünümlü figüranlar kullanmakta tereddüt etmiyorlar. Bu yüzden de Türkiye’de sanki Müslümanlar ile Müslümanlar arasında bir kavga varmış gibi bir manzara doğuyor. Oysa ki Türkiye’de Müslümanlar ile münafıklar, millîler ile gayr-ı millîler, bağımsızlıkçılarla muvazaacılar, meşru ile gayr-ı meşru arasında bir kavga yaşanıyor. Bugün alınan erken seçim kararı neticesinde meydana gelen saflaşmanın taraflarına baktığımızda da bu ayrımı rahatlıkla görebiliyoruz. 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilmek istenen Amerika menşeili darbe girişimine karşı duran ve alkış tutanlar arası bir ayrışma. Türkiye’yi eskiden olduğu gibi Batı’nın parya statüsüne mahkûm etmek isteyenlerle, bağımsız olmak isteyenler arasında bir ayrışma. “Yurtta sulh, cihanda sulh.” şeklinde terkib edilen uyuz köpek psikolojisiyle, hâkim devlet psikolojisi arasında bir ayrışma... 

Millet Nezdinde Meşruiyet
Üzerinde konuşulsa da konuşulmasa da milletimizin “meşruiyet dairesinin merkezi”nde en önemli mevkii, yani fikir mevkiini Necib Fazıltutuyor. Geri kalan herkes de şuurlu yahut şuursuz bir şekilde Necib Fazıl’ın fikri, dili ve söylemine yakınlaştığı nisbette bu daire içinde yer buluyor yahut dışa itiliyor.

Üstad, 1943’ten başlayarak Türkiye’nin siyasî hayatına damgasını vurmuş, girdiği günlük politik mücadelelerde bile gözü hep asıl hedefte olmuş, hem eser ve konferanslarıyla, hem girdiği siyasî ve fikrî münasebetlerle hep o hedefe matuf yatırımlar yapmış bir büyük fikir ve aksiyon adamıdır. Bir taraftan fikrini örgüleştirirken diğer taraftan o fikri tüm yönleriyle cemiyete uygulayacak genci gıyabında yetiştirme gayesinde olmuştur. Bunla da yetinmeyip o gencin davasını üzerinde yükselteceği “müsait şartların” oluşumunu da temine çalışmıştır. Üstad’ın bütün hayatı boyunca, ama bilhassa 70’lerde gerçekleştirdiği siyasî manevraları bu gözle görmek lazım. Bu meselenin maddî olduğu kadar manevî bir cihete de sahib bulunduğunu ekleyelim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, MSP’nin Üstad Necib Fazıl’a ihanet eden “politbürosu” (isimleri herkesin malumu) dışından bir isim olarak siyaset sahnesinde yer aldığı için bu derece meşru bir konum elde etti. Hakezâ Üstad Necib Fazıl’ın son demlerinde el attığı MHP, içindeki kafatasçı İslam düşmanı faşistlerden arınarak, sahtesinden değil hakikisinden millî bir parti olduğu nisbette meşruiyet dairesinin merkezine doğru ilerliyor. 

Milletimizin ruh köklerinin bağlı olduğu İslâm’a düşmanlığıyla meşhur CHP, Müslüman kisvesi altında senelerce Kemalist devlete sadakatle hizmet etmiş Saadet Partisinin politbürosu ile Kürt ve Türk faşistlerininse Türkiye’nin meşruiyet dairesinin dışına düşmesi kaçınılmazdır. Şimdi, bu kadro meşruiyet dairesinin içine girebilmek ve milletimizden teveccüh toplayabilmek için şimdiye kadar meşruiyet dairesinin içinde görülen Abdullah Gül’ü tıpkı bir mızrak ucu gibi kullanmayı tasarlıyorsa da, unuttuğu şudur ki; bu mızrağın ucuna geçtiği andan itibaren, Abdullah Gül, CHP’nin kendisinden bile daha gayr-ı meşru bir pozisyona düşecektir. Bırakın meşruiyeti, muhtemeldir ki milletimiz nezdinde bir numaralı nefret objesi hâline gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. 

Seçim ve Sistem
Türkiye’de artık kabul edilmesi gereken bir gerçek var, o da şu; parça parça yapılan değişimler, memleketimizin meselelerine deva olmuyor. 2017 senesinde yapılan referandum ile Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçildi, daha bir sene geçmeden erken seçime gidilmek zorunda kalındı. Dikkat ediyorsanız, son senelerde Türkiye’nin birinci gündem maddesi hep seçimler. Tabiî şartlarda seçimler, memleketin meselelerini çözmek üzere iktidara kimin geleceği hakkında milletin hakemliğine başvurmaktır. Oysa ki Türkiye’deki sistemin, hükümeti iktidarsız kılan aksaklığı dolayısıyla önümüze çıkan her mesele neticede seçime bağlanıyor. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle hükümet iktidar olacak mı, yoksa aynı şekilde devam mı edecek göreceğiz; fakat sistemin bütünü kötücül bir şekilde kurgulandığından, bundan fazlasını beklemek de abes olur.

Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık yargı darbesi, 15 Temmuz askerî darbe girişimi derken, dikkat ediyorsanız, ilerlemekten ziyade ayakta kalmaya çalışan bir devletle karşı karşıyayız. Bu sistem içinde Türkiye’nin temel problemi, devlet kurgusunun İslâm düşmanı kesimlerden arındırılamaması ve paranın Batıcı ajanların elinden alınamamasıdır. Bu arınma ve tasfiye olmayınca farklı görünüşlerdeki (solcu, sağcı, sözde milliyetçi veya dinci) Batı ajanlarının bürokratik egemenliği bir türlü kırılamıyor ve devlet kendi ruh kökü istikametinde kendine bir derinlik sağlayamıyor. Siyasî iktidarlar, derinliği olmayan bu devlet teşekkülünde sabun köpüğü nev’inden görüldüğü içindir ki, içerideki hainlerin ve dışarıdaki düşmanların saldırısının seçimler marifetiyle bertaraf edilmesi çözümü uygulamaya konuyor. Kendilerine uygun şartlarda seçim müstevlilerin de işine geldiğinden da her fırsatta memleket seçime sürükleniyor.

Bu sebeble, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber iktidar olanın da aynı şekilde sabun köpüğü nev’inden görülmemesi için, Türkiye Devleti’ne, belirlenen orta ve uzun vadeli hedeflerin seçimle gelen iktidarın hükümet süresinden ibaret kalmasına mani olacak şekilde nasıl derinlik katılacağının da şimdiden düşünülmesi gerekiyor.

Üstad Necib Fazıl, Başyücelik Devleti’nin derinliğini, Yüceler Kurultayı vesilesiyle teşekkül ettirmiştir. Bugün Amerika’da Senato, İngiltere’deyse kraliçe ve Lordlar Kamarasının oluşturduğu devlet derinliğinin, Türkiye Devletinde artık bir karşılığının olması zaruret hâlini almış bulunuyor. 
***
Üstad Necib Fazıl’a yakın durup, onun dilini kullanarak meşruiyet dairesine girmek mümkünse de, onun fikirlerinin tatbikatından kaçarak o meşruiyet dairesi içinde kalmak pek de mümkün değildir. Bunu da hatırlatmakta yarar var. 


Baran Degisi 589. Sayı