Partili cumhurbaşkanlığını, yani bir çeşit başkanlık sistemini köhne rejimin çürümüş temelleri üzerine ikame edecek olan anayasa, referandumdan çıkan %51 küsurluk oyla kabul edildi, ama 16 Nisan akşamından itibaren görüldüğü gibi hiçbir şey bir anda değişmedi. Yalnızca referandum öncesi mevcut durum şimdi daha bir gergin, kasvetli, boğucu hale geldi. Şimdi mesele bu sıkıcı ahvali yırtarak önce kimin hamlede bulunacağında…

Topyekûn Batılı ve Batıcı cephe, referandumun “EVET”le sonuçlanacağını gayet tabii biliyordu; bunu Tayyip Erdoğan’ı “demokrasi karşıtı" yani “diktatör” ilan etme çabalarından anlayabiliriz. Kendi topuyla, kendi sahasında, kendi kurduğu oyunda ta baştan yenileceğini anlayıp, mızıkçılık yaparak, gerekirse kaba kuvvete başvurarak sonucu kabullenmeyeceğini, topun santrada kıpırdadığı ilk andan itibaren kafasına koymuş çocuk gibi… Tayyip Erdoğan ise bunun farkına, ayağını sakatlamaya yönelik kasti hareketlerden geç de olsa vardı; şimdi Batı cephesi mızıkçılıkla maçı sabote etmeye çalışıyor!

En geniş ovalardan, okyanusları da aşarak sokakların en dar dehlizlerine kadar sokulmuş ve ne olduğu tam kestirilememiş, ama meydana çıktığı medeniyetin temsilcilerinin ona adak olarak dünya milletlerinin kanlarını sunduğu, şöyle bir baktığımızda şeytaniliğini sezdiğimiz, suretten surete giren ve bizim gibi ülkeleri parya statüsünde tutmaya matuf bir “demokrasi” anlayışı ile selamete çıkamayacağımız anlaşılsın! “Bir trenin içinde, onun gidiş istikametine ters yönde yürümenin, trenin kendi istikametinde yol almasına bir zararı yoktur…” (1) Dolayısıyla tez vakitte Büyük Doğu-İBDA ideolocyası rehberliğinde,Türkiye’nin oligarşi eliyle idaresini “fizibl” kılan bu tarzdaki bir demokrasi çıkmazından kurtulmak da Tayyip Erdoğan’ın boynunun borcudur. Onun, Müslüman halkın temayüllerini yansıttığı haliyle demokrasiyi sahiplenmesi Batı nazarında hiçbir anlam ifade etmiyor. Onlar için Müslüman halka hizmet eden demokrasi, otokrasiden kötüdür. Tayyip Erdoğan demokrasi temayülünden vazgeçmezse Batı vazgeçirecek ve elbette ki bu çok kötü olacak… Bunun yolunu yaptıklarını da görebiliyoruz. Nitekim seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz AB’den gelen seçimin şaibeli olduğu yönünde açıklama ve ABD’nin sonuçlara karşı 24 saat süren suskunluğu ve şahıs şahıs Türkiye’deki seçim hakkında laf söylemeye cüret eden diğer gavurlar dediğimizi teyid eder. Elbette ki demokrasiye atıfta bulunmak bir yere kadar anlaşılabilir… Millet olarak biz, bu işin hayat memat meselesi olduğunu sezebiliyoruz, önemli olan bu sezgilerin CB tarafından icraata geçirilebilmesi… Ya tam olarak bağımsızlığımızın sahibi olacağız, ya tamamen yok olacağız! Net tavır almaya cesareti olmayanlar, yani münafıklar ise, buna da yaşamak denirse, en rezil hayatı yaşayacaklar… Bunlar Ak Parti içerisinde üst konumları tutan ve “AKP’liler” diye adlandırdığımız liberaller, demokratlar, müteşeyyiler ve mezhepsizlerdir. Seçim boyunca AKP’lilerin ne kadar emek verdiğini de gözü olan görüyor: Hiç! Diyelim ki referandumda en az %3 MHP’den geldiyse, tek başına %55’i geçebilen Recep Tayyip Erdoğan’ın “partisi” %48 almış oluyor. Ortaya da Şener Şen’in canlandırdığı Züğürt Ağa tiplemesinin meşhur repliğindeki gibi “bizim oylar nereye gitti?” sorusu dikiliyor. Özellikle biz Müslümanlar için manevi değeri büyük olan İstanbul’da “HAYIR” oranının “EVET”i geçmesinin sebebi Ak Parti İstanbul il teşkilatlarındaki liberal klik ve bunların ilçelerdeki uzantılarıdır. Bol keseden attığımızı zannedenler, İstanbul İl Gençlik Kolları Seçim İşleri Başkanı’nın “Pelikan Bildirisi”nde ismi zikredilen “Genç Siviller”in şeyhi cavlak Yıldıray Oğur’un müridi olduğunu görebilirler. Daha kim bilir kimler nerelerle ilintililer! İçimizdeki münafıklarla hesaplaşma vaktini kapamadan şu hatıramı da aktarayım: Yaklaşık iki sene önce Ahmet Davutoğlu’nun başdanışmanı bir ermeni ile dar bir çerçevede yapılan programda mahut şahıs kendisine sorulan o dönemde başkanlık sisteminin neden müşahhas verilerle konuşulmadığına dair bir soruya şöyle cevap vermişti “Cumhurbaşkanlığı ekibi başkanlık sistemi hakkında bir taslak hazırladı ve bunu partiye gönderdi, Ak Parti bile bunu reddetti. Dolayısıyla bir seçim olsa muhtemelen toplum da reddedecek…” Bir-iki sembol şahsın değişmesine rağmen o günkü Ak Parti, bugünkü Ak Parti’dir.

“Demokrasi masallarına inananlar için şu tespiti de yapalım ki, işler demokrasi ile dönmüyor. Gücü eline alan darbesini yapar ve daha sonra istediği kadar demokrasi dağıtır. Demek ki halkın gönlünü almak yetmez, hakkın kılıcı olmak gerek. Çünkü gücü eline geçirenler zorla ve propaganda ile halkı sindirir. Böyle durumda ‘halk bizden yana’ edebiyatı bir mana ifade etmez. Çivi çiviyi söker hesabı çeteye karşı çete olmalı, operasyon yapanlara karşı operasyon yapmalı. Üstadın dediği gibi, ‘Hakkın şiddetine muhtacız!” (2) Batı cephesi ile ilk ciddi hesaplaşmamız olan 15 Temmuz Halk İhtilali’nde edindiğimiz mücadele azmini şiddetle sürdürmek gerekir. Batı’nın ajanlarıyla hiçbir ahlâkî değer etrafında tartışamayız, çünkü bunlar ahlak tanımayan bir grup yamyam. Görüldüğü gibi Batı’nın topraklarımızdaki borazanları meydanı her boş bulduklarında “kan dökülür”, “etraf alev alev yanar”, “oylar şaibelidir”, “seçim geçersiz”, “% 80’le bile geçse tanımayız” gibi tehditlerde bulunabiliyorsa, bunların anladığı dille konuşmak lazım. Öncelikle CHP isimli Kemalist rejimin köksüz küfür ocağını Müslüman topraklarından sürmek lazım ve onunla uzaktan yakından ilintili halk düşmanı her türlü vakıf, dernek, oluşum, aydın adı altında geçinen ahlak suikastçılarını da… Seçimden sonra CHP’nin çıfıt başkanı ve saz arkadaşlarının yaptığı muhtelif açıklamalarla beraber İstanbul’un belli semtlerinde ve İzmir’de ceddimizin denize dökmeyi atlamış olduğu gâvurların torunları birtakım protestolar düzenledi. Bu ilk protestolar biraz korkak bir havada, ama tepki görmezlerse cesaretlenecekleri aşikar… Anadolu insanına düşen, bu hain tayfaya meydanı boş bırakmamaktır.

Yarı süper güç ABD’siyle, kendini gladyatör sanan ve birbirine kenetlenmiş birkaç felçliden müteşekkil AB’siyle, Ehl-i Sünnet’in burçlarından Şam’ın belediye başkanı Esed kâfiriyle ve bunların topraklarımızdaki izdüşümü binbir türlü hainiyle hesaplaşma zamanı! Her daim ihtar ettiğimizdir: Geç kalan ölür!
 
(1)-Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun 6. DGM’de yaptığı Savunma’sından.
(2)-Kazım Albay’ın Cemaat, AKP ve İslâmi Hareket başlıklı yazısından.

Baran Dergisi 536. Sayı