15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’nin Müslüman halkı destan yazdı. Böylesi pek görülmemişti. Tam teşekküllü bir darbe halkın göğsünde durduruldu. Batıcı ve İsrailci generallerin tankları, bombaları ve uzun namlulu silahları üzerine pervasızca atılan halk, vatanına, milletine, namusuna, dinine ve tarihine sahip çıktı. Milletimizin gazası mübarek olsun.
Filistin’de gördüğümüz manzarayı 15 Temmuz gecesi başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere tüm Türkiye’de gördük. Orantısız silah üstünlüğü karşısında bir milletin varlık direnci, şehidlerle ve gazilerle perçinleniyordu. Zaten Filistin halkı işgalci İsrail’e karşı savaşıyorken Türkiye’de de halk İsrailci generallere karşı sokaklara dökülmüş, genç-ihtiyar, kadın-erkek ve her kesimden insanıyla bu eşkıyaya geçit vermemiş idi.

Bedelini ödemeden bir şeye sahip olamayız ve koruyamayız. Şehidlerimiz oldu, gazilerimiz oldu. Resmî rakamlar 208 şehid, 1491 yaralı diyor; ama 400 civarında şehidden bahsediliyor. Sokaklarda bir Müslüman kendinden gayet emin şöyle diyordu: “Darbe haberini duyunca abdest alıp abimle çıktık, abim vuruldu; ama burayı terk etmeye niyetim yok!” Kimiyle konuştum ve bölgemdeki şehidlerden bahsettim ise onlar da kendi bölgelerinde şehid düşenlerden bahsettiler bana.

“Halk ihtilâli” özelliği taşıyan 15 Temmuz Şanlı Direnişi, Türkiye’nin tarihî misyonu ve istikbâli yolunda önemli bir eşik taşı oldu. İçimizden devşirilmiş hain Fetoş çetesinin ordu silahlarıyla saldırısı halkın inanılmaz direnci karşısında eridi. Hükümeti ve polisi de halk korudu ve darbecilere karşı üstün konuma getirdi. Hükümetin bunca yıllık iktidarına ve Fetoş çetesinin 17-25 Aralık 2013 darbe girişimine rağmen bu kalkışmadan haberdar olamaması affedilir gibi değil. Allah bu millete rahmet etti ve onlara iman öfkesi verdi de büyük badireden kurtulduk. Yoksa basu badel mevtsiz bir ölüme gömülecektik. Bu açıdan İBDA’nın “İstikbâl İslâmındır” tezinin bir ispatı oldu 15 Temmuz.

Meşhur savaş mütefekkiri Clausviç’in bir tesbiti var. Mealen: “Savaş, düşmanın silahlarını almakla değil, savaşma iradesini kırmakla biter.” Bunu şunun için aktarıyorum: Fetoş çetesi savaşma iradesini her zaman gösterir ve muhafaza ederken bu savaşın bittiği söylenemez. Dolayısıyla kökten çözüme ihtiyaç vardır.

Lider-kitle mevzuu üzerinde de duralım. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz ayrı mesele; ama Tayyip Erdoğan, “sokaklara inin!” dedi ve kendi de İstanbul’a indi. Bu tavır çok mühim; çünkü bir olmadan iki olmuyor, olmaz. Bütün sayılar birin tekrarından ibarettir. Toplum olmadan da lider olmaz, bu da ayrı bir hakikat.

Lider gözaltına alınsa iş biter miydi? Bu sorunun iki ihtimalli cevabını zikretmek gerekiyor. Birincisi, ümitsizlik psikolojisi ile gelen ve güçlü olana tâbi olmak duygusu. İkincisi, isyan bayrağı açmak ve hareketin tabiî gidişatı içinde yeni liderini bulmak ve yaşıyorsa aslî liderini de kurtarmak. 15 Temmuz’daki halkın topyekûn isyanına bakarsak ikinci ihtimale yakın olduğumuzu anlarız. Yani mesele Tayyip Erdoğan meselesi değil, bir iman ve dava meselesidir.

Anlaşılan odur ki, İslâm’ın binek taşı hüviyetindeki Anadolu hiçbir esarete boyun eğmeyecek ve Üstad’ın açtığı yoldan Büyük Doğu-İBDA davası gediğini bulacaktır. 15 Temmuz’da yaşadığımız iman patlaması Anadolu insanının ruh kökünün tezahüründen başka bir şey değildir.

Belki bazı davranışlarını beğenmediğimiz, biraz serseri bulduğumuz bazı gençler en ön safta idiler, vuruldular, tekrar toparlanıp saldırdılar. Demek iman şekil işi değilmiş, yürek işi imiş. Bazı zaaflarla malûl olsa bile -ki hepimiz hata ile malûlüz- böyle günlerde Allah’ın en sevdiği ibadet olan iman öfkesi yani cihad ortaya çıkıyor. Günahlarımıza kefaret olarak kendimizi kurtarırken bizi de kurtarıcı kılacak olan… Çocuklarımıza, torunlarımıza emaneti yüz akıyla bırakmamıza vesile olan…

Şehidlerle, gazilerle hayat daha güzel. 15 Temmuz ve sonrasında Müslümanların yüzünde bu coşku hâkim nefsânî ve nebâtî hayat telaşeleri üzerimizden kalkmış, ruhî ve imanî hayatın lezzetini tatmış anlar yaşadık. Çoktandır özlediğimiz ulvî bir his.

Darbeye karşı belediyelerin çalışmaları da etkili oldu. İş makineleri ile tankların yolunu kesmek, itfaiye araçları ile halka kalkan olmak vs. birçok hadiseyi sayabiliriz. Akıncı Hava Üssü’nü ele geçiremeyen ve yoğun ateş altında çok zayiat veren kalabalığın, saman balyalarını ateşe vererek uçak pistini kapatması da, güçlü silahlar karşısında çözüm yolları olabileceğinin bir misâli. Bir kişinin dahî yapabileceği çok şey vardır.

Savaş hâlinde savaş hukuku uygulanır. Bu hukukîdir, ahlâkîdir. Dolayısıyla darbecilere savaş hukukuna göre davranmak gerekir. Açıkça bizi imha etmeye gelene, üzerimize bomba yağdırana o şartlara göre davranmamız haktır. Hakkı hak ile iptal caizdir. Her organizma kendini tabiî olarak korur. Canımızı ve irademizi gasp edecek olanlara karşı “kanunlar ne diyor?” denmez, gereken gerektiği ölçüde yapılır. Tabiî ki savaş ahlâkına uyulmak şartıyla, keyfîliğe yol açmamak şartıyla. Kadınlara, çocuklara vs. dokunmamak şeklinde savaş hukukunu en ileri derecede getiren de İslâm’dır. Yine İslâm, Üstad’ın ifadesiyle söylersek, “mikroba merhamet edilmez” diyendir. Aksi takdirde mikrop bünyeyi sarar ve herkesi öldürür.

Halkı helikopterle tarayan ve halkın iradesini yansıtan meclisi bombalayanlara katliamcı muamelesi yapmak haktır ve hatta görevdir. Bilakis bu görevden kaçınmak hem ahlâken, hem hukuken suçtur. Zaten ahlâkın olmadığı yerde hukuk yoktur. Hukuk, ahlâkın pıhtılaşmasıdır.

“Sivil medeniyet” mefhumuna bağlı çağımızda toplumun her şeyden haberdar olması ve kapalı askerî idarelerin sürdürülemez oluşu nazarı dikkate alındığında İslâmî bir idareyi getirmek için yüzde yüz yerli ve millî bir hareket olan İBDA’nın işaretlediği “halk ihtilâli”nin haklılığı ve uygulanabilirliği, 15 Temmuz olaylarında ispatlandı. İBDA’nın stratejisinin isabetliliği bir kez daha tezahür etti. Mirzabeyoğlu’nun “İdeolocya ve İhtilâl” eserinde özleştirdiği aksiyon mevzuları… İdeolocya, ihtilâl, siyaset, savaşın topyekûn karakteri, ihtilâlin oluş tekniği ve kendinden zuhur diyalektiği; fiilen gördük ve yaşadık.

Görülen o ki İslâm’ın güneşi tekrar Türkiye’de doğacak. Her kesimden insanlar sokağa döküldü. Çanakkale ruhu tekrar tecelli etti. Batı hayat tarzı toplumumuzda görünüşte yaşanıyor olsa bile Batıya ve Amerika’ya derinden nefret var, İslâm’a saygı var. Anadolu’nun ruhuna bu işlemiş, bunu söküp atmak kimsenin harcı değil. Ne darbeler, ne diktatörler görüldü; ama Anadolu’daki bu maya hiç bozulmadı. Görülen o ki, “devleti ebed müddet” ideali bu topraklarda Allah’ın izniyle ebediyete kadar yaşayacak. Bunun başka bir izahını yapamıyoruz. Maddeciler tankların önüne atılan insanları izah etsin bakalım!

Allah ve Resûl aşkına, vatan ve namus aşkına canlarını ortaya koyanlar; Maraş gibi, Antep gibi, Millî Mücadele gibi… Üç evladının sokağa çıkmasını istemeyen annenin karşısına geçip, “anne, anne biz bugün gitmezsek, sen gidersin! (Seni koruyamayız)” diyen Anadolu evlatları… Üstad’ın dediği gibi, “canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet bilecek kadar gözükara” gençlik… Allah şehidlerin şehidliğini kabul etsin, gazilerin gazası mübarek olsun.

Din, vatan, namus ve bayrak koruduğumuz kadar bizimdir. Can tende olduğu müddetçe onurla korumaya devam edeceğiz. Bundan daha ulvî bir zevk olmadığını 15 Temmuz hadiselerinde herkes coşku ile yaşadı. Zaten iman, zevken idraktir. Bir milletin Batıcı işgalcilere karşı ayağa kalkışına şahid olduk.

Namuslular namussuzlar kadar cesur oldu ve savaş kazanıldı; hatta daha çok cesur oldu. İngiliz, Amerikan ve Alman istihbaratının desteklediği bir darbe planıydı. Bir hafta öncesinde Baran Dergisi’nin kapağında “Oyun Büyük Plân Şeytanî” demiştik ve kapağın altında “sen bu oyuna hazır mısın?” diye okurlarımıza sormuştuk; görülen o ki halk buna hazırmış. IŞİD’in yaptığı iddia edilen havalimanı saldırısı da bu planın bir parçasıydı; fakat tankların önüne atılacak halk hesaplanmamıştı. Her şey planlanmıştı. Batı ve Amerika, Mısır’da olduğu gibi eğer darbeciler muvaffak olsaydı Türkiye’de darbecileri destekleyecek idi. Bakmayın şimdi başarısız oldu diye kınadıklarına.

Aslında Türkiye’deki kavga Batıcı-İslâmcı kavgasıdır. Müslümanların Ak Parti’ye olan desteği de bu minvaldedir. Mesele şahıs veya parti meselesi değildir; Müslüman Anadolu halkının var kalmak ile yok olmak meselesidir. MHP’nin tavrı yiğitçeydi. CHP biraz geç de olsa tavır aldı. Aslında mevzu millî ve gayrı millî savaşıdır. Bu çok açıktır. Batı şemsiyesinde nefsânî özgürlük ve sömürgeleşme mi, İslâm’ın şemsiyesi altında insanî hürriyet ve paylaşımcı bir nizam mı? Bu kadar hâdiseden sonra hâlâ safını seçmeyenler varsa şunu belirtelim ki: Taraf olmayan bertaraf olur!

Baran Dergisi 497. Sayı