Sokağa, okula, karakola, kışlaya hâkim olmanın zaruretini bu günlerde daha iyi idrak ediyoruz. Bedel ödediğimiz şeye kararlılıkla sahip çıkıyoruz.
Yıllardır boş bıraktığımız veya layıkıyla dolduramadığımız askerî, adlî, eğitim-öğretim vs. alanlar Müslüman kisveli hain yapılanma tarafından istihdam edilmiş ve böylece Anadolu topraklarında Batıcı işgal sürdürülmek istenmiştir. 15 Temmuz Halk Hareketi, Tanzimat’tan beri süren Batıcı darbelere karşı topyekûn bir isyan patlaması oldu.

“Tankların önüne ilk biz çıktık” hesabı değil, topyekûn bir milletin kendinden zuhuru oldu. Anadolu’nun ayağa kalkışı; öyle ki birahaneden çıkıp tankların önüne yatanlara varıncaya kadar… Binlerce tablodan bir misal: Üsküdar’da Çevik Kuvvet’i teslim almaya gelen asker bozuntularının karşısına çıkan pasif görevdeki zabıta amiri, “halka ateş edecek kadar şerefsiz misin?” diye göğsüyle durdurmuştu. Gürültüyü duyan Selamsız’ın çingeneleri “yettik Alaaddin abi” diye yetişmişlerdi.

Darbeciler halktan kopuktular. İmanlarına değil, abilerine ve Amerika’ya güvendiler. Ayakları birbirine dolandı ve yüzüstü kapaklandılar. Halkı tanımamak ve değerlerini bilmemek hatasını geçmişte sol örgütler de yaptı ve en güçlü oldukları dönemde geriye saydılar. Halk, hissiyatını İBDA’nın dilinde buluyor, çünkü İslâm ile yoğurulmuş bu topraklarda zuhur etmiş ve Batı’ya karşı fikirde ve fiilde sistemli sözcüsü olmuştur. Halkın vicdanında makes bulmak ve meşruiyet mevzuu… Tepeden inme devrimlerin tutunamamasının sebebi de bu. İthal devrim ve darbeler birliği bozdu ve kargaşaya yol açtı; ama bir muvazene getiremedi. Aslında Batı’nın bizler için istediği de budur.

Türkiye’nin birlik ve beraberlik içinde güçlü bir ülke olmasını Batı istemez, İran ve Rusya da istemez. Devletlerarası ilişkilerde çıkarlar belirleyicidir. Fakat Türkiye Batı emperyalizminin yörüngesinden çıkıp millî politikalar geliştirdiği için hedeftedir. FETÖ de bunun taşeronudur. Tayyip Erdoğan’a düşmanlığı da bundan dolayıdır. Halk da bu sebeple Tayyip Erdoğan’ı seviyor ve tutuyor. Doğru siyaset izledikçe ve halkın değerlerine sahip oldukça da desteklemeye devam edecek-edeceğiz!

Zaten darbe ile planlanan bir iç savaşa yol açmak idi. Tetikçi ve hâin FETÖ ile bu temin edilecekti. Bölge buna müsait idi. İç karışıklıklarda istifade ederek istedikleri politikayı güdecekler ve İslâm’ın zuhuruna da set çekeceklerdi. Ama suların nereye doğru aktığını ABD ve CIA hesaplayamamıştı. FETÖ’cü ahmaklarla bu kaçıncı yenilgisi? “Asrın projesi” çatır çatır çöküyor. Artık yeni bir devir doğuyor. Yeni dünya düzeni teklifi bizden çıkıyor.

Amerika ve İngiltere’nin Suriye ve Irak’ta IŞİD’le oynadığı gibi, bu topraklar FETÖ veya IŞİD  ile oyun kurmaya müsait değil. Çünkü Anadolu Osmanlı bakiyesi. IŞİD ise nevzuhur. İçlerindeki samimî Müslümanları kullanabilirler; fakat her ne kadar propaganda etseler de o zihniyeti bu topraklarda yeşertemezler. Bazıları sevmese bile Sünnî akidesi buna engel…
Halkın şehidliğe koşmasına eşlik eden duygu dolu salâların 15 Temmuzla ahengi çok anlamlı. Şehid Halil Kantarcı’nın son mesajında da ifadesini bulduğu gibi: “Millî iradenin muhteşem sembolü: EZAN-I MUHAMMEDΔ…

Şehid gönüldaş Halil Kantarcı Adem Özköse’ye “biz şehid olmalıyız!” demiş idi. Gönüldaşımız Yakup Köse de aynı sözlere şöyle muhatab olmuş: “Sistemin  bu kadar kirini çektik, bizi ancak şehidlik kurtarır.” Halbuki gençliğini cezaevinde yaşamıştı, dokuz yıla yakın yatmıştı; fakat İslâm’ın derdini ve toplumun ıstırabını duyan biri olarak bunları söylemiş idi. Allah rahmet etsin, Allah şefaatini nasip etsin.

Boğaziçi Köprüsü’ne “15 Temmuz Şehidler Köprüsü” ismi verilmesi isabetli oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şehidler listesini panolaştırması da güzeldi. Tankların altında ezilerek iki bacağını kaybeden Vahide Şefkatlioğlu ve şehid olan eşi Mehmet Şefik Şevkatlioğlu, kendisine emanet edilen makamı işgal etmeye gelen darbecilerin başındaki generali gözünü kırpmadan alnının çatından vuran ve akabinde şehid edilen astsubay Ömer Halisdemir, profesörlük unvanına bakmadan meydanda can veren İlhan Varank, Çengelköy’de darbecilerle çatışan ve can veren onlarca şehid, 16 yaşındaki gencecik oğlu Abdullah Tayyip Olçok ile birlikte şehid düşen Erol Olçok... Hepsi Batıcı işgale karşı bu vatanı savunurken şehid oldular ve tarihimize önemli bir not düştüler.

Zaferin ardından da muhasebe yapılmalı; zaferi korumak ve gurura kapılmamak için. Zaten düşmanın uyumayacağı ve yeni planlar peşinde gezeceğini biliyoruz. “Tehlike henüz geçmedi” deniyor. Zayıf olduğumuz ve boş bıraktığımız alanlardan saldırıyorlar. Savaşın kuralı bu; seyirci değil, oyuncu olmalıyız. Biz sağlam olur ve siyasî yönlendirmelerde ferasetli olursak mesele yok. Her şeyden önce kendi sistem ve siyasetimizin şuurunda davranırsak, her planları da bozulur. Gafil olmamak ve hayatın her sahasını İslâm’a göre doldurmak zorundayız! Sanat, siyaset, kültür, eğitim, iktisat, medya, ordu vs. her sahada teşkilatlanmak zorundayız! Ve bunun sürekliliğinin temini… Yenilenen iman ve heyecanla, 15 Temmuz ruhuyla…

Artık Müslümanlar belirleyici olacak, İslâm’ın düzenleyiciliği altında herkese adilane yer gösterilecek. Müslümanlar sadece oyun bozan değil, aynı zamanda sahada oyun kuran olacaktır. Müslümanlar kendi geleceğini ve ülkelerinin geleceğini belirleyecektir.

Bu haberi gazetede okuyunca şaşırdım. Feto’nun maaşı 15 Temmuz’dan sonra kesilmiş. Bu ne aymazlık? Bürokrasi ve hükümetin hâli, halkın 15 Temmuz’daki hâline uymalı. Düşman bizim üzerimize gelmeden biz onun üzerine varmalıyız. Ceddimizin yaptığı gibi.

Demokrasi kelimesi esarete ve haksızlığa karşı mânâsında kullanılıyor. Batı rejimleri mânâsında değil. Yoksa onlardan bize bir hayır gelmez. Bu kelimenin “şehid” ile kullanımı ise pek uygun değil. Bir zulme isyan ve Müslüman halkın infiali var; işin özü bu. Kelimelere takılmıyoruz, işaretleyip geçiyoruz. Bunun gibi başka örnekler de var; ama niyetler ve bulunulan saf mühim. Millî-gayrımillî ayrımını yapıyoruz. Batı ve İslâm savaşı, Haçlı seferi, emperyalizm ve karşıtları da diyebiliriz.

Allah bir gecede kalbleri ve toplumları değiştirirmiş. Şehidlikten uzak yaşayan insanların bir gecede şehidliğe bu kadar gönüllü atılmaları bu hikmeti hatırlattı bana. Allah zamanımızı yakınlaştırıyor. Hızlı ve hayırlı gelişmelere şahid olacağız anlaşılan.

Mısır’da olanları Türkiye’de gerçekleştiremediler. Sadece sivil direniş değil, gerektiğinde silahlı direnişe de geçeceğini halk gösterdi. Silahlanıp meydanlara çıkanlar oldu. Bu şekilde bedenleriyle müdahale pek yerinde idi, düşmanın silah sesi de duyması caydırıcılık açısından önemli. Çünkü korku kalbleri bekler ve cesur olanlar kazanır. Türk, Kürt, Arab, Çerkez, Laz Anadolu’nun Müslüman halkı tek yürek oldu; millet oldu. Milletimiz Mısır gibi olmak istemedi. Gerektiğinde yer altına inmenin ve silahlı mücadelenin gerekliliğini işaret açısından uyarıcı oldu. Dinimizi, vatanımızı, namusumuzu kaybetmemek için her türlü silahlı mücadele şart ve Mısır’da patır patır vurulan ve hâlâ silahlı mücadeleye girmeyen Müslümanlardan ibret alınmış olarak… Esprili bir dille söylersek, demokrasiyi biz doğru anlıyoruz. Çünkü işin özü, hakikate esarettir, Allah’a kul olarak gerçek özgürlüğe adım atmaktır.

“Artık ordu-millet yok, millet-ordu var” şeklinde BD-İBDA’nın tesbiti de 15 Temmuz gecesi tescillendi ve Üstad’ın “Gelir” şiirinin son beytinin tecellisine şahid olduk:

“Kal’anın burcunda çakar işaret;
Millet dalga dalga bayrağa gelir.”
 
Baran Dergisi 498. Sayı