Öncelikle şort nedir? Bir bakalım:
“Şort, genellikle bazı sporları yaparken giyilen, paçaları dizlerin yukarısında olan kısa pantolon. Şort kelimesi, İngilizce short (kısa) kelimesinin okunuşu olarak Türkçeye girmiştir. Temel yapısı bakımından don ile aynı olmakla birlikte dondan farkı iç giyim amaçlı değil gündelik hayatta dış giyim amaçlı kullanılmasıyla ayrılanlarına niteleme amacıyla denilir. Şort aynı zamanda paçası bacağa yapışmayan açık dökümlü kesim dikimli giysidir. Dış giyim amacıyla kullanımda yaz aylarında erkek ve kadınların giydiği diz üzerinde paçası sona eren kısa kesimli bir tür pantolonu ifade ederken aynı zamanda ferdî ve takım sporlarının birçoğunda kullanılan giysi için de kullanılır. Spor amaçlı olarak üretilenler bel kısmından lastikli ve lastik yanından geçen ayrıca bir de fitil uçkuru barındırır. Gündelik hayatta dış giyim amacıyla genel amaçlı kullanılanlar ise belden kemerlidir. Bermuda şort gibi özel biçimleri vardır.”

Kadınlar tarafından şort ilk kez Amerika’da 1937 yılında giyilmiş. Türkiye’de ise 1970’li yıllarda Filiz Akın modası olarak yaygınlaşmış.

Geçtiğimiz hafta yaşanan “şort meselesi”, gazete ve televizyonlardan yansıtıldığı kadarıyla, kısaca şöyle: Ayşegül Terzi isimli bir kızcağız otobüste şortuyla giderken, kendini bilmez bir “barbar”, bir “vatan haini”, bir “yobaz”, hem şortuna, hem kendisine saldırmış, otobüs yolcularının gözü önünde kızcağızı dövmüş. Sebeb ise kızın şort giymesi imiş. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilmem. Gazeteler böyle yazıyor, televizyonlar böyle haber veriyor.

Olay üzerine yurt çapında, başını CHP’lilerin çektiği bir protesto zinciri yaşandı. Kısaca bu protestolara bakalım:

“CHP Bodrum İlçe Kadın Kolları Başkanlığı, şort giydiği için sözlü ve fizikî saldırıya uğrayan Ayşegül Terzi’ye destek vermek için parti binasında basın açıklaması yaptı:

- “Bayramın birinci günü, bindiği belediye otobüsünde, kıyafeti nedeni ile A.T’ye yapılan, sözlü ve fiziksel saldırıyı, şiddetle kınıyoruz. Ayşegül T., mevcut hükümetin, kadını ikinci sınıf gören söylemlerinden ve uygulamalarından cesaret alarak, kadına şiddetin doğal ve meşru olduğunu düşünen zihniyetin, son kurbanlarından biridir. Kadını her alanda esir alan bu anlayış bu kez, otobüsün içinde kendini göstermiştir. 14 yıllık mevcut zihniyet, kadının özgürleşmesinin önünde en büyük engeldir. CHP’li kadınlar olarak laiklik, çağdaşlık demokrasi bizim vazgeçilmezimizdir. Biz inançların ve fikir özgürlüklerinin siyasete alet edilmesine karşıyız. Biz Atatürk devrimlerinin uygulayıcısı ve savunucusu kadınlar olarak, kadın-erkek eşitliği temelinde mücadelemizi sürdürmeye, başı örtülü veya açık tüm kadınlarımızın haklarını, sonuna kadar aramaya kararlıyız. Kadınların toplumda, eşit ve özgür bireyler olarak yaşamalarının önündeki her türlü engel, bizim mücadele alanımız olacaktır. Ayşegül’e atılan tekme laikliğe, özgürlüğe, insan haklarına atılan tekmedir. Adalet önünde, hak arama yolunda yalnız değilsin Ayşegül. Biz kadın erkek eşitliğinin, laik, çağdaş ve demokratik bir toplumun en temel belirleyici unsuru olduğuna inanmaya ve mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi, ‘kadın gülerse, toplum güler.’ Kadınlar için özgürlük ve adalet Cumhuriyet Halk Partisi ile gelecek.”

CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen ise “Olayın ardından Cumhurbaşkanımızdan bu konuyu kınayan bir cümle alamadık. Cumhurbaşkanımızdan ve eşinden de bununla ilgili açıklama duymak her vatandaşımızın hakkıydı” dedi.

Mesele “şort” olunca ilk tepkinin Bodrum’lu CHP’lilerden gelmesi normal tabiî. Fakat anormal olan, bu “şort” meselesinin, ne vakit “laikliğin, Atatürkçülüğün, demokrasinin” meselesi hâline geldiği? Üstelik şortlu kadının saldırıya uğraması üzerine, Cumhurbaşkanı nasıl bir açıklama yapmalıydı? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da kesmemiş, Cumhurbaşkanı filan da kınamalıymış meğer. Meğer ne kadar ideolojik bir giysiymiş şort. Meğer laikliğin ve Atatürkçülüğün bir “simgesiymiş” bu giysi.

Meselâ yarın da bir kadın örgütü bu olayla ilgili Taksim’de bir protesto gerçekleştirecek. HDP filan da olayı kınadı zaten. PKK’ya yakın sosyal medya hesapları filan da coştu. Mesele “şort” olunca, bütün “muhalif kanat”ın bir araya gelip, “şortlu kadına dokunma” demeye başlaması insanı işkillendiriyor ister istemez.

İşkillenmekte haklıymışız meğer. Meral Taner 9 Ağustos 2013 tarihli Milliyet yazısında, bütün gerçeği açıklamış. Okuyalım:

- “Kendim de şort giyerim, ama yerine göre tabii... Tatil yöresinde giyebileceğim şortla kalkıp da markete, hastaneye, postaneye gitmeyi aklımın ucundan geçirmem. Ne var ki günlük market alışverişini yaptığım Akmerkez Macrocenter’de de, Etiler Gurme Carrefour’da da bu yaz başından beri minnacık şortlarıyla gelen kadınlar dikkatimi çekiyor. Hani öyle tatilden gelmiş ve hemen geri dönecek gibi yanık bir halleri de yok; frapan tipler de değiller... Geçen gün rutin kan ve idrar tahlillerim için yıllardır müdavimi olduğum Biruni Laboratuarı’na gittim; orada da tahlil için gelmiş şortlu kadınlara rastlamaz mıyım?

Bu ilk kez oluyor… Bitmedi; hafta başında bir muayene için gittiğim Amerikan Hastanesi’nde sıramı bekliyordum. Baktım, 50-55 yaşlarında bir hanım, bacaklarını neredeyse kasıklarına kadar açıkta bırakan kısacık şortu ve yanında eşiyle birlikte gelip karşımdaki koltuklara oturdular. Hangisi hastaydı bilmiyorum, ama hastaneye gitmenin de bir adabı yok mudur? Her türlü aykırı davranışa ve değişik fikre açık olan ben, galiba hayatta galiba ilk kez bir şeyi bayağı yadırgıyorum. (…) Hele geçen hafta İstanbul’da bir cenaze evinde, yine orta yaş üstü bir hanımı, ancak tatil beldesinde giyilebilecek kısalıkta bir şortla görünce “pes artık” dedim. Umarım cenazeye de aynı şortla gitmemiştir. Bu bayram eminim, bayram ziyaretlerine de kısacık şortlarla gidenler olacaktır.

Acaba diyorum, özellikle orta yaş ve üstü kadınlarda beni rahatsız eden bu kısacık şortlar, Başbakan Erdoğan’ın giderek otoriterleşen ve muhafazakârlık dozu artan iktidarına karşı, laik kesimden yükselen bir tepki şekli mi? “Senin yandaşların kapandıkça ben açılacağım!” “Hamileler sokağa çıkmasın mı diyorsunuz, ben inadıma karnımı daha da ortaya çıkartan dar tişörtler giyeceğim!” Örnekleri çoğaltabiliriz. Galiba bu ihtimali de dışlamamak lazım.”

Meğer üç yıldır hazırlanıyorlarmış. Meğer laikliğin ve Atatürkçülüğün şortlu savunucuları bunun için gizlice örgütlenmişler. Şort’un “siyasi bir simge” olduğu gerçeğini gizlemeyi başarmışlar. Meğer mesele, bir kadına otobüste uygulanan “şiddeti” protesto gibi masumane bir şey değilmiş. Şort imiş. Saldırganın “dindar bir yobaz” olduğu vurgusu filan hep bundanmış. Olan da her şeyden habersiz şortlu kız A. T.’ye olmuş.

Ey kadın örgütleri, şortu siyasete âlet edenlerin bu oyununu bozun!?
 
NOT: Bizim de emekçileri arasında olduğumuz Akademya Kültür Sanat ve Eğitim Derneği’nin 17 Eylül 2016’da Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde Yılmaz Aksu’nun Türkçe ve İngilizce olarak yaptığı “Ahlâk ve Hukuk” konuşmasıyla açılan 2016-2017 kültür-sanat sezonu, 24 Eylül’de Akademya Madde Bağımlılığı Araştırmaları Koordinatörü Özcan Özkan’ın yaptığı “Bağımlılıkla Mücadele mi Dediniz?” konuşmasıyla devam ettikten sonra, bu haftasonu da 1 Ekim Cumartesi saat 14:00’de Yusuf Kaplan hocamızın “Medeniyet Neresi? Uygarlık Nereye Düşer?” başlıklı konferansıyla sürecek. 

Baran Dergisi 507. Sayı