Bugünlerde belli çevrelerde konuşulan ve gelecek vadecek bir kavram: Sosyal Robotik. Öncelikle Robotiğin ne olduğuna değinelim. Robotik, günlük yaşantımızda veya endüstride herhangi bir işin daha kolay, daha hızlı ve daha çabuk yapılması için tasarlanan robotların bilimine verilen ad. Cynthiaa Breazeal tarafından robotların tıpkı beyaz eşyalarımız gibi hayatımızda son derece aktif olmasını öngören robotik anlayışı ise Sosyal Robotik olarak adlandırılmakta… Günlük hayattaki ev süpürmekten, güvenliğe, çocuk uyutmaktan, egzersize kadar birçok işi halletmesi planlanan bu robotikte belli başlı adımlar atıldı ve belli bir ilerleme kaydedildi. Tabii istenilen aşamaya ulaşılabilmiş değil. Burada Breazeal tarafından şöyle bir probleme dikkat edilmiş: Bu şekilde bir teknoloji geliştirebilmek ve insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmek için öncelikle insanların teknolojiyle kurduğu etkileşimi incelemiş. Yaptığı araştırmalarla şöyle bir sonuca varmış: Geliştirdiğimiz teknoloji fert olarak bize –özellikle duygusal mânâda- ne kadar benzerse onunla kurduğumuz ilişki o kadar yakın ve sağlam oluyor. Bunu en iyi şekilde izah eden ise şu durum: Birçoğumuza hayvanlardan veya hayvan haklarından bahsedildiğinde nedense aklımıza hep kedi, köpek gibi yaygın diyebileceğimiz hayvanlar gelir. Mesela birçok hayvansever(!) bir köpeğe son derece acırken ve ilgi gösterirken, bastığı topraktaki hayvanları hiç umursamaz veya aklına bile gelmez. Bu durumun psikologlarca izahı, kedi, köpek gibi hayvanların bizimkilere benzer duygusal hâller göstermesi veya “bize göre” gösteriyor olması. İşte bunun gibi son derece bize yakın bir şekilde geliştirilecek olursa robotların da hayatımızda son derece aktif bir şekilde yer alacağını savunuyor Breazeal. Burada Breazeal’in atladığı önemli sorular var sorulması gereken: Fertteki kendi dışındakilerle empati kurmasını sağlayacak ortak “duygu”nun kaynağı ne? Sırf akıl ve mantıksa eğer o zaman karıncalarla veya bir eşekle çok daha sıkı bir bağ kurmamız gerekmez miydi? Ve neden o zaman nankör (!) olarak adlandırdığım kedilerle çok yakından ilişki kuruyorum? Hepsinden öte neden ben kendi dışımda bir varlıkla etkileşim kurmak isteyeyim veya ihtiyaç duyayım? Eğer varlığımı devam ettirmek için gerekli “ihtiyaç”larımı karşılamaksa ihtiyaç ne ve neye göre belirleniyor? Baştan belirtmek gerekirse tüm bu sorularımızın cevabı “ruh”tur. Çünkü birçok şeyin olduğu gibi duygularımızın kaynağı da ruhtur. Öyleyse sosyal robotikte amacına uygun bir teknoloji geliştirilecekse ele alınması gereken “ferdin ruhu”nun o teknoloji ile kurduğu ilişkinin kendisi ve sonuçları değil, bizzat o ilişkiyi de belirleyen “ruh”un kendisi olmalıdır bence. Zaten duyulan varlık da ruha dirençle temayüz etmektedir. Keza “suretler olmadan mânâlar ebediyen tecelli etmez” doğrusunu da göz önüne alırsak varlığın zorunluluğunu ve ruhun akis yeri olduğunu kestiririz. Doğrudan ya da dolaylı olarak günümüzde robotlardan, bilgisayarlara, arabalardan, uçak gemilerine kadar birçok gelişmiş aygıt, teknolojinin bir ürünüdür. Teknoloji kelimesi ise teknik’ten türemiş bir kelimedir. Peki, teknik nedir? Teknikse ruha direnç gösteren “varlığı” kavramak için geliştirilen “yapma varlık”tır. (Necip Fazıl’la Başbaşa, sh. 95) Aslında Batı tefekkürünün düştüğü hatalardan biri de bu olsa gerek. Yukarıda belirttiğimize benzer şekilde Batı, teknoloji/tekniği de meydana getiren “ruh”u boşvermiş, o “ruh”un “meydana getirdiği” üzerinde yoğunlaşmıştır.

Sosyal robotik fikir olarak hoş, fakat netice itibariyle, bağlı olması gereken ruhçu mihrakın emrinde olmadığı için yine beyhude bir çaba olarak kalacak, ötelere bağlı itikadları pörsütecek, ferdi giderek daha da robotlaştıracak ve Batı’nın kültür emperyalizmine hizmet etmekten öteye geçmeyecektir. Bununla birlikte her ihtiyacı robotlarla sağlamanın neticesinde insanlar arası ilişkileri zayıflatması da olası görünüyor. Sosyal robotiği hoş bulmamın sebebi ise dünya görüşümüzün “fildişi kaldırımlar” metaforunu intiba ettirmesidir. Nitekim sosyal robotikle murad edilen ileri teknolojik dünya, ruhla uyumlu bir estetik içinde belki enerji problemi bile olmayacak şekilde aslını bizim nizamımızda bulacaktır!
 
Baran Dergisi 492. Sayı