Türkiye’de yeni bir oluşum var. Son günlerde cemaatler ve tarikatlar üzerinden bir karalama kampanyası başlattılar. Müslümanları küçük düşürmek, alaya almak, değerlerini hiçe saymak, kutsallarına saldırmak için her türlü şeyi malzeme yapıyorlar.
Özellikle ABD’nin “Dini Özgürlükler Raporu” yayınlandıktan sonra, sosyal medya üzerinden kendini “sol” olarak tanımlayan haber siteleri ve grupları, sanki “efendilerinden” işareti almış gibi bu tür yayın ve iftiralarına başlayıverdiler.
Ne vardı o raporda? “Hükümet Türkiye’deki tarikat ve cemaatlere yönelik resmî yasağı zorlamıyor; bu gruplar yaygın ve aktif olmayı sürdürüyor.”
Rapordaki kilit cümle bu. 10 gün kadar önce Akit gazetesinde bu konuda bir yazı yazmış ve sormuştum: “Bakalım, Türkiye bu ikazlara nasıl bir cevap verecek?”
Cevap kendilerini “sol” olarak tarif eden kesimden geldi. Onlara Tasavvuf düşmanı tayfa da var gücüyle destek verdi.
En bariz örneği “Menzil” tarikatı ile ilgili karalamalardı. Saçma sapan, çirkin bir şekilde süslenmiş, boncuk ve parlak cisimlerle kaplanmış koltuk gibi bir şeye oturmuş takkeli bir genç, etrafında takkeli insanlar. Manşeti şöyle attılar: “Menzil şeyhinin torunu altın kakmalı tahtta oturuyor.” Sonra gelsin yorumlar, küfürler, hakaretler. Sanki bir düğmeye basılmış gibi bir elden dağıtılan fotoğraflar, önce küçük haber gruplarında yayılan, sonra Cumhuriyet gazetesine kadar giren, oradan en son Hürriyet’in sayfalarında yer alan “yalanlar”.
Sonradan Menzil şeyhinin torunu olmadığı, o fotoğrafın düğünden çekildiği filan anlaşılsa da ne gam. Gerekli linç gerçekleşmiş, bir tarikat “işte bunlar devlet bürokrasisinde kadrolaşıyor” şeklinde haberler eşliğinde hedefe oturtulmuştur.
Bu tür saldırılar mevzu olunca T24’ten Hürriyet’e kadar birleşiveren bu güruh karşısında İslâmcıların tavrı yine içler acısı bir manzaraya bürünüyor. Çünkü tasavvuf düşmanı tayfa, zaten bu halkın değerlerini dinamitlemek için fırsat kolluyor. Öbür tarafta hükümete muhaliflik yapacağım derken “İslâmî değerlere” saldırıldığını göremeyecek kadar körleşen tayfa da bu saldırganlığa destek veriyor. Büyük medya gruplarını elinde bulunduran ve halkın değerlerine saygılı yayıncılar ise bu saldırılar karşısında gerekli tavrı geliştiremiyor. Ya görmezden geliyor, ya da cılız bir yayıncılık yapıyorlar. Sosyal medyada bir takım itirazlar dışında güçlü, “tek vücut” bir ses çıkmıyor. Menzil’e yapılan linç de halihazırda devam ediyor.
En taze örnek de halihazırda yaşanıyor. Geçen yıl Akademya’nın düzenlediği “Yürüyen Büyük Doğu Sempozyumu”na bir bildiri ile katılan genç bir ilahiyat öğrencisinin konuşmasından cımbızla çekilen bir “misal”, önce küçük bir ateist sayfada paylaşılıyor, konuşmacı hanıma küfürler, hakaretler başlıyor. Ardından onun “büyük abisi” bir sözlükte linç başlıyor. Derken kendini “sol” olarak tarif eden irili ufaklı haber sayfaları lince katılıyor. Cumhuriyet’ten sonra Hürriyet de aynı yolu izleyerek saldırgan çarpıtmaya yer veriyor. Koca koca gazeteler de bu “çarpıtılmış” haberi yayınlarken, durun bakalım neymiş bunun aslı demiyor. Doğrusu bu saldırı ve linç odakları, efendilerinden aldıkları işaretin gereğini hakkıyla yerine getiriyorlar.
Bu “linç” güruhunun, Claude Levi Strauss’un “Hepimiz Yamyamız” başlıklı tezinin canlı birer örnekleri olduğunu düşünmeden edemiyorum. Hatırladığım kadarıyla Yeni Gine’deki “kuru” denilen hastalığın sebebini bulamadıklarından bahsedip, bunun bir tür “yamyamlık”tan kalma hastalık olduğunu anlatıyordu. İnsan etinden bulaşan virüs… Daha sonra Batı’da insan beyninden alınan bir parçayla tedavi edilen çocuklarda ortaya çıkan bir hastalığın “kuru” hastalığıyla benzerlik göstermesinin “yamyamlık” ihtimalini güçlendirdiğini…
İşte bu linç güruhu da, hiç tanımadıkları insanlar hakkında, bir ibadet coşkusuyla atıp tutan, içlerindeki pisliği kusan, gördüğümüz her yerde midemizi bulandıran bir soy olarak “yamyam”dan farksızdır. Genlerindeki “insan eti yemenin” zevkini (!) sosyal olarak tatmin eden bir güruh var karşımızda.
Mesela kendini güya “sol” olarak tanımlayan, fakat bütün gayesi İslâm’ın ve Müslümanların kutsalları ile alay etmek olan, “antiemperyalizmi” ABD ile iş tutarak Müslümanlara saldırmak zanneden bu “sosyal yamyamlara”, “insan olmak”tan bahsetmek imkânsızdır.
Çünkü lisanlarında bunun karşılığı yoktur, “insan olmaktan” tiksinirler ve nerede bir “insan” görseler, onu çiğ çiğ yemek için salyalarını akıtmaya başlarlar. Tam bir antropolojik vakıadırlar.
İsmail Kılıçarslan gibi bitireyim. Ne diyordu Strauss: “Japonca gibi kişi zamiri kullanmaktan tiksinen bir dile, Descartes’ın "Düşünüyorum, öyleyse varım"ı kesinlikle tercüme edilemez.”
 
Baran Dergisi 556. Sayı