Milletlerin bağımsızlığında üç esas unsur vardır;  Fikirde, Ahlakta, Eylemde kendiyle, halkıyla, komşularıyla barışık olmak… Bunlardan herhangi biri eksik olduğunda gerçek bir bağımsızlıktan bahsetmek imkansız hale gelir…
Hangi örgütsel yapıda olunursa olsun; kendi halkının öz kültürüne yabancı, kahramanlarına uzak, alimlerine saygısız bağımsızlık yanlısı hareketler, hakikatte kendi milletine karşı savaşan ve onları ezmeye, gütmeye çalışan bir başka güçtürler. Ellerine geçirdikleri imkanlar yada şartların getirdiği sebepler neticesi halkını idare etmeye kalkan bu yapıda ve anlayışta ki örgütler, devrim ve bağımsızlık mücadelesinde kültür emperyalizmine, kültürel yabancılaşmaya ve milli şuur çözülmesine her defasında yenik düşmektedirler. Sebebi gayet basit olan bu mesele; hiçbir millet yabancı olduğu bir kültür, inanç ve ahlak için varını-yoğunu feda etmez keskinliğinde hayat bulmaktadır. Allahsız bir rejime Kürd’ün muhabbet duyması, dini ve örfi anlayışları afyon, melanet, ilkel davranış olarak tanımlayan Marksist, Leninist, Maoist anlayışlara Kürd’ün ruhunun kapısını açması onun felaketi olmaya başlamıştır. Nihayetinde bu tür hareketlerin tarihi seyri malumdur ki; hiçbiri milletlerin derdine derman olmamış, aksine onların; ruhsuz, fikirsiz ve kendilerini boşlukta hissetmeleri sebebi ile ekonomik, siyasi, fizyolojik ve psikolojik travmalara trajedilere düşmelerine sebeb olmuştur. 1990 itibari ile kitleler halinde süren bu trajedi ve travmalar hali hazırda bu milletlerin başka milletlerin fuhuş kaynakları, işçi ve emekçi kaynakları olmanın dışında bir şey olmamıştır.
Bu, Kürd’ü Marksist ideoloji ile yetiştirmeye ve eğitmeye çalışıp diğer yandan çok uluslu güçlerin, şirketlerin ve İsrail gibi sicili bozuk devletlerin aynası hükmünde fikir ve eylem beyan etmek ortaya koymak, aslında “Kürd’ün kendi öz Milli Şuuru, Kültürü ve Ahlakı olmasında” ne olursa olsun, demektir. Kürd’ün tarihi geçmişini hiçe sayan, kültürel birikimini hafife olan bu durum kendi milletine güvenmemekten, inanmamaktan başka bir şey değildir. “Benim gibi düşünmeyen Kürd yanlış düşünüyordur”  ön yargılı tavrı, Kürd’ü aptal yerine koymaktan ve “Bu Kürdler cahildir, bilmezler” gibi kemalist aşağılamadan başka bir şey değildir. Ve biz, “üstünlüğü takvada gören biz”, Türk’ü Kürd’ü Arab’ı ; Fikirde, Ahlakta, Eylemde samimi, inançlı ve izzetli görmek isteyen biz, elbette Kürd’e yapılan böylesine bir muameleye şiddetle karşıyız… İsmail Beşikçi, Kemal Burkay gibi Kürt Solu Siyasi hareketinin bir dönem öncülüğünü yapmış insanları bir kalemde silmeye kalkışmak, Şivan Perwer gibi sanatçıların sırtından yıllarca nemalandıktan sonra ihanetle suçlamak feodalist hastalığın getirdiği nevrotik bir vakadır. Emperyalizme karşı savaşmak yerine, işin kolayına kaçıp kendi milletine, kavmine, kavminin dostlarına komşularına savaş açmak, düşmanlık beslemek herhalde kolay anlaşılır bir şey değildir. Bu insanlar Kürt kültürünün bir parçasıdır, eksik veya gedik. Ama Marks Kürt kültürünün neresindedir, İsrail Kürt kültürünün neresindedir.
Feodalite bir rejim değil, feodal’da siyasi bir unsur değildir fakat güçlerini fikirle yeterince olgunlaştıramamış örgütler veya kadrolar için, tenkid ederken içinde kayboldukları ve bilfiil tenkid ettikleriyle aynileştikleri bir sosyal olgudur… Daha açıkçası, Fikir-Ahlak-Eylem üçlemesinden bütün fikir şartı ve sistem şuuru çıkaramayanlar bu hastalığa kapılmaktan kurtulamazlar ve örgütsel düzenleri feodal bir yapı halini alır. Yeni bir yıkılması gereken “feodal yapı” olarak cemiyet içinde yer alan bu gruplar, örgütler kesinlikle “tıpkı feodallerde olduğu gibi” yanlış yaptıklarını, yapabileceklerini kabullenmezler… Onlara göre kesinlikle yanlış yapan halktır, çünkü onlar bilmezler, halkı çabucak aldatılabilen, kandırılabilen sürü yerine koyarlar ve yine onlara göre kendileri gibi düşünmeyenler ajandır, düşmandır… Göz öylesine körleşir ki, kendi halkının ileri gelenlerini, bilgelerini, sanatçılarını, vekillerini, alimlerini infaz etmeyi meşru görür. Sonra da geçer bu haline delil-delavet arar. Oysa bu durumu bir Kürd atasözü ile ifade edecek olursak; “Şahdê rovi duvkê wiye. - Tilkinin şahidi kuyruğudur.” ‘den başka bir şey değildir.
Merak edilen bir şey var; siz neye karşısınız ve ne teklif ediyorsunuz? Burası inanılmaz derecede mühimdir. Teklif ettiğiniz sistemin emperyalistlerle ilgisi ne? Hangi kültürü milletiniz için uygun görüyorsunuz, Laik Kemalistlerin pırıl pırıl! demokrasileri gözlerinizi kamaştırdı da sizde mi batlılılaşmak, uygarlaşmak istiyorsunuz? Peki ya Şeyh Said Niçin şehid oldu; Obama için mi, Marks için mi, İsrail için mi? Ahmede Xani nasıl bir Kürd tahayyül ediyordu, Allah’a, kitaba söven, dine imana hakaret eden, kendi gibi düşünmeyen Kürd’ü ihanetle suçlayıp kıran bir Kürd Milleti mi hayal ediyordu. Asla! Hiçbir Kürt buna rıza göstermediği gibi, Kürd’ün tarihinde yeretmiş hakiki- orijinal şahsiyetlerde buna rıza göstermemiştir. Sözü Mahabad Kürt Cumhuriyeti lideri Kadı Muhammed’e havale edersek; “Allah'a ve Peygamberine inanın ve Allah'tan gelen her şeye güvenin ve mümkün olduğunca dini görevlerinizi (ibadetlerinizi) yerine getirin. Birlik ve beraberliği savunun, kötü işler yapmayın, özellikle sorumluluk ve hizmette birbirinizi kıskanmayın.”
Kürt Sol Siyasi hareketi Kürtlerle barışmak zorundadır, Kürtlerin kalplerini kazanmak için Kürt Milli Şuurunu ve ahlakını süsleyen Kürt tarihinin, edebiyatının, ilminin ender yetişen alimlerine, kahramanlarına, aydınlarına benzemek zorundadır… Kürd’ü Rus gibi değil, Avrupalı gibi değil, İsrailli gibi değil Kürd’ü Kürd gibi yetiştirmek için  onun inancıyla, ahlakıyla, giyimiyle, komşularıyla, davasıyla kendini uzlaştırmak zorundadır. “Hiçbir Kürt Amerikan payandası, İsrail ayakçısı, Rus hayranı değildir, olamazda” diyebilmeli ve bu deyişinin hakkını vermelidir. Kürdleri tehdit ederek, Kürt aydınlarını Kemalistlere benzer bir işkence ile ademe-yokluğa mahkum ederek, Kürd dünyasını, şirket mantığı ile müşteri olarak görüp, tekelleşme sağlayarak bir yere varılamayacağını bilmelidir. Laik Batıcı Türklerin 90 yıldır tek problemi malum olduğu üzere  başta İslam olmak üzere Anadolu’da yaşayan milletlerin inancı ve kültürüdür. Onları reddetmekle işe başlayan Laik batıcı Türkler, İslam cephesine toslamakla beraber aynı zamanda Kürt milletini de büsbütün karşılarına almışlardı. Uzatmadan laik batıcı Türkler İslam’a, kendi milletine ve Kürde düşmanlıktan başka nasıl bir halt bilmiyorlarsa laik batıcı Kürtlerde kendi milletine ve Türk’e düşmanlıktan başka bir şey bilmiyor. Her ikisi de “Laik Batıcı Kürt’te Laik Batıcı Kürt’te” ülkelerinin gerçek işgalcisi, sömürücüsü ve gençlerini kırdırıcısı fesat ve fitne takımı Siyonist Batıya karşı onurlu bir tavır almamaktadır. Aksine İsrail’le kolkola gezmeyi, ABD ile stratejik bilmem ne anlaşmaları imzalayıp birbirlerine karşı pusu kurmayı, ABD ve İsrail için kan dökmeyi “devrimcilik ve devletçilik” sanan zevatlar Kürd’ü, Türk’ü mahçup etmekte, başını yere eğdirmekte ve birbirlerine karşı nefretle bakmayı sağlamaktadır. Buraya bir not düşmekte fayda var. Komşusunun malını kundaklamak-yağmalamak devrimcilik değil aksine zulümdür. Kürd’ün başını öne eğdirmek, onu yaşadığı ortamda mahçup etmek ve yeni bir esaretin kapısını aralamaktır. Oysa Kürd’e onur ve izzet katacak, adından kahramanlar gibi söz ettirecek gerçek devrimcilik ve bağımsızlık mücadelesi; emperyalist odaklara, Siyonist işkencecilerin fesat yuvalarına, Anadolu’nun kanını emen Çok Uluslu Şirket ve uzantılarına, Batı ve batıcı siyasi örgüt ve tatbik edici –Mason, Rotary, NATO, İncirlik- gibi kurumlara karşı yapılandır. Kürt dünyası kendilerine böyle bir onur ve izzet katacak kahramanlarını özlemle bekliyor… Artık başı öne eğik, mahcup olmak istemiyor… Ancak belli ki bu komşusunun malını kundakçılıktan başka bir şey bilmeyenlerin işi değil. O zaman Kürt dünyası evlatlarından Kürd’ün tarihinde, kültüründe yeretmiş alimler, kahramanlar gibi davranmalarını istemek zorundadır. Buna zorlamalıdır.
Özetle Kürd’ün kabuğunu (cismaniyetini-cesedini) alıp ruhunu reddetmekten, inkar etmekten biran önce vazgeçmeli ve Kürd’e düşmanlığı, Kürd’ün şerefli ve izzetli tarihine bir yabancı gibi bakmağı bırakmalıdır. Molla Muhammed El-Karadağî(Milâdî 1798) gibi Süleymaniye’li bir alimin cesedini Kürt diye kabul edip, Kürt alim, Kürt edebiyatçı diye övünecek ama onun bağlı olduğu ruha sırtını döneceksin, böyle bir şey Kürtlere zulümdür, ihanettir onu cahilliğe mahkum etmektir. Fatih Sultan Mehmet’in hocalarından ve Bursa kadılarından Molla Goranî gibi izzetli ve şerefli bir Kürt alimini tanımak ve onun gibi davranmak, 19. yüzyılın en mühim şahsiyetlerinden Mevlânâ Halid Nakşibendî-i Şehrizorî Hazretlerinin (1777-1826) davasına sahip çıkmak, Melayê Batê’nin yazdığı Kürtçe Mevlüt, Ahmedê Xanê’nin yazdığı Nûbıhar, Siirtli Mela Xelil’in yazdığı ve dili Kürtçe olan Mehc’ül-Enam ve Ahmedê Xanê’nin Eqida İmanê kitabları Arabça-Kürtçe Lûgat ve ayrıca çok sayıda Arabça ve Kürtçe dinî kitab okutulduğu medreselere yol açmak emperyalizme karşı vurulacak en büyük darbedir. Ki eğer ki Kürt Solu-Siyasi Hareketi gerçekten Kürd’ün bağımsızlığına düşkünse ve bu hususta samimi ise…
Bizim tavrımız ise belli; Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun söyleyişiyle “Kavim, fikrin tecelli imkânıdır; buna nisbetle de, İslam’ın hakikatine yaklaşıldığı kadar kavim hakikati ortaya çıkar… Yani Kürt, Türk, Arab, ilkel bir psikoloji içinde kavmiyle böbürlenen değil, İslam’ın hakikatini yaşatandır... İnsan ve kavim, bu hakikate yaklaştığı kadar azizleşir, uzaklaştıkça da süflileşir… Anlaşılıyor ki değer keyfiyettedir; şu veya bu kavme ait olmak kimsenin elinde değildir ve insan ancak kendi emeği derecesinde şereflenir…”(Adımlar, Kürd’ün Meselesi)
 


Baran Dergisi, 220. Sayı