Üstad Necib Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinin kapağındaki şu sözü, bu mânâyı yok sayanlar için hâlâ ne kadar anlamlı:
— «Üzerimize bir milyon ton sükût külü döküyorlar!»
Üstad Necib Fazıl, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ve Mimar Cevat Ülger… Üzerlerine bir milyon ton sükût külü dökülen, “sükût suikastına” maruz bırakılan bir mânânın, bir davanın temsilcileri…
Cevat Ülger Karamehmetler ismini ilk duyduğumda lise yıllarında idim. Salih Mirzabeyoğlu’nun takdim yazısının yer aldığı bir kitabı vardı: “Ritmin Gücü ve Ritme Davet.” İBDA Külliyatı’nda da zaman zaman ismine rastlıyordum. Mimardı, karikatüristti, ressamdı, müzisyendi. Eski zaman sanatkârı, komple bir sanatçıydı. 44 gibi gencecik bir yaşta vefat etmişti ama ardında dağ gibi eserler ve dağ gibi bir şahsiyet bırakmıştı.
Cevat Ülger, Salih Mirzabeyoğlu’nun gençlik yıllarında tanıştığı ve “Şahsiyetinin verdiği ilham bahsinde, sadece, dünya çapında bir fikir tezgâhını temsil eden İBDA'yı göstermek yeter” dediği bir “âbide şahsiyet”. Evet, biz şanslıydık. Camianın daha yeni yeni tanıştığı Cevat Ülger ismi, bizim için bilinmez değildi.
İki yıl evveldi sanıyorum, Dergi Fuarı’nda Akademya standını ziyaret eden Abdullah Amca, bize İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk gençlik yıllarında Cevat Ülger’in yanına sık sık gittiğinden bahsederken, o günlerin hatırası ile gözleri yaşarmıştı. (Cevat Ülger’in vefat yıldönümü idi ve programa katılacaktı dinleyici olarak.) Abdullah Amca, o gün, zaten bildiğimiz bir şeyden bahsediyordu ama onun gözleri dolarken, biz neden onun kadar heyecanlanmıyorduk? Bizler için, İBDA Fikriyatına “muhatab” olmaya gayret edenler için, önemli köşe başlarından biri olan Cevat Ülger’i ne kadar tanıyorduk? Ezberlediklerimiz dışında, onun hayatını ve eserini ne kadar incelemiştik ve İBDA Mimarı’na “ilham veren” o hayatı anlayabilmiş miydik? O gün bu suallere cevab veremedik, bugün de tam anlamıyla verdiğimiz söylenemez.
Şöyle söylüyor İBDA Mimarı:
“İBDA'ya yol veriş bünyesini tahlil edecek olanlar, onda üç unsur göreceklerdir.
Birincisi, Necip Fazıl...
İkincisi, Muhammed Şerif…
Üçüncüsü, Cevat Ülger (Karamehmetler)...
İpek gibi yumuşak bir taze havasiyle, hep kanat altında esirgenecek içli anne dokusu; benim zaafım! Bu, yemeğin tuzu biberi.
Necip Fazıl, ruhum... Duydum, düşündüm, yaşadım, yazdım.
Muhammed Şerif; muhatabını mevzuunda boğan çarpıcı buluş zekâsı, cedel tarzı ve yumruk tavrı... İlk gençliğimde ve karşılıklı duruşta, çocukluğumdan gelen bir birikimle adalelerimi patlatacak kadar şişiren... Ya öl, ya şu yüksekliğe zıpla ki, yaşa dercesine!
Cevat Ülger (Karamehmetler) ise, gören göz hakkiyle, doğrudan kavranamayanı gören gerçek sanatkâr...” (1)
Cevat Ülger, 15 Mayıs 1933’te Eskişehir’de doğdu, ilk ve orta tahsilini Eskişehir’de tamamladıktan sonra Bolu öğretmen okulunu bitirdi ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nden mezun oldu. Bir süre resim öğretmenliği yaptı. Malatya Atatürk Lisesi’ndeki öğretmenlik yıllarında çocukluk döneminde geliştirdiği (makara, kibrit kutusu, ilaç şişeleri, çam kozalakları, gazoz kapakları, elbise düğmeleri, tel, çivi gibi atık eşyalardan) oyuncak maketlerini resmedip, yapılış şekillerinin grafik çizimlerini hazırladı ve hayâl dünyasında ürettiği masallara uyarlayarak 1957 yılında ilk eseri olan “Oyuncak Masalları” isimli kitabını yayınladı. Vefatından sonra ise, Salih Mirzabeyoğlu’nun İBDA Yayınları altında yayınladığı iki kitabı daha var: “Ritmin Gücü ve Ritme Davet” ile “Demet”…
Sıra dışı bir öğretmendi okulda. Canı resim çizmek istemeyen öğrencilerine çizgi roman okuma izni verdiğini, onlara Batıdan ve Doğudan örneklerle sanat macerasını anlattığını, öğrencilerin onun üslûbuna bayıldığını, pür dikkat onu dinlediklerini, onu tanıyanların anlatımlarından biliyoruz. Halı dokudu, karikatür çizdi ve asıl olarak Osmanlı mimarisini “modern malzemelerle” günümüze taşıyan bir “Çağdaş Sinan” oldu… Mehmet Ülger şöyle anlatıyor babasını:
- “Eskişehir’de Reşadiye Camii’nin proje ve projenin tatbiki çalışmalarına başladı. Bu caminin tüm detay projeleriyle bizzat tek tek ilgilendi. Filpaye başlıklarından, mahfel altı sütun başlıklarına ve hattâ sütun başlıklarını hepsi ayrı modelde olmak kaydıyla modellerini çıkartıp, kalıblarını hazırladı ve tüm sütun başlıklarını betonarme olarak hazırladı. Diğer taraftan bir heykeltıraş gibi çalışarak kubbe altı mukarnaslarını, şerefe altı ve mihrab içi mukarnaslarını hazırladı. Minberini, kürsüsünü, müezzin mahfelini, korkuluklarını, kapı kitabe ve sövelerini, mihrapçelerine varıncaya kadar en ince detaylarını dahi projelendirmekten geri kalmadı. Bütün bunları malûm cami yaptırma ve yaşatma cemiyetlerine rağmen yaptı. Onun azmi netice olarak böyle muhteşem bir eserin ortaya çıkmasına vesile oldu.
(…)
1967’lerin sonunda aktif mücadelesi sebebiyle öğretmenlikten ihraç edilen Cevat Ülger 1968 yılında İstanbul’a taşındı ve mücadelesine kaldığı yerden devam etti. Bunca yıl sürdürdüğü bütün mimarî çalışmalarının önünde, diploması olmadığı için projelerine atamadığı resmi imzalar engel teşkil ediyordu. Bunun üzerine 1969 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Yüksek Okulu’nun gece bölümüne kaydını yaptırdı ve 1974 yılında bu okuldan birincilikle mezun oldu.” (2)
Mezun olduğunda 41 yaşındaydı. Mezuniyetinden 3 yıl sonra vefat etti. Son söz, Salih Mirzabeyoğlu’nun:
- “Mimarî merkezi etrafında, ressam, karikatürist, Ankara Radyosu Bağlama Takımında çalacak kadar müzik kültürü olan, Klasik müziğimiz ve Batı Klasik müziğinde ergin bir zevk sahibi olarak bana tefekkürde malzeme verecek kadar çarpıcı hükümler sahibi bulunan, çocuk psikolojisini derinden sezen ve kültür emperyalizmi bahsinde hiç kimsenin göremediklerini görüveren, otururken, susarken, konuşurken ve bütün aleladelikler içinde gören göze varlığıyla mesaj veren… Mühendislikten makineye, çocuk oyuncaklarından halı dokumaya kadar geniş ilgi sahası. Fikirde, en kesin hükümleri bile, elinin tersiyle ve çoğu zaman farkında olmadan deviriveren bir mizaç. Ve taşla ahenk kurucu olma sıfatından olsa gerek, ahenk keyfiyetini en çarpıcı bir zevk seviyesinden tadarak bir anda değer biçen... Bu yüzden Divan şiirimizin ustalarından okuduğu şiirlerin nasıl ruhunuza sindiğini, cereyan veriliyormuşcasına duyardınız. Benim şiir kumaşımda müthiş uyarıcı etkisi, onun duyarak bu okuyuşundan olmuştur! Kendi yaşıtlarından başlayarak gelen «çocuk sanatkârlar» keyfiyetinin karikatürize edilişi de, bendeki en büyük etkilerinden! İşte adam, işte adamcıklar! Hele onun dil hassasiyeti...
Ruhumu Necib Fazıl’da bulduysam, «plâstisite» zevkini, heyecanını ve davasını onunla idrak ettim!”(3)
 
DİPNOTLAR:
1- Cevat Ülger, Ritmin Gücü ve Ritme Davet, İBDA Yay., İstanbul 1984.
2- www.cevatulger.com (Bu sitede Cevat Ülger ile ilgili her türlü dökümana ulaşmak mümkün. Ayrıca “Konferanslar” başlığı altında Cevat Ülger’in ses kayıtlarını dinleyebilirsiniz.)
3- Cevat Ülger, Ritmin Gücü ve Ritme Davet, İBDA Yay., İstanbul 1984.
Baran Dergisi 452. Sayı