Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Fakat daha çok meydana gelen bir kaosun büyüyerek artmasını ifade eder. Bu çerçevede her şey bir kıvılcıma bakar vaziyette. Her şey her şeyle ilgili ve irtibatlı, hiçbir şey birbirinden bağımsız değil.
Gürültülü bir sessizlik var; içi ölüm dolu neticeyi duyuyoruz ancak; olan bitenden habersiziz. Herkes kendi haber kaynağının doğru söylediğine kâni ve onun ağzıyla konuşmaya meyilli. Ortada dolaşan birçok söylenti var ama buna kimse net cevap vermek istemiyor. Kaldı ki kimsenin net bir cevabı da yok. Güneydoğu’da bilhassa Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır ve Lice gibi bölgelerde hadise farklı bir mecrada akıyor. Olan biten Suriye iç savaşının başladığı ilk günleri hatırlatıyor. Ancak devlet güçleri kontrollü ve titiz bir çalışma yürütüyor, sivil kaybın minimum olması için zamanı uzun tutabiliyor, sabırlı davranabiliyor.
Diğer taraftan durum bu defa eskisinden çok daha farklı. Devlet sadece Ulusalcı Marksist Kürtlerle veya az da olsa dönmelerle savaşmıyor, bir de yeni yabancı lejyonlarla savaşıyor. Bu vaziyeti, Saynur Tezel’in sunduğu Günlük programında konuşan Güvenlik Uzmanı Mete Yarar’dan öğreniyoruz: “Suriye’deki gibi başka ülkelerden gelmiş ve daha önce askerlik yapmış ya da askeri eğitim almış olan şahıslar, şu anda Türkiye’ye sızmış durumdalar. Bölgede eylemlerin içinde planlayıcı, eğitmen ve fiili anlamda silah kullanan kişiler olarak yer almaya başladılar.” Aynı günlerde Esed “PKK’ya silah gönderdik” açıklaması yapıyor. Suriye lideri Beşşar Esad, PYD’nin orduyla aynı bölgelerde ‘teröristlere’ karşı savaştığını belirterek, ‘Onlara silah gönderdik, çünkü onlar Suriye vatandaşları ve teröristlerle savaşmak istiyorlar.’ Diğer taraftan Türkiye ile kırmızı çizgileri epeyce tahrip olmuş İran yeni bir hamle yapıyor ve PKK’nın yardımına koşuyor. Muhaliflerin kontrolünde bulunan kritik Azez kentini PYD’ye kazandırmak için Rusya’yla Esed arasındaki ittifaka ciddi destek ve askeri katılım sağlıyor. Halep ve çevresine yerleşen yaklaşık 2 bin paralı savaşçı, PYD militanlarıyla birlikte Azez’i ateş altına alıyor.
Mesele gittikçe farklı mecralara kayıyor ve zaten ateş çemberi içinde bulunan Türkiye bir kıvılcımla kendini yangının içinde bulabilir. İlginç olan şey şu; “KURTULULUŞUMUZ İÇİN MERKEZ ANADOLU” sözü keramet çapında zuhur ediyor. Bütün hadiseler, bütün mevzular, bütün işaretler bunu ihtar ediyor. Bu manada Anadolu SON KIVILCIM olma hüviyeti ile kemale ermeye, şahsiyet ve karakter belirtmeye yol arıyor. Bir nevi Kelebek Etkisi gösterecek bir kıvılcım.
Son dönemlerde çatışmaların yaşandığı Cizre, Silvan, Yüksekova, Lice, Nusaybin’de bazı mahalleler boşalmış ve terk edilmiş bir görüntü arz ediyor. Sokak çatışmaları iç savaş görüntüsünü andırıyor. Bazı mahalleler YDG-H diye anılan Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’nin militanlarının kontrolünde. Bunların çoğunun yaşı 15-20 aralığında... Genç ve cahiller. Ne, niçin öldüğünü biliyor ne de niçin öldürdüğünü... Çoğunun ailesi tehdit altında, çatışmaya bu zorlama ve tehdit sebebi ile girenler çok. Ama birçoğu hemen oracıkta, bir hendek başında yahut bir kaya dibinde ölmekte. Ölenler arasında çok az PKK’lı var ve nerdeyse dağ kadrosundan hiç kimse yok. Şimdi ölenler yani YDG-H diye anılan Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’nin militanları ‘çözüm süreci’ diye başlatılan dönemde PKK tarafından devşirilen, yetiştirilen mahallî güvenlik organizasyonu. PKK ve türevleri ise şu anda Ayne’l Arab (Kobani) başta olmak üzere çok ciddi bir ordulaşma sürecine girmiş durumdalar. Artık ortada PKK yok; bundan sonra düzenli bir ordu hem de uçaksavarları, tankları vs. olan bir ordu ile karşınıza çıkacak. Devlet burada bunlarla uğraşırken dışarıda olan biten bu çerçevede çok farklı ve yine bu politik duruştan dolayı da PKK inanılmaz bir insan kaynağı desteğine sahip oldu. Bu arada belirtmekte fayda var; ortada bir PKK yok artık. Nasıl bir İŞİD yok, ABD’nin bir IŞİD’i, Fransa’nın bir IŞİD’i, İsrail’in bir IŞİD’i var, aynen İran’ın bir PKK’sı var, ABD’nin bir PKK’sı var, Rusya’nın bir PKK’sı var. Hiç rahatsız olmayın ve endişelenmeyin: Türkiye’nin de bir PKK’sı var. İstihbarat güçleri her bir taraftan nüfuz etmiş zaten.
Bölgede bazı özel mahallelerde güvenlik güçleri sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, mahallelere giriyor, çatışıyor, temizliyor yahut öyle zannediyor ve geri çekiliyor. Ama çok geçmeden YDG-H militanları yeniden geliyor bölgede etkinliğini sürdürüyor. Devlet güvenliğini sağlamak için girdiği yerde fazla kalmadığı için halk kendini güvende hissetmiyor ve can korkusu sebebi ile devlete değil ulusalcı Kürtlere yakın duruyor ya da bölgeyi terk ediyor.
Belediyeler ise KCK çerçevesinde hizmet ver(mey)en RESMİ kurumlar. Devletin bu yönde herhangi bir yaptırımı ve stratejik çalışması yok. Belediyeler devlete yakın duran mahallelere ve kişilere her çeşit baskı ve zulmü uyguluyor. Evden çıkarma, arazilerini ellerinden alma, vergi borçları üzerinden tehdit vs. YDG-H teröristlerinin kontrolündeki mahallelerde, sokaklarda sadece hendek yok; tek katlı evler boyunda dev kayalar da mevcut. Bunların oraya ne tür ve kime ait araçlar kullanılarak getirildiği ise herkesin malumu. Ve Ulusalcı Kürtler taifesinde ciddi bir şımarıklık ve kibir var. Buna çanak tutan en büyük amil ise yine mevcut siyasiler, bürokratlar ve güvenlik güçleri. Çünkü kitleler kendilerini KİM MUHATAP ALIYORSA ONA YAKIN DURMAK istiyor; hem güvenliği hem çıkarı için. Oysa hâlen bile mevcut rejim ve siyasileri Müslüman Kürtlere, dindar Kürtlere uzak durmaktalar. Bunca acıya, bunca çileye rağmen hala bu davranış içerisinde bulunmaları halkın gözünde ciddi bir samimiyetsizlik ve güvensizlik oluşturmaktadır.
Diğer taraftan PKK’nın başını çektiği Ulusalcı Kürtler şu bu bahane ile İŞİD benzeri bir anlayışla İslâmî eserlere, yerli kültüre saldırıyor. Geçtiğimiz günlerde katledilen Tahir Elçi de bundan mustarib olduğundan ilgilileri protesto etmişti. Hatırlatalım; Tahir Elçi, Diyarbakır’ın Sur İlçesinde Dünyada başkaca örneği olmayan ve UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Dört Ayaklı Minare’nin PKK’lılarca roketle vurulması ve silahlarla taranması sonucu iki ayağının bütünüyle tahrip edilmesini protesto ederken öldürüldü. Ve şimdilerde ise yine aynı yerde, Sur ilçesinde tarihî Kurşunlu camiini molotoflarla yaktılar. Tabii sadece tarihî camileri ve yerleşim yerlerini değil, aynı zamanda yeni camileri ve meskûn yerleri de yakıp yıkmaktalar. Hatta sokağa çıkma yasağı nedeni ile geçici terk edilen evlere yerleşip orayı bir karargâh olarak kullanmaktalar; Beytüşşebap, Silvan, Yüksekova ve Sur’da olduğu gibi.
Diğer taraftan son günlerdeki sokağa çıkma yasaklarının ardından “Diyarbakır’ın Bağlar ve Sur gibi yoksul ilçeleri savaş alanına dönerken, genellikle HDP’li milletvekilleri ve yöneticilerin yaşadığı Diclekent ile Dicle Vadi Evleri’nde tam tersi bir görüntü hâkim. Gerginlik yüzünden halkın canından bezdiği Diyarbakır’da HDP’nin kaymak tabakası çatışma ve molotof sesinden uzak, keyif içinde bir hayat sürüyor. Başta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak, Osman Baydemir ve daha birçok HDP’li yöneticinin yaşadığı bölgede, ünlü yabancı markaları barındıran lüks alışveriş merkezleri ve kafeler dikkati çekiyor. Terör örgütünün şehir yapılanması KCK, eylemlerini özellikle bu bölgeye taşımamaya ve protesto gösterilerini buraya sıçratmamaya özen gösteriyor. Öyle ki Diyarbakır’da sokakların en fazla alevlendiği, örgüt yöneticilerince kepenklerin zorla kapattırıldığı günlerde bile Diclekent’teki lüks kafe ve restoranlar “Beyaz Kürtler”e hizmet etmeye devam ediyor. Her gece kentin yoksul bölgeleri savaş alanına dönerken Diclekent’teki vatandaşlar, çatışmaları televizyondan izliyor. Ev fiyatlarının yarım milyon lirayı geçtiği bölgedeki ranttan örgütün ise büyük ölçüde kâr sağladığı belirtiliyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından son yıllarda imara açılan Diclekent bölgesi, büyük bir imar rantını da beraberinde getirdi. Hem HDP’lilerin hem de HDP’li belediyelerin imara açtığı her bölgeden yüzde 10 komisyon alan terör örgütünün kasası parayla doldu. Ultra lüks rezidansların yapıldığı bölgeye, çocuklar için lunapark, koşu yolları, spor alanları ve alışveriş merkezleri inşa edildi. HDP’li siyasetçilerin yakınları Diclekent’te birçok kafe ve restorantın sahibi oldu. Yapılan jakuzili rezidanslara ise Welat (vatan) Azad (Özgür) gibi Kürtçe isimler verildi.” (aktüel.com)
Bütün bunları söylerken PKK ve türevlerinin bir numaralı destekçisinin ABD-İsrail ve diğer ileri gelen Batılı devletler olduğu hiç göz ardı edilmemeli. Çünkü ortada mahallî bir savaş yok; daha profesyonel, daha yayılmacı ve daha stratejik bir savaş var. Diyarbakır başta olmak üzere birçok ilin mahalle muhtarlarının ifadeleri hadisenin iç yüzünü göstermeye yetiyor: “Başımızı evimizden dışarı çıkartamıyoruz. Biz bu sokaklarda hendek kazan bomba patlatan kişileri tanımıyoruz. Tanısak gidip konuşacağız. Aralarında Suriye’den gelenler var.” Durum ince ve zarif, bir o kadarda girift…
Diğer taraftan yüzlerce Alman ve İngiliz ajanı hem ülkemizde hem de Suriye ve Irak sınırımıza yakın bölgelerde çok ciddi bir örgütlenme yürütüyor. İsrail ve ABD ise silah, kurşun, barut vs. her çeşit teçhizat ile destekliyor ve yanında olduğunu ilan ediyor. Hatta belki yüzlerce operasyonu birlikte yürütüyorlar. Suriye ve Irak’ta ABD havadan, Ulusalcı Kürtler ve paralı yabancı savaşçılar yerden Müslüman katletmeye devam ediyor.
Batı bir taraftan Türkiye’yi Rusya’ya karşı kışkırtırken kendisi Rusya ile ittifak halinde PKK-PYD’ye yardım konusunda birlikte hareket edebiliyor. Yine İran güya Türkiye ile dost imajı verirken Rusya ile bir olup Türkmenlere saldırabiliyor, sınırlarını PKK’lılara açarak onlara açıktan destek verebiliyor. Irak Kürdistanı’ndaki muhalif oluşumları kışkırtarak Türkiye’ye yakın duran Barzani’yi zor durumda bırakmaya çalışabiliyor. Türkiye ise Musul’a yakın bir mevzie konuşlanarak hem Rusya’ya hem de İran’a aba altından sopa gösterebiliyor. Ama bütün bunlar provokasyona açık hareketlilikler ve dünyadaki vasat, yazımızın başında bahsini ettiğimiz Kelebek Etkisi’ne son derece müsait bir görünüm arz ediyor. O yüzden, bir gün sonrasını hesap edebilmek dahi zorlaşıyor. Özetle; HER AN HERŞEY OLABİLİR. BU YÜZDEN HERŞEYE HAZIRLIKLI OLUNMALI.

Baran Dergisi 466. Sayı