Suriye, birden fazla çok bilinmeyenli denklemin iç içe geçerek çözüm beklediği bir hâl almış vaziyette. Bir tarafta Suriye’deki kuyrukçuları vasıtasıyla iş gören Batılı devletler var. Bir tarafta Akdeniz’deki varlığını idame ettirmek üzere rejime kol kanat geren Rusya. Bir diğer tarafta ise avuçlarını ovuşturarak Suriye’nin parçalanışını seyreden Yahudi. Bununla beraber içeride İslâm’dan başka her türlü mihraka hizmet eden IŞİD ve kendisini El Kaide’ye nisbet eden, adı tıpkı PYD gibi her gün değişen El-Nusra. Suriye’deki milletin kahir ekseriyetini teşkil eden Ehl-i Sünnet Vel Cemaate bağlı millî direnişçiler ve masum siviller de var tabiî. Ve Suriye meselesinin artık bir sınır güvenliğinden ibaret olmaktan çıkarak istikbâl ve iç güvenlik meselesi hâline geldiği Türkiye.

Suriye’deki gibi denklemlerde, teferruata inildikçe bir müddet sonra meselenin künhü elden kaçar ve en basit sorunlar bile içinden çıkılmaz girift problemlere dönüşür. Ölçü ve ölçüler manzumesi esaslardan doğan prensibler, işte bunun için vardır. Her ne kadar günümüz dünyasında ân be ân ölçütler değişiyor ve bunun adına “esnek politika” deniyorsa da, esasında sabit olan prensibler nezdinde gün be gün politikanın değişmesidir esneklik. Meselâ Türkiye’den misâl verelim; Türkiye’nin Suriye meselesine bakışındaki ölçütü nedir? Suriye iç savaşının başladığı tarihten beri bakacak olursak, Türkiye’nin ölçütünün defalarca kez değiştiğini görürüz. Zaten bugün Suriye’nin Türkiye açısından çözümsüz olmasının temel sebebi de bu değişimdir. Bunun yerine kötü bile olsa bir ölçüte sadık kalmak, sahadaki duruma göre her gün yeniden güncellenecek olan taktik açısından çelici değil, bütünleyici olacaktır.

***

Başlarda Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde inşa edilen Suriye politikası büyük bir hızla iflâs etti. Arkasından Türkiye IŞİD destekçisi ilân edildi. Bu yaftadan kurtulmak adına büyük bir stratejik hata yapıldı ve PYD’nin IŞİD’in elinden kurtulmasında Türkiye kendi sınırlarını açtı. Bunun hemen ardından Rus uçağının vurulmasıyla beraber Türkiye’nin Suriye içlerindeki nüfuz alanı daraldı ve kendi sınırları içine kendi kendisini hapsetmiş oldu. Bu durumu fırsat bilen PKK/PYD, Amerika’dan aldığı destek ile bölgedeki ilerleyişini hızlandırdı ve neredeyse Türkiye’nin güneyini boydan boya kat eden bir koridor açtı. Türkiye’nin Rusya ile anlaşmasından sonra bu koridora karşı cılız bir reaksiyon olarak, Fırat Kalkanı Operasyonu gerçekleştirildi. Harita okumasını ortaokul seviyesinde bilen herkesin üzerinde ittifak edeceği üzere, bu hâmle akim kaldı. İleriye taşınamadı. Şimdilerde ise Siyonist Yahudi’ye hizmeti cana minnet bilen Emperyalistlerin yeni bir Suriye tahayyülü ile karşı karşı karşıya kaldık.

***

Evvelâ vaziyeti izah edelim... Halep düşerken, açılan koridorlar üzerinden bölgedeki Ehl-i Sünnet Vel Cemaat direniş grupları ve ahâli İdlib’e taşınmıştı. Yine aynı dönemde İran, Rusya ve Türkiye arasında ateşkes anlaşması imzalanmıştı. Grupların kendileri dışındakilere karşı imzalamış olduğu anlaşmaya sadık kalındı kalınmasına da, bu dönemde El-Nusra, Amerika’nın ÖSO’nun elindeki silahları toplaması ve zayıflaması neticesinde İdlib’teki yönetimi ele geçirdi. Şimdi de Amerika ve Rusya diyor ki; El Kaide’nin bir unsuru olan Nusra, -ki adını Şam’ın Fethi Cebhesi olarak değiştirmiştir- İdlib’te barınamaz. Burada Amerika’nın, İdlib’te hâkimiyeti ele geçiren El Nusra’ya karşı PKK/PYD ile ortak bir şekilde hareket etmek suretiyle sınırımıza yeniden sınır çizmek üzere kurgulanan Kürt devletini Akdeniz’e ulaştırmak üzere bir politika izlediği açık. Bununla beraber Rusya’nın da artık kurulduğuna kani olduğu Kürt Devleti’ni tek başına Amerika’ya bırakmamak üzere PKK/PYD’ye hiç olmazsa göz yumduğu da açık. Yani Türkiye için bir bakıma işler sarpa sarmış vaziyette.

***

Şimdi Türkiye ne yapabilir? Türkiye’nin birinci önceliği Rusya ve İran ile masada bu meseleyi çözüme kavuşturmak. Çünkü artık Türkiye biliyor ki, Amerika’nın sözüne güvenilmez. Tabiî bu durumda Türkiye masaya zayıf bir elle oturuyor ve karşılıklı anlaşmadan ziyade, “ne buyurursunuz efendim” gibi bir manzara hâsıl oluyor. İkinci seçenek ise TSK’nin İdlib’e girmesi ve El-Nusra’yı oradan söküp atması. Bu seçenek de birçok bakımdan sıkıntılı. Bir kere Fırat Kalkan Operasyonunda olduğu gibi Suriye’deki milis kuvvetlerden müteşekkil güçlü bir destek artık yanında yok. Bununla beraber içeride iktidara muhalefet edebilmek adına leş kargası gibi şehit cenazeleri bekleyen dış destekli ciddî bir güruh var. Yine El-Nusra’ya karşı yapılacak bir operasyonun Müslüman Anadolu İnsanı tarafından nasıl karşılanacağı da, Türkiye’nin aklını kurcalayan sorulardan bir diğeri; neticede iktidarın yanında 15 Temmuz gecesi de görüldüğü gibi yalnız Müslüman Anadolu İnsanı kalmış vaziyette ve bu birlik gerçekten de çok önemli.

***

Bilhassa siyaset ve savaş sahnesinde bir grubun, kesimin ve milletin Müslüman Anadolu İnsanı nezdinde kıymetini tayin eden ölçüt, onun İslâm’a hizmet etmek noktasında ortaya koyduğu iş ve eserdir. IŞİD ve El Nusra gibi Vehhabî örgütlerin, Suriye direnişinin başladığı günden beri kime hizmet ettikleri ise son derece açıktır. Adeta Suriye’nin kâhir çoğunluğunu meydana getiren Ehl-i Sünnet Vel Cemaat ahalinin yok edilip halkın selefîlik adı altında harici zihniyetli bir hale dönüşmesi için çalışan her iki yapının Suriye’de ne İslâm’a ve ne de Müslümanlara bugüne kadar bir hayrı dokunmamıştır. Bu iki örgütün faaliyetleri neticesinde yapılan dış destekli operasyon ve ağır bombardımanlar neticesinde Suriye’nin Ehl-i Sünnet olan demografik dokusu tahrib edilmiştir. Tabiî hemen akla şu suâl de geliyor; bunlar gerçekten şuurlu hain mi, yoksa “saf ve temiz” ahmaklar mı? Açık konuşmak gerekirse, birincisi mi daha kötü yoksa ikincisi mi bilemedik. Her halükârda Türkiye’nin İdlib’te El-Nusra’ya yönelik olarak bir operasyon gerçekleştirmek suretiyle İdlib’i yeniden ÖSO’nun hâkimiyetine bırakmasında bir beis yok. Fakat, Suriye özeli başta olmak üzere dış politikada herhangi bir ölçütü olmayan Türkiye’nin, bundan sonraki hamlesi ne olacak? Hadi diyelim ki İdlib meselesi çözüldü; görünen o ki hemen akabinde benzer başka sorunlar da ortaya çıkacak ve Türkiye her seferinde önüne çıkacak yeni meseleler için palyatif çözümler üretmekten öte bir adım atamayacak mı? Şimdi, bu kafayla İdlib’e operasyon düzenlenecek olursa, biz biliyoruz ki, bu operasyon da tıpkı Fırat Kalkanı’nda olduğu gibi akim kalacak. Çünkü Türkiye’nin Suriye ile alâkalı bütün bir politikası yok. Çünkü Türkiye’nin Suriye için alternatifleriyle beraber hazırlamış olduğu, adım adım kurgulanmış bir stratejisi yok.

***

Hâsılı kelâm, bir günü daha kurtarmak adına İdlib’e operasyon yapılmasında, Ehl-i Sünnet Vel Cemaatin zarar görmesine vesile teşkil eden IŞİD gibi El-Nusra’nın da dehlenmesinde bir beis yok. Asıl mesele ise ondan sonraki adımın ne olacağı.

Amerika, yalnız güney sınırımızda PKK/PYD’ye destek vererek değil, Bulgaristan ve Gürcistan sınırlarına da yığınak yapmak suretiyle niyetini açık bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye ise hâlen salağa yatma politikasını sürdürmekte ısrar ediyor. Bu ısrar neticesinde elde edilebilecek bir şey yok. Anadolu öyle veya böyle sıradaki hedef olacak. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de geçer akçe olan bütün dengeleri alt üst edecek bir adım atması gerekiyor ki, karşı taraf kafa konforunu yeniden sağlayana kadar geçecek zaman zarfında biz de nefeslenmeye fırsat bulalım.

***

Suriye özelinde ve dünya genelinde süregelen savaşı simetrik olarak kazanmamız oldukça güç. Dolayısıyla her gün yeni bir adımla bu savaşın simetrisini bozmak ve asimetrik plana taşımak zorundayız ki, kazanacak mecraya sokabilelim. Bununla beraber tek bir hamle yapıp simetriyi bozmakta kâfi değil; neticede bozulan her dengenin yerine hemen bir yenisi inşa ediliyor ve simetri tesis ediliyor. Dolayısıyla sürekli bir şekilde simetriyi bozacak hesablı kitablı adımlar atmak, böylelikle de savaşın simetrik plana taşınmasına müsaade etmemek zorundayız. Tüm bunların yanında bilhassa siyasetçi ve karanlık kafalı aydınlarımız, bir yandan savaşmayı ve diğer yandan da iç meselelerimizi eşzamanlı olarak çözüme kavuşturmayı paradoks zannediyorlarsa da, her ikisini de beraber sürdürmek mecburiyetindeyiz. Bunun içinde vasıta ve gayelik teşkil edecek, baştan sona tutarlı bir sisteme ihtiyaç duyduğumuz bedahet. Bu “bütün fikir sistemi”nin emrinde siyaset ve bu siyasetin emrinde yumruk…

Baran Dergisi 553. Sayı