Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl, sizler nasılsınız, o çok tehlikeli(!) gazeteci Fazıl Duygun nasıl?
(Av. Güven Yılmaz, hepsinin iyi olduğunu söylüyor, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun selâmını naklediyor. Ayrıca, Carlos’un gönderdiği ve Carlos’un Fransız avukatlarından Francis Vuillemin’in yazdığı LA ROBE ET L'ÉPÉE -Kaftan ve Kılıç- adlı kitabı aldığını ifade ediyor.)
Çok ilginç bir kitab o. Benimle, ailemle, babamla ilgili olarak da bir bölüm var kitabta. 2003’te yazılmaya başlanmış bir kitab.  Ne var ki, sadece bana dair olan bölüm değil, başka davalarla da ilgili çarpıcı gerçekler kimilerini rahatsız ettiği için, basacak yayınevi bulmakta zorlandı avukatım. 25 kadar yayınevine teklif götürülmesine rağmen, hepsi basmayı reddetti. Sonunda, basacak bir yayınevi bulmayı başardı. Türkiye’de basılması da iyi olur aslında, çok ilginç bir kitab çünkü. İnsanların parasını çalmak için Fransa ve İsviçre’de bir sürü insanı öldüren Masonik bir tarikatın hikâyesi de var meselâ içinde. Fransız Adaleti, kendine has bir nitelik taşır ve belli insanları koruması altına almıştır. Bu Masonik tarikatın mensubları da öyle. Daha bunun gibi başka çarpıcı şeyler de var kitabta...
Bana sormak istediğiniz herhangi birşey var mı?
(Av. Yılmaz, Türkiye Meclisi’nin maalesef Libya’ya asker gönderme tezkeresini kabul ettiğini söylüyor. Alınan bu kararın, Türk insanı için bir aşağılama olduğuna inandıklarını ilâve ediyor.)
Bingazi Havaalanı ve Bingazi Limanı’nı işgal etmek istiyorlar.
(Av. Yılmaz, Tayyib Erdoğan’ın, önceki Irak işgalinde ABD’nin yanında olduğunu hatırlatıyor ve o zamanki tezkereyi meclisten geçirmeyen milletvekillerini daha sonra aday göstermeyerek cezalandırdığını belirtiyor.)
Erdoğan’ın tarz olarak Kaddafî’yi andırdığını yahud kimbilir Kaddafî’nin Erdoğan’ı andırdığını da söyleyebiliriz belki. (Gülüyor.)
Erdoğan’ın Kaddafî’yi ne kadar sevip sevmediğini bilemem ama, Kaddafî’nin oldum olası Türkiye’deki İslâmcı hükümetlerden pek hazzetmediğini söyleyebilirim. O daha çok Ecevit’i severdi, ona yakındı.
(Av. Yılmaz, Libya’yı desteklemek üzere 21 Mart 2011 Pazartesi günü Taksim’de bir gösteri düzenlediklerini, yine Taksim’de “yarın” da düzenleyeceklerini söylüyor.)
Çok güzel. Ayrıca, tüm siyah derilileri öldüren o ırkçı heriflere, o “isyancı” geçinenlere de dur demek gerekiyor.
(Av. Yılmaz, “Suriye’de de bir ayaklanma başladı, biliyorsunuz” diyor.)
Bugün, özellikle Yemen ve bir nebze de Suriye’yle ilgili konuşalım o hâlde. Tabiî, ikisinin de durumu birbirlerinden çok farklı.
Yemen, oldukça iyi bildiğim bir ülke. Hem kuzeyini, San’a’yı, hem de güneyini, Aden’i gördüm ve kısa dönemler hâlinde Yemen’de yaşadım.
Filistin Halk Kurtuluş Partisi Özel Operasyonlar Bölümü’ne âit bir komando eğitim kampımız vardı Güney Yemen’de, Abyan vilâyetinde.
Özellikle Güney Yemen yetkilileri başta olmak üzere, hem Kuzey hem de Güney Yemen yetkilileriyle tanışma fırsatı buldum. Bunların arasında, Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih de vardı. Ali Abdullah Salih’le temas kurmak o kadar zor değildi zaten.
Ali Abdullah Salih, bir subaydır, malûm. Bir Şia kolu olan Zeydiyye mensubudur ve Yemen’in kuzeyinden, San’a’nın güneyindeki küçük bir aşirettendir. Kuzey Yemen, biliyorsunuz, Şiî ağırlıklıdır.
Gençliğinde bir Baas Partisi mensubuydu Ali Abdullah Salih. Bundan dolayıdır ki, 1991 ve 2003’teki savaşlarda Saddam’ı destekleyenler arasında yer almış ve Amerika’nın tarafını tutmamıştır.
İktidara gelmesi ise, aslında tesadüfen olmuştur. 1978’de San’a Havaalanı’na indiğim gün, Kuzey Yemen Devlet Başkanı Ahmed bin Hüseyin el-Gaşmî bir suikast sonucu öldürüldü (24 Ocak 1978). Sol görüşlü, iyi bir subaydı. Zaten o da, yine kendisinden önce suikaste uğrayan bir diğer devlet başkanının yerine geçmişti. Şimdi de Ali Abdullah Salih, işte benim San’a’ya indiğim gün suikaste uğrayan el-Gaşmî’nin yerine geçecekti.
Evet, suikastin işlendiği gün, bir Sovyet uçağıyla San’a’ya inmiştik. Yanımda da yoldaşlarım falan vardı, ortalık karışmış, bizi neredeyse öldüreceklerdi, zar zor Aden’e, Güney Yemen’e varmayı başardık.
O dönem Güney Yemen’in başında, iyi bir insan olduğunu söyleyebileceğim Salim Rubai Ali vardı. Ne var ki, iktidarı biraz şahsîleştirdiği için, rakib liderler tarafından o da aynı sene içerisinde öldürüldü (26 Haziran 1978). Aynı yıl, biri kuzeyde diğeri güneyde iki devlet başkanının, iki devrimcinin öldürülmesi, doğrusu tuhaf bir “tesadüf”.
Neyse, Ali Abdullah Salih, kuzeyde devlet başkanlığına getirildi. Fena bir adam değildi, iktidar boşluğunu doldurmuş oldu. Bizden, onu öldüreceğiz diye çok korkardı.
Ali Abdullah Salih, Yemen’in aşiretlere dayalı sosyal dokusundan dolayı, bunların da katkısına dayanan bir yapı kurmayı başardı. Bu çerçevede, Yemen’in en büyük aşiret konfederasyonlarından Haşid’in reisi olan –ki Yemen’in en önemli şeyhiydi- Şeyh Abdullah el-Ahmar’la ittifak kurdu. Suudî Arabistan destekli bir insandı Şeyh Ahmar. Devlet başkanından sonra da ikinci önemli insan. Üstelik, belki inanmayacaksınız, homoseksüeldi. Suudî destekli olmasından dolayı, para da ondaydı tabiî. Korkunç bir parası vardı.
Yemen’de, özellikle Kuzey Yemen’de, resmî toplantılar falan aslında göstermeliktir, asıl hayatî kararlar Dîvân’da alınır. İşte Şeyh Abdullah el-Ahmar da, Suudîlerin bir nevî Yemen’deki temsilcisi olarak, devlet katında alınan kararlarda müthiş etkiliydi ve Ali Abdullah Salih’in destekçisiydi. Bu şeyh, 2007’de eceliyle öldü.
Şimdi, geçenlerde basına yansıyan bir haberden bahsedeceğim. Doğrusu, gözlerime inanamadım. Babası Şeyh Abdullah el-Ahmar’ın yerine Haşid Aşiretler Konfederasyonu’nun başına geçen oğlu Sadık el-Ahmar, devlet başkanı Ali Abdullah Salih’e muhalefet ediyor ve gitmesini istiyordu. Haşid’le beraber Yemen’in en büyük aşiret gücünü teşkil eden Bakil Aşiretler Konfederasyonu da Ali Abdullah Salih’e karşı olduğuna göre, devlet başkanının iktidarda daha fazla kalamayacağını, artık uzatmaları oynadığını söyleyebiliriz.
Ali Abdullah Salih, birkaç sene önce, üvey kardeşi Tümgeneral Ali Muhsin el-Ahmar’ı ordunun önemli bir mevkiinin, Birinci Tümen’in başına kumandan olarak getirmeyi başarmıştı. Bu, tabiî, Ali Abdullah Salih’in iktidarını uzatmaya yardımcı bir faktör olarak görülebilir fakat, o bile artık gitme vaktinin geldiğini söylüyor. Şimdi ordu da hatırı sayılır kısmıyla Ali Abdullah Salih’e karşı olmalıdır. Önümüzdeki günler, Ali Abdullah Salih için çok zor geçecektir.
Evet, Ali Abdullah Salih gidecektir. Artık nereye gider bilemem. Ancak, arasının oldum olası çok iyi olduğu Almanya’ya gidebilir meselâ. Devlet ve istihbarat katında da çok iyi ilişkileri vardı Almanya’yla.
Almanya demişken... 1995’te can dostum Johannes Weinrich’i, yâni Alman Devrimci Hücreleri’nin lideri olan yoldaşımı Yemen’de tutuklayıp Almanya’ya sattılar. Şimdi Berlin’deki bir cezaevinde, çarptırıldığı müebbed hapis cezasını çekiyor.
Yemen fakir bir ülke. Ancak Güney Yemen, eski sosyalist yapısından dolayı daha eğitimli, medenî ve kalkınmış. Kuzey’le Güney arasında hâlâ büyük farklar var. Yemen’in önümüzdeki dönemde tekrar bölünmesi ihtimâli de maalesef yüksek demek durumundayım.
Yemen’de bir değişim olacağı âşikar. Fakat Mısır ve Tunus için sorduğumuz soruyu tekrarlarsak, Yemen’de acaba “hakiki” bir devrim mi olacak, yoksa Mısır ve Tunus’taki gibi “kozmetik” bir değişim mi? Göreceğiz.
Yemen öyle bir ülkedir ki, hemen herkes silahlıdır. Öyle gizli saklı da değil, apaçık silahlı. Ne asker karışır ne polis. Aşiret yapısından dolayı uzun yıllardır böyle. Yemen ordusu, Kuzey ve Güney askerlerinden oluşur. Hepsi iyi savaşçıdır. Aslında, tüm Yemenliler iyi savaşçıdır. Sadece cesaret bakımından söylemiyorum, teknik olarak da çok iyi silah kullanırlar.
Bir de cihadçılar var Yemen’de. Üstelik bir kısmı Afganistan’da da savaşmış el-Kaide hücreleri, Kuzeydoğu Yemen gibi bazı bölgelerde kitle desteğini bile devşirmiş durumdadır.
Hattâ belki hatırlarsınız, daha önceki bir konuşmamda “Keşke Amerikan askerleri el-Kaide’yi bahane edip Yemen’e asker çıkarsalar da, ABD’nin de sonunu hazırlayacak bir hezimet yaşasalar!” demiştim.
Yemen’in tüm halkının silahlı olması bir yana, ABD’ye karşı direniş de başka hiçbir yerdekine benzemeyecektir. Afganistan ve Irak, Yemen’de gerçekleşebilecek bir kara savaşına kıyasla “tatil” gibi kalır. ABD’nin Libya’da bile bir kara harekâtına girişmekte tereddüt ettiğini düşünürseniz, Yemen’de başlarına neler gelebileceğini tahmin edersiniz. Yemenlileri, ancak atom bombası atarlarsa durdurabilirler.
Yemen için özetle söyleyebileceğim husus, Ali Abdullah Salih’in gideceğidir. Çünkü, şayet kendiliğinden gitmezse, muhtemelen öldürülecektir. Üvey kardeşi olan tümgeneral bile, “artık gitme vakti” diyorsa, iktidarını sürdürmek gibi bir şansı kalmamıştır artık.
Peki yerine ne gelecektir? Suudî tarzı bir rejim mi, cihadçıların hâkim olacağı bir rejim, demokratik bir rejim mi, bölünmüş bir Yemen mi; şu ândan kimse söyleyemez. Cevabı çok ihtimâlli bir soru. Yemen için en hayırlısının gerçekleşmesini diliyorum.
Suriye için söyleyebileceğim –bugün için- fazla şey olmayacak. Vakit epey daraldı.
Biliyorsunuz, Suriye’de de bir çeşit ayaklanma başladı. Hani orada burada işitilen tuhaf teoriler var. İşte CIA başlatıyor, MOSSAD başlatıyor bu ayaklanmaları şeklinde. Mesele bu değil. “Bulaşıcı” bir isyan dalgası var ki, temel sebebi bence şu: Arablar, tepelerindeki, kendilerini temsil etmeyen rejimlerden tek kelimeyle bıktılar. Suriye’de de öyle. Rejimin adı lafta “sosyalist” ama sosyalizmle falan hiçbir alâkası kalmamış. Halk olarak da, 1970’den bu yana –nüfusun sekizde biri kadar olan- Alevî bir azınlığın diktası altında bunalmışlar.
Alevîlerin iktidar kademelerine gelmesi, 1963’teki Baas Devrimi’yle birlikte hızlanmış olup, artık devletin tüm kademelerine yerleşmişlerdir. Başka ülkelerdeki gibi, mesele bir hükümeti veya devlet başkanını değiştirmek değildir. Oradaki bir milyon Alevîyi öldürmeden, iktidarı değiştiremezsiniz. Burası bence açık. Çünkü Alevîler kendiliklerinden iktidarı bırakmazlar. Ellerindeki bu imkânı kimseye kolayca hediye etmezler.
İsrail’e karşı mücadelenin ön cebhesi olduğu için, bu stratejik rolünü zedeleyecek derecede Suriye’nin karışmasından da doğrusu korkarım. Çünkü Suriye, sadece kendi askerî gücü bakımından değil, Lübnan’daki müttefik teşkilâtları İsrail’e karşı ve Irak’taki müttefiklerini de düşman güçlere karşı hemen harekete geçirebilecek bir ülkedir.
Irak’taki direnişin ana gücü, o cesur el-Kaide savaşçıları değil, esas olarak Baas merkezliydi, bunu unutmayınız. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, Iraklı devrik Baas güçlerine Suriye’nin tüm kapıları açılmıştır.
Suriye’de müsbet bir değişim olmasını çok isterim, ancak bunun çok kanlı olmasından korkarım. Alevîler, kendilerine karşı başlatılacak bir isyana en sert biçimde direnecek hem iradeye hem de silaha sahibtirler. Bir milyon Alevîyi öldürmeden, Suriye’de ciddi bir değişim gerçekleştiremezsiniz. Bu da çocuk oyuncağı bir mesele değil tabiî.
Suriye’de de, Yemen’de de hepimiz için en hayırlısının gerçekleşmesini diliyorum.
Yemen’in kuzeyi, San’a, muhtemelen eskisi gibi aşiret düzenini sürdürecektir. Güney Yemen’in, Aden’in ise, Amerikan veya Suudî ajanı olmayan, kendini halkının refahına adayan dürüst ellere geçmesini dilerim.
Karamsar değilim. Arab Yarımadası’nın güneyini aydınlatan bir güneş ışığı görüyorum. Bu ışık, inşallah çok yakın bir zamanda sınırları aşıp kuzeye, Mekke ve Medine’ye kadar uzanacaktır.
Allahü Ekber.
26 Mart 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan