Şam, Yavuz Sultan Selim Han’ın Mercidabık zaferiyle beraber 1516 senesinde Devlet-i Aliyye’nin vilayetlerinden biri olmuştur. Bugünün sunî haritasına bakıldığında Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin, İsrail ve bu toprakların Anadolu içine tabiî şekildeki uzantısı Mersin, Malatya ve Gaziantep dâhil olmak üzere Şam Vilayetinin sancaklarıdır.

1918 senesinde, Megiddo Muharebesi, Nablus Hezimeti diye tarihe kayıt düşülen savaşla beraber bu Şam Vilayeti İngilizlerin eline geçmiştir. Bu hezimet tarih kitablarında pek yer almaz; çünkü bu savaşta Devlet-i Aliyye’nin “Yıldırım Orduları Grubu” olarak anılan 8. Ordusu tamamen, 4. Ordusu ise bu kısmen dağılmıştır. Bu hezimetin asıl müsebbibiyse, o sıralar aynı bölgede görev yapan 7. Ordu’nun nazar boncuğu kılıklı meşhur komutanının, ard arda gerçekleştirdiği kahramanca(!) ricatlerdir. Durumun vahametini gerekçe göstererek rütbe arttırmak için hem silâh arkadaşlarını ve hem de vatan toprağını düşmana teslim eden kimseye ne denirse, bunun için de aynı şeyler denebilir herhâlde... Cemal Paşa da bu cinayetin ortağı... Bu kahraman(!) komutan kim mi? Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin “gök gözlü kâfir” buyurdukları hain. Boncuğu koruma kanunu malûm...

Nablus Hezimeti, Devlet-i Aliyye’yi Anadolu’nun güneyinde kalan Müslümanlardan kopartırken, bugün idrak ediyor olduğumuz ve birazdan bahsedeceğimiz manzaranın da başlıca amilidir.

***

Dün nizamî şekilde cereyan eden Birinci Dünya Savaşı’nın ehemmiyetli cebhelerinden biri olan bu topraklarda, bugün de Üçüncü Dünya Savaşı gayr-ı nizamî bir şekilde sürüyor. Türkiye, Rusya, İsrail, ABD, İran, Suudî Arabistan, İngiltere, Fransa, Almanya, Katar ve Amerika’nın önüne atacağı kemik için fır dönen PKK-PYD-YPG, IŞİD, Hizbullah, Şiî milisler, Esed Rejiminin unsurları ve Suriye’nin aslî çoğunluğunu meydana getiren Osmanlı bakiyesi Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat gruplar...

Neler Oluyor?

Afganistan ve Irak işgalinden Amerika’nın ağzı ciddi bir şekilde yandı. Bu iki savaş ekonomik, askerî, politik, siyasî ve psikolojik bakımdan öylesine masraflı oldu ki, Amerika’nın izlediği yolu değiştirmesinin ve bunun içinde İngilizler’den yardım almasının vesilesi oldu.

Amerikan siyasetinin mimarlarından kabul edilen Zbigniew Brzezinski, “Stratejik Vizyon –Amerika ve Global Güç Buhranı” adlı eserinde Avrupalı güçlerden biri olan Birleşik Krallığı değerlendirirken; son derece sadık ve akıl oyunlarında bize yardım eden müttefik gibi ifâdeler kullanıyor. Bilhassa George W. Bush döneminden sonra Amerika Başkanı’nın Barack Obama olmasından beri, İngilizlerin Amerika’nın izlediği siyasetteki rolü daha açık ve net bir şekilde gözleniyor.

İngilizlerin başlıca marifeti, yabancıların kurulu düzenleri içinden devşirdikleri işbirlikçileri kullanmak suretiyle, en düşük maliyet ile hedeflerini gerçekleştirmeleridir. Bu konudaki tarihî birikimlerini de bugün Amerika’nın istifadesine açmış olduklarından hiç şüphe yok.

Fransızların Avrupa’yı yeniden global bir güç hâline getirerek dünya dengeleri içinde kendini üst basamaklara taşımak üzere planladıkları Akdeniz Birliği’ne karşı Amerika-İngiliz ortaklığının Arab Baharı adı altında Akdeniz çevresini ne vaziyete koydukları ortada. İngilizler Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede “böl, parçala, yönet” taktiğini izlemişse de, bugün Amerika ile beraber “böl, parçala, yok et” stratejisi izledikleri açık. Peki, ama niçin?

***

Bütünü görmek bize göre son derece ehemmiyetli. Aksi hâlde bugün içinde bulunduğumuz şartları tek başına ABD, İngiltere ve Avrupa özelinde ayrı ayrı okumaya kalkarsak, büyük yanılgıya düşeriz. Saydığımız unsurların ayrı ayrı siyasetler, çıkarları ve hedefleri varken, “bunlardan ortak bir şekilde istifade eden, onları sevk ve idare eden kim?” sorusu yanıt bulmalı.

“ODET YİNON PLANI”, 1982'de, ISRAEL SHAKAK tarafından “KİVUNİM” isimli Dünya Siyonist dergisinde yayınlandı. Bu plan; Ortadoğu’nun silahsızlandırılması ve kontrolü amacı ile, etnik ve dinî ayrıştırma, bölgede kontrol dışı güç bırakılmamasını öngören bir plandır. Bir bakıma da “Siyon Liderleri’nin Protokolleri”nin güncellenmesi anlamına gelir.

1980’li yıllarda yayımlanan bu plana göre; Türkiye, Irak, Suriye, Suudî Arabistan, Sudan, Afganistan, Ürdün, Fas, Cezayir ve Tunus, İsrail Devleti’nin varlığı önünde tehdittir. İç dinamiklerine göre bunları dağıtmak, bölmek, silahsızlandırmak ve yok etmek gerekir. Bunun için mezhebî, ırkî, dinî veya mahallî ihtilâflar kaşınmalıdır.


Soğuk Savaş’ı fırsat bilip Komünizm tehlikesine karşı veyahut Komünizm ile beraber sızdıkları Müslüman ülkelere, 1991 senesindeki Irak’ı işgal teşebbüsünden beri fiilen saldırıyorlar. Maşa olarak kullanılan Batılıların idealsizlikleri dolayısıyla bu saldırılar her zaman beklenen neticeyi vermiyorsa da, arka planda Yahudi, tüm bu aksaklıkları da hesaba katarak planını ince ince işliyor.

Irak’ı işgal edip iç savaşa sürüklediler.

Afganistan’ı işgal edip iç savaşa sürüklediler.

Libya’yı işgal edip iç savaşa sürüklediler.

Sudan’ı ikiye böldüler.

Mısır’da askerî darbe ile meşru iktidarı devirdiler, Müslümanları cezaevine attılar.

Suriye’yi global güçlerin bilek güreşi sahası hâline getirdiler, iç savaş adı altında Üçüncü Dünya Savaşı’na zemin hazırlıyorlar.

Ve 15 Temmuz, Anadolu’yu işgal ve bölme teşebbüsü...

15 Temmuz’dan beri Anadolu ihtilâlini pörsütmek üzere gerçekleşen saldırılar, bunlar hepsi aynı planın uygulamadaki adımlarıdır.

Not: Gök gözlü kâfirin aynı cebhede düşmesine sebeb olduğu topraklardan birinin de bugün üzerine İsrail Devleti’nin kurulduğu Filistin toprakları olduğunu unutmayalım.

Gelelim Suriye’ye...

Amerika ve onunla kutsal ittifak içinde bulunan İngiltere, Almanya ve hepsinin üstünde İsrail... Bu ekibin Suriye ve Türkiye başta olmak üzere bölgeyi parçalamak ve yok etmek arzusunda oldukları son derece açık… Ayrıca Suriye ve Türkiye üzerindeki hedeflerini gerçekleştirebilirlerse, hemen ardından sıradakinin İran ve Rusya olduğu da taraflarca bilinen gerçek.

***

Star Gazetesi yazarı Ardan Zentürk’ün “Dugin’i tanımadan Putin’i anlayamazsınız” dediği Aleksandr Dugin, 15 Temmuz günü Türkiye’deyken, Bağlum’u ziyareti esnasında kendisiyle AvazTürk adlı haber sitesinin gerçekleştirdiği röportajda son derece açık bir şekilde çeşitli meseleleri dillendirdi.

Dugin bu söyleşisinde diyor ki:

- “Biz İslâm dünyasını dört farklı bölümde görüyoruz. Bunlar Şiîlik, Sünnîlik, Vahhabîlik ve sufi akımlardır. İslâm dünyasındaki Vahhabîlik ve Selefîlik akımları tamamen Amerika’nın kontrol ettiği ve destekleyerek güçlendirdiği, yaydığı akımlardır. İran’ın liderliğini yaptığı Şiîlik akımı ise bu Amerikan dayatması akımın karşısında denge unsuru oluşturan tek akımdır ve Şiîlik akımı Rusya menfaatlerine en uygun ve Amerika’nın İslâm dünyasını kontrol etme projesine karşı çıkan denge unsuru olması açısından en uygun akım olarak görülmekte ve desteklenmektedir. Ancak Şiî ve Sünnî akımlar arasında kesin bir çizgi vardır ve İran’ın Sünnî İslâm alanlarına etki etmesi bu ayrım sebebiyle mümkün değildir. Bu sebeple Amerika etkisi dışında bir Türkiye’nin Sünnî İslâm âleminin liderliğini alması, halifeliğini yapması Rusya’nın desteklediği ve bu desteği her alanda göstermekten çekinmeyeceği bir durumdur. Sünnî İslâm’ın yaşandığı ülkelere Amerikan yanlısı Vahhabîlik ve Selefîlik akımının etki etmesindense Türkiye halifeliğindeki bağımsız bir Sünnî İslâm âlemi Rusya’nın çıkarları ile örtüşmektedir. Bu sebeplerle Rusya Türkiye’nin İslâm halifeliği fikrini tam olarak desteklemektedir. Benim Ankara ziyaretlerim sırasında Büyük İslâm âlimi Abdülhakîm Arvâsi’nin mezarını ziyaret etmem ve kendi inanışıma göre dua etmem de bu mesajı içermektedir.”

Son derece açık değil mi? Siyonizm’in emrindeki Amerika, İngiliz ve Alman ittifakının, Ortadoğu’yu, İsrail Devleti’nin menfaati istikâmetinde bölmesi, parçalaması ve yok etmesine manî olmak üzere, Türkiye’nin yeniden Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat Müslümanlara liderlik etmesi gerektiğini söylüyor. Zekâ değil de, akıl sahibi her kesimden herkesin üzerinde ittifak edeceği üzere, başka bir çare kalmadığını da açıkça dillendiriyor.

***

Madem böyle bir teklif de masada bulunuyor, öyleyse Türkiye’nin Suriye meselesini Rusya, Esed ve Türkiye üçlüsünden müteşekkil bir şekilde çözüme kavuşturması, bunların haricindeki herkesi de Suriye’den “şutlaması” gerekiyor. Bu işin nasılını da açalım...

Bir kere en başta Suriye hava sahasının bahsettiğimiz üçlü dışındakilere kapatılması gerek. Esed’in milletlerarası hukuka göre de meşru bir şekilde böyle bir hakkı var. Rusya’nın bu hakkın kullanılabilmesi için gerekli ekipmanı, yani Suriye’de konuşlu hava savunma sistemleri var. Bu üçlü eğer ki ittifak edebilirlerse, Suriye hava sahasını kendileri dışındakilere kapatabilirler.

Amerika adına mayın eşekliği yapan unsurlara bundan sonrasında işlerin değiştiği anlatılıp eşekliklerinde ısrar edecek olanlara da anlayacağı dilden yanıt verilmesi gerekiyor. Böylelikle Suriye’nin toprakları da Amerika ve müttefiklerine kapatılmış olacak.

Esed ile masaya oturup, direniş grublarının hepsini kapsayıcı af ve bununla beraber Suriye’nin yeniden toprak bütünlüğünü sağlayıcı bir anayasa üzerinde konuşulması ve bunun yerine getirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin bunun için Rusya ile beraber Suriye’deki varlığını sürdürmesi de direnişçilere karşı teminat olarak sunulabilir. Böylelikle dışarıdan gelen müdahaleler haricinde Suriye’de evvelâ iç barış sağlanır. Karşı duranlara da yine Amerika’ya eşeklik edenlere olacağı gibi gerekli şekilde müdahale edilir. Rusya ve Türkiye de bu barışın garantörü olur.

Amerika ile beraber Suriye’de yeri olmayan bir diğer unsur da İran. Suriye Irak değil nihayetinde. Dugin’in de dediği gibi bu bölgede tabiî söz sahibi Türkiye. Bu sebeble Rusya’nın İran’ı Suriye’den çıkarması gerekiyor.

Ve tüm bunların neticesinde Türkiye, Esed ve Rusya ittifakıyla Suriye’nin yeniden ayağa kaldırılması gerekiyor. Bugün içinde bulunduğumuz oyunu bozabilecek olan tek hâmle bu.

***

“Türkiye ve Rusya bunları yapacak da Amerika boş mu duracak?” diyorsunuz muhtemelen. Boş durmayacak muhakkak da, ne yapacak? Amerika’nın içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla sıcak bir savaşa girmesi kısa ve orta vadede mümkün değil. Zaten bu yüzden gayr-ı nizamî harbi seçiyor ve İngilizlerle bunun üzerine ittifak kuruyor. Peki, ne yapabilir?

Türkiye’de yargı bürokrasisi içine sızmış olan elemanları varsa, onlar vasıtasıyla devlet görevlilerini hedef alan yargı darbesi yapabilir, kendilerine muhalif olanları bu şekilde susturmaya çalışabilir. Bunu yaptılar zaten...

Medya üzerinde etkililerse, bu vasıtayı kullanmak suretiyle çeşitli algı operasyonları üzerinden toplum mühendisliği yapabilirler. Bunu o kadar uzun zamandır yapıyorlar ki zaten...
 Askerî bürokrasi içine sızmış unsurları varsa, bunu kullanarak askerî darbe gerçekleştirebilirler. 15 Temmuz’da bunu da yaptılar...

Suriye’deki gibi bir iç savaş senaryosu kalıyor ki, Türkiye’nin demografik yapısı böylesi bir savaşın kurgulanmasına bir türlü müsaade etmiyor. Deniyor, deniyor başaramıyorlar.
Tüm bunlardan sonra ellerinde geriye bir tek ambargo seçeneği kalıyor. Bunu da uygulamaya kalksalar, Türkiye’nin alışverişinin istikâmetini değiştirmesi dolayısıyla rakiblerinin kazanacağını biliyorlar.
***

*

Aslına bakacak olursanız, Amerika ve müttefikleri için kendi çıkarlarına uygun alternatiflerin tükendiği, bundan sonraki alternatiflerinse onlar için son derece maliyetli olduğu bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Cin şişeden çıktı bir kere ve artık ucuz günlük politikanın, “yurtta sulh, cihanda sulh” palavrasının o çok sevilen “reel politik”te yeri yok. Amerika ve müttefiklerinin ne bahasına olursa olsun, Suriye’deki denklemin dışına itilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu senaryonun sonu malûm...

Bir taraftan şartlar zorlarken, Rusya da kendi menfaatine olmak üzere Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye davet ediyor. Öyleyse artık muğlaklığın bir kenara bırakılması, kararlı ve inançlı bir siyasetin izlenmesinin vaktidir. Bundan sebeble de, 15 Temmuz’dan sonra bürokraside gidilen revizyonda aranması gereken ilk şart, böylesi bir davayı güdebilecek liyakatte kimselerin iş başına getirilmesi olmalıdır. 


Baran Dergisi 506. Sayı