Rabb’imizin Kur’an-ı Kerim’de “çevresini bereketli kıldığımız topraklar” (İsra 1, Enbiya 71, Tin 3) dediği Biladuş-Şam bizler için çok ehemmiyetlidir... Bakara Sûresi 144. ayet’inin inzaline dek biz Müslümanların ilk kıblesi... Aslında her üç semavi dinin de kıblesi olan mübarek beldedir burası… Efendimiz (s.a.s) Peygamberlik öncesinde iki defa bu toprakları ziyaret etmiştir. Son ziyareti ise Mirac hadisesinde olmuştur… İslâm medeniyetinde Biladuş-Şam diye bahsedilen topraklar El Aksa Mescidi (Kudüs) merkezli; günümüz Irak sınırına dek doğuya, Antakya’yı kapsayacak şekilde kuzeye, Ürdün topraklarının çoğunu içine alacak şekilde güneye uzanan geniş bir coğrafyayı işaret eder… Yâni Batı isimlendirmesi ile Suriye bu toprakların içinde kalmaktadır. İnsanlığın ilk yerleşik hayata geçtiği söylenen “bereketli hilal”in kalbi.

Elbette ve maatteessüf günümüz Suriye’sinden bahsederken işgal altındaki Kudüs’ü dahil edemiyoruz. Bundan dolayı genel tarihi de mevcut siyasi harita etrafında ele almaya çalışacağız. İslâmiyet öncesinde tek başına herhangi bir siyasi kimliği olmayan bu topraklar son olarak Roma-Pers güç mücadelesinin ve dolayısıyla savaşlarının merkezinde yer almıştır. 614 yılında Kudüs dahil Perslerce ele geçirilmiştir. 629 yılında ise Rumlar tarafından bölge -Kudüs başta olmak üzere- geri alınmıştır. Resulullah (s.a.s) Medine Site’sini kurduğu dönemde, kuzeyde Roma İmparatorluğu’na bağlı Hristiyan Arapların devleti olan Ğassaniler bulunmaktaydı. Bu devlet günümüz Suriye topraklarının büyük kısmını kontrol edip Roma ve Persler ile yeni kurulan İslâm Devleti arasında tampon bölge vazifesi görmekteydi. Sonrasında ise Hz. Ebubekir Sıddık (r.a) döneminde başlayan Şam seferleri, Hz. Ömer (r.a) döneminde meyvesini vermiş, miladî 635’te Dımeşk, bugünkü adıyla Şam fethedilmiştir. Ardından Hama, Humus, Halep şehirleri zapturapt altına alınmıştır. 638’de ise Kudüs fethedilmiştir.

661 yılında Dımeşk, Hz. Muaviye (r.a) tarafından kurulan Emevi Devleti’nin başşehri ilan edildi. Bu gelişmeyle birlikte bölgenin önemi siyasi ve ticari olarak artmıştır. Akabinde Abbasi, Fatımi, Eyyubi, Memlükler gibi devletlerce ele geçirilen günümüz Suriye toprakları, İlhanlılar, Haçlılar, Moğollar ve Timur tarafından işgal edilmiştir. 1516 yılında Osmanlı ile Memlukler arasında Halep’in kuzeyinde cereyan eden Mercidabık Savaşı’yla Suriye, Osmanlı topraklarına dahil edilmiştir. Osmanlı döneminde ve öncesinde hatta sonrasında sürekli isyanlar, işgaller ve karışıklıklarla geçen bir tarihi olmuştur bu toprakların. Daha Miladi 10. yy’da sapkın Şia hareketleri burada belli dönemlerde hakimiyet kurmaya başlamıştı.

Osmanlı döneminde muhtelif zamanlarda çeşitli isyanlar çıkmışsa da Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemine dek merkezi otoriteye bağlı kalmıştır. Özellik Hac yolunun açık ve emniyette tutulması hususlarından dolayı Osmanlı bu bölgenin güvenliğine önem vermiştir. Fransızların 1799’daki işgal girişimi Osmanlı Paşası Cezzar Ahmed Paşa tarafından başarısızlığa uğratılmıştır. Dönemin Vahhabi hareketinin Suriye’yi tehdit etmesi hatta ele geçirme girişimi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından engellenmiştir. Suriye’de otorite boşluğundan faydalanan Mısır bölgede etkinliğini arttırmaya başlamıştır. 1832-1841 yılları arasında fiili olarak Mısır yönetimine bağlı kalan Suriye, kavramsal olarak coğrafi temelde şeklini almaya başlamıştır. Bir not: Osmanlı idaresiyle yaşanan anlaşmazlıklar sonucu, Kavalalı ordusuyla Osmanlı ordusunu Kütahya yakınlarında yenmiş, İstanbul önlerine dek yürümeyi başarmıştır. Neticesinde Osmanlı Devleti, İngilizlerle kendi ölüm fermanı denilebilecek Baltalimanı Anlaşmasını (1838) imzalamak zorunda kalmıştır. 1864 yılında Vilayet Nizamnamesiyle (Fransız etkisi burada bir hayli fark edilir) Trablusşam, Sayda ve Şam vilayetleri Suriye Vilayeti adı altında toplanmıştır. Bu tarihte ilk kez Şam merkezli Suriye kaydı oluşturulmuştur. 1872’de Kudüs’ün müstakil mutasarrıflık statüsüne geçmesi ve 1888’de Lazkiye, Trablusşam, Akkâ ve Nablus sancaklarından oluşan Beyrut vilâyetinin kurulmasıyla Suriye vilâyeti kısmen küçülmüş ve bu durumu Osmanlı Devleti’nin 1918’de bölgeden çekilmesine kadar sürmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa’nın İngilizlere karşı I. ve II. Kanal Savaşlarında başarısız olması ile keyfi yapılan idamlar Osmanlı’nın bölgede tutunmasını zorlaştırmıştır. Henüz savaşın ikinci yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması (1916) ile günümüz Suriye topraklarının tamamen Fransızlara bırakılması kararlaştırılmıştır. 8 Aralık 1917’de Gazze ve Kudüs, Allanby komutasındaki İngiliz ordusu tarafından işgal edilmiştir. Bunun üzerine Osmanlı ordusu, Kudüs’ün biraz kuzeyinde, Nablus’ta güçlü bir direniş hattı kurmuştur. Savaşın artık sonu yaklaştığından Osmanlı idaresi, ateşkes antlaşmasının en azından bu hattı muhafaza ederek imzalanmasını hedefliyordu. Ancak 18 Eylül 1918’de İngilizler Nablus’taki Osmanlı Ordusuna saldırdı. Cevat Paşa komutasındaki 8. Ordu ağır bir mağlubiyet almıştır. M. Kemal komutasındaki 7. Ordu ile İsmet Paşa komutasındaki 3. Ordu bir anda anlamsızca yüzlerce km geriye, Toroslara ve Antep-Kilis hattına dek çekilmiştir. 30 Eylül’de, sadece 12 gün içerisinde Şam kaybedilmiştir. 30 Ekim 1918’de mütareke imzalandığında Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye hatta Irak’ta Osmanlı toprağı kalmamıştır. Suriye-Filistin cephesini yöneten komutanların ilerde cumhuriyeti kuran kadroyu oluşturmaları ise tuhaf bir tevafuk olmuştur.

Osmanlı sonrasına İngilizlerin toprak vaadinde bulunduğu Şerif Hüseyin’in oğullarından Faysal, Suriye üzerinde hak iddia etmiştir. Fransızlar ise Beyrut’tan işgal girişimlerine başlamışlardı. Uluslararası Barış Konferansları ve Anlaşmalarda Suriye ile ilgili bir değişiklik olmayınca Faysal tarafı rahatsızlık duymaya başlamıştır. Nisan 1920’de bir San Ramo Konferansında Suriye Fransız mandasına bırakılınca Faysal tarafı ile Fransızlar arasında Temmuz 1920’de savaş vuku bulmuştur. Fransızlar bu savaşta galip gelerek tüm Suriye’yi ele geçirmişlerdir. İki yıl sonra Milletler Cemiyeti’nin onayıyla Suriye resmen Fransa manda yönetimine geçmiştir. Fransızlara karşı başlatılan isyan hareketleri kolayca bastırılmıştır. Ancak Sultan Atraş liderliğinde Temmuz 1925’te Cebelidürûz’da başlayan isyan sonunda Fransızlar mağlûp oldu. Şam ve Humus’ta da isyanlar başladı. İlk zamanlar kontrolü kaybeden Fransızlar, Ekim 1925’te Şam’ı havadan ve karadan bombalamalarına rağmen isyan 1927 baharına kadar sürdü. 1927’de büyük askerî takviyelerle isyan bastırıldığında binlerce kişi hayatını kaybetmiş, binlercesi evsiz kalmış ve Şam’ın önemli bir kısmı harabeye dönmüştü.

Manda döneminin başında Fransızlar Trablusşam, Beyrut ve Sayda gibi önemli şehirleri Lübnan’a dahil ederek Osmanlı dönemindeki mutasarrıflık sınırlarını Suriye aleyhine genişletti. Bu girişim Hristiyan Marunilere müstakil bir devlet inşa etmek maksadı taşıyordu. Kalan Suriye topraklarını da etnik ve mezhepsel olarak idari bölgelere ayırmıştır. Sahilde Arap Alevilere Tartus ve Lazkiye bölgesi verilmiştir. Şam, Hama ve Humus’u kapsayan bir Şam Devleti, Şam’ın güneyinde Suveyde’de Dürzi’lerin yoğun yaşadığı bölgede (Ürdün toprakları dahil) bir Dürzi Devleti, Halep ve Fırat’ın doğusunda bir Halep Devleti kurulmuştur. Bunların dışında da özel statüyle bir İskenderun Sancağı oluşturuluyor. Bu sancak 1939 yılında Türkiye’ye katılmıştır. Ayrıcalıklı Lübnan Devleti 1941 yılında bağımsızlık ilan etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa 1946 yılında Suriye’den çekilmiştir. Fransızların çekilmesi sonrası kalan devletçikler birleşerek günümüz Suriye’sini oluşturmuşlardır.

Demokratik düzene geçen yeni ülkede sıklıkla askeri darbeler gerçekleşmiştir. 1958’de bölgede artan arap milliyetçiliği (BAAS İdeolojisi) ile tüm Arapları tek bir siyasi yapı altında toplamayı amaçlayan Cemal Abdunnasır’ın Mısır’ı ile birleşmeye gidilmiştir. 1958-1961 tarihleri arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti adını almıştır. Baas’ın ortaya çıktığı ve güçlendiği ülke Suriye olsa da etkisi burası ile sınırlı kalmamıştır. Baas Partisi hem Suriye’de hem Irak’ta 1963 yılında iktidara gelmiştir. 1963’den itibaren Suriye’de iktidarını güçlendiren Baas Partisi kendi içinde iktidar mücadelesine girmiştir. Bu mücadele büyük ölçüde ordu içerisinde vuku buluyordu. 1966 yılında Salah Cedid ile Savunma Bakanı olan Hafız Esed Baas içerisindeki diğer klikleri (Hristiyan, Dürzi, İsmaili vd) tasfiye edip orduyu ve ülkeyi büyük ölçüde kontrol altına almışlardır. Daha sonra Arap Alevilerinin kendi içlerindeki iktidar mücadelesinde Hafız Esed, Salah Cedid liderliğine karşı kansız darbe ile iktidarı tamamen ele geçirmiştir (1970). Bu darbe sonrası günümüz Suriye siyasi yapısı oluşturulmuştur. Devlet Başkanı ve yakın çevresinin katı nepotizmi ile otoriter ve totaliter rejim inşa edilmiştir. Bu katı muhaberat (istihbarat ve güvenlik) devletine meşruiyet kazandırmak için göstermelik bir Halk Meclisi ihdas edilmiştir. Toplumda karşılığı olmadığı halde rejime yakın sosyalist partiler ağırlıklı 7 Parti’den oluşan İlerici Ulusal Cephe bu mecliste etkindir. Ülkede güvenlik, bürokrasi, ekonomi, ticaret vb alanların tümü Esed ailesi ve Nusayri Araplar’ın elinde bulunmaktadır. Sunni halka yönelik baskıcı totaliter politikalar sonucu 1982’de Suriye İhvan’ına bağlı Müslümanlar ayaklanmıştır. Hama merkezli bu ayaklanma İran Molla Rejiminin istihbarat ve lojistik desteğiyle katliam yapılarak bastırılmıştır. Bu ayaklanmada 40 bin’e yakın Müslüman ağır silah top tank ve havadan saldırılarla katledilmiştir. Hapishaneleri ve işkenceleri ile nam salmış olan muhaberat rejimi bu ayaklanma sonrasında Müslümanlara yönelik baskılarını arttırmıştır.

1967’deki 6 günlük İsrail savaşı, Golan tepelerinin işgali ve 1970’lerin ortalarından 1992’ye dek Lübnan işgali ve geri çekilmesi vuku bulmuştur. Ayrıca Türkiye’ye karşı savaşan PKK gibi örgütler yine Esed rejimi tarafından korunmuş desteklenmiştir. 2000 yılında baba Hafız Esed’in ölümüyle –bir gün içerisinde yapılan yasa değişikliği ile- oğul Beşşar Esed Devlet Başkanlığı görevine getirilmiştir. Sosyalist ideolojiyi benimseyen Baas Partisi, Sovyet Rusya’sı ile güçlü ilişkiler geliştirmiştir. Öbür yandan mezhepsel saiklerle İran ile özellikle molla devrimi sonrasında güçlü bağlar kurulmuştur. İsrail/ABD tehdidine karşı Beşşar Suriye’si yine Rusya, İran, Türkiye gibi devletlerle iyi ilişkiler içine girmiş, içerde kısmen liberal politikalar izlemiştir. 2010 yılının sonunda Tunus’ta meydana gelen olaylar 2011’in Mart’ında Suriye’de iç savaşın başlamasına neden olmuştur.

Ülke etnik olarak homojen sayılabilir düzeyde yüzde 85’e yakını Araplar, yüzde 8-10 Kürtler, yüzde 3-4 civarında Türkmen, yüzde 1 kadar Ermeni ve diğer unsurlardan oluşmaktadır. Mezhepsel olarak siyasi alandaki temsilin tam tersi şekilde Nusayri Aleviler yüzde 18-20, Dürzi’ler yüzde 4, Hrıstiyanlar yüzde 15 (şu an yüzde 6-7 arası), yüzde 55-60 ile Sünni Müslümanlar en kalabalık grubu oluşturmaktadırlar. 2011’de başlayan iç savaş sonunda demografik ve dini yapı iç ve dış göçlerle, İran’ın işgal ettiği bölgelere Şiileri yerleştirmesiyle önemli oranda değişmiştir.

Kitap Tavsiyesi: Araştırmacı ve diplomat Nikolaos van Dam Suriye’de İktidar Mücadelesi.

Baran Dergisi 734.Sayı