Takıyye: Sakınma, korkma... Mezhebini gizleme... Siyasî görüşünü veya düşüncesini saklama… Mümâşât; Bir kimsenin fikrine katılıyormuş gibi görünme…
Yalan: Asılsız, gerçeğe uymayan, doğru olmayan; kandırmak için söylenen söz… Uydurma, düzme, sahte ifadede bulunma…
Tekavvül: Kendisinde olmayanı söylemeye çalışmak, bir mânâda yalan söylemektir. Çünkü yalan, onun ayrılmaz bir parçasıdır.
Günümüzde “takiyye” kavramının daha ziyade “yalan” şeklinde algılanmasının müsebbibi, sosyal ve siyasî hâdiselerin, kendilerine taksim edilen tarafında “güdücü” mevkiînde bulunan bir kısım “öncü”(!)lerdir. Bu “öncü”(!)ler genel olarak pısırık, korkak, fâsık ve münâfık tabiatlı olan insanlardır. Kısaca, sosyal ve siyasî hâdiselerin vitrindeki bazı güdücüleri sayesinde günümüzde “takiyye” kavramı sadece “yalan” şeklinde algılanmaktadır ki, bazı insanların birçok söz ve icraatları neticesinde bir kavram “güme” gitmiştir. Takiyye”nin “tekavvül” şeklinde bir “yalan” olduğunun iddia edilmesine gelince, buna tamamen itiraz etmek de, pek mümkün değil.
Ancak, zarurî bir durum karşısında “takiyye” yapan birisinin bazı durumda bunu “yalan söylemeden” yapabileceği de, pekâla mümkündür. Ayrıca, “sakınma, korkma, saklama” gibi anlamlara gelen “takiyye” kavramının sadece “yalan” kavramı ile aynılaştırılamayacağı ortadadır. Zira “yalancı”, olmayan bir hâdiseyi “olmuş” gibi anlatmak bir tarafa, hâdisenin “oluş şekline” aslı-astarı olmayan bazı ilâvelerde bulunur. Öyle ki, bu “ilâve”, o hâdisenin tamamen zıd karakter almasına dahi sebebiyet verebilir..Buna dair kısa bir hâdise: “Zamanın birinde bir müftünün, keçisi çalınır…Müftü, karakola şikayetini arzeder… Keçi bulunur…Karakol’un önünde Müftü’yle keçi’yi yan-yana resmeden düzmece basının birisinde bu hâdise, “Müftü, keçi çaldı!” diye kamuoyuna yansıtılır.” Yani, “çamur at izi kalsın!” hesabı, ne acziyetler, ne hilekârlıklar bu millete yutturulmak istenir: Bir taraftan “müslüman yalan söylemez!” diye zangır zangır bağırılır, diğer taraftan İslâm ve müslümanlarla ilgili neredeyse her şeye “yalan” karıştırılır…
“Ruhsat”ı değil “Azimet”i tercih eden bir müslüman, elbette “yalan” söylemez. Çünkü “üç yer hariç” bir müslümanın “yalan” söylemesi haram kılınmıştır.
Yalan’ın haram kılındığına dair bazı ayet-i kerime meâlleri:
 “Ve onlar ki, yalana şahit olmazlar ve boş söz konuşanlara rastladıkları zaman vakar ile geçip giderler..Ve onlar ki, Rablerinin ayetleriyle va’z ve nasihat edildikleri zaman üstüne kör, sağır yıkılıp yatmazlar.” (Furkan Sûresi: 72-73)
 “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin..Ki, işinizi yoluna koysun ve günahlaranızı bağışlasın (mağfiret buyursun) Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, o gerçekten en büyük murada ermiştir.” (Ahzab Sûresi: 70-71)
 “Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz?..Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında (buğzedilen bir şey olup) şiddetli bir öfkeye sebep olur.” (Saff Sûresi: 2-3)
 “Sana geldikleri zaman o münâfıklar dediler ki: “Şehadet ederiz, gerçekten sen, Allah’ın Resûlüsün.” Allah biliyor ki, hakikaten sen, şüphesiz O’nun Resûlüsün. Bununla beraber Allah şehadet ediyor ki, münâfıklar kat’iyyen yalancıdırlar..Yeminlerini bir kalkan edip de Allah’ın yolundan yan çizmektedirler, hakikaten bunlar ne fenâ yapıyorlar..O şundandır: Çünkü onlar imana gelmişler, sonra küfre gitmişlerdir de o(küfür) kâlblerine mühürlenmiş de artık anlamaz olmuşlardır..Sen onları gördüğün vakit cisimleri(dış görünüşleri) tuhafına gider ve konuştuklarına kulak verirsin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültülü sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onun için onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?..Onlara: “Gelin, Allah’ın Resûlü sizin için istiğfar ediversin” denildiği zaman da başlarını bükerler ve kibir taslayarak yan çizip gittiklerini görürsün..Onlar için af dilesen de, dilemesen de  birdir. Allah onları bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, fâsıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz..Onlardır ki: “Resûlullah’ın yanındakilere nafaka vermeyin, tâ ki dağılıp gitsinler” diyorlar. Hâlbuki, göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar..Diyorlar ki: “Eğer Medine’ye dönersek, üstün olan daha alçak olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.” Hâlbuki izzet(şeref ve üstünlük) Allah’a, Resûlüne ve müminlere aiddir. Fakat münâfıklar bilmezler.” (Münâfıkun Sûresi 1’den 8’e ayet-i kerime meâlleri)
KİZB-YALAN
 “Kizb, yalan demektir. Dilimize kizb kelimesi aynen girmiştir. Tekzib şekliyle yalanlama mânasında daha çok kullanırız. Dinimiz yalancılığı kötü huyların başında kabul eder ve şiddetle reddeder. Kur’an-ı Kerim’e küfr bazan kizble ifade edilir. Mükezzib, yani yalancı, “kâfir” mânasınadır. “Allah adına yalan söyleyen ve hak kendisine geldiği zaman onu yalanlayan kimseden daha zâlim kim vardır? Kâfirler için cehennemde yer mi yok?” (Zümer 32) ayetinde kizb, küfür mânasında kullanılmıştır.
Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm), Müslümanlardan hırsızlık, zinâ, içki gibi hakkında had cezası gelen en ağır suçları işleyenlerin bile cennete gidebileceğini belirtir, fakat yalanı Müslümana bir türlü yakıştırmaz. Aleyhissalâtu vesselâm’in ifadelerinden, yalanın sayılan bu günahlardan çok daha çirkin, çok daha alçaltıcı bir cürüm, en bayağı bir ahlâksızlık olduğunu anlamaktayız: “Mü’minde her huy olabilir, yalan ve hıyanet hâriç.”
Beyhaki, yalanın beş derecesinden bahseder:
*Çirkinlikte ve haramlıkta en kötü derecesi Allah adına söylenen yalandır.
*İkinci dereceyi Resûlullah adına söylenen yalan tutar.
*Üçüncü derecedeki gözüne, diline ve diğer organlarına karşı söylenen yalandır.
*Dördüncü mertebede valideynine karşı söylenen yalan gelir.
*Beşinci derecede de yakınlarına söylediği yalan vardır. Yakınlarına söylediği yalan başkalarına söyleceğinden daha ağırdır.
Rağıb, yalan olabilecek sözleri şöyle açıklar: “Yalan ya hiç aslı olmayan bir kıssayı uydurmaktır, yahut kıssaya ilâvede bulunmaktır, yahut kıssayı eksiltmektir, yahut tahriftir. Söz konusu olan tahrif, ibareyi değiştirmek sûretiyle yapılır. Yoktan uydurmaya iftira, uydurma, eksiltme, artırma denir.
Başkasına yalan söylemek isteyen, bunu ya kişinin huzurunda yada gıyabında söyler. Yalanın en büyüğü, kişinin huzurunda yapılan uydurmadır. Buna bühtan da denir.
Kişiyi yalana sevkeden âmil, dünya menfaatine olan sevgi, reislik sevdâsıdır. Bir hadiste, “Üç tanesi hariç bütün yalanların kişinin aleyhine olduğu” belirtilmiştir:
Ruhsat verilen bu üç yalan şunlardır:
*Harb esnasında düşmana karşı söylenen yalan. Burada yalan câizdir çünkü, “Harb bir hiledir.”
*Erkeğin, gönlünü hoş ederek, aile dirliğini sağlamak maksadıyla hanımına karşı söylediği yalan.
*İki kişi arasında sulh ve antlaşma sağlamak maksadıyla söylenen yalan. (Kütüb-i Sitte. İbrahim Canan. Akçağ yay. Zaman. Cilt.9. sy,214-215)       
YALAN ÜÇ YERDE MÜBAH
 (5209)-Esma Bintu Yezid(radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Hâlbuki üç yer hâriç yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır. Bu üç yere gelince:
1) Erkeğin, rızâsını sağlamak için hanımına yalanı,
2) Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir.
3) İki Müslümanın arasında sulhü sağlamak kasdıyla söylenen yalan.”
Yalan dinimizde her çeşit kötülük ve şerrin başı ve kaynağı kabul edilerek şiddetle reddedilmiş olmasına rağmen bazı hâllerde meşru kabul edilmiştir. Bizzat Resûlullah bu hâlleri tâdad eder. Muhtelif tariklerden gelen rivâyetler bu hususları belirtir. Nevevî, Müslim Şerhi’nde şu nakilleri kaydeder. “Bu üç hâlde yalanın cevazında ihtilâf yoktur. Ancak buralardaki mübah olan yalandan murad nedir? Bunda ihtilâf edilmiştir. Bir kısım ulemâ: “Bu hadisin ıtlakı üzeredir” diyerek, bu üç durumda, maslahat için olmayacak şeyin söylenmesini câiz görür ve “Mazmum olan yalan, zarar getiren yalandır” derler. Bu görüşlerine Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın ayette gelen şu sözleriyle delil getirirler: “Bunu yapsa yapsa şu büyükleri yapmıştır…” (Enbiya: 63), “Ben hastayım(dedi)” (Saffaf: 89)
Yine Hz. İbrahim’in Mısır’a vardığı zaman, zevcesi Hz. Sâre için “O, kızkardeşimdir” demesi de başka bir örnektir. Bu meyanda zikredilen başka bir Kur’anî örnek, Yusuf aleyhisselâm’ın münâdisinin sözüdür: “Ey kervan sahipleri sizler hırsızsınız!”(Yusuf 70) Bu misâlleri veren âlimler derler ki: “Şurası muhakkak ki bir zâlim, bir adamı öldürmek istese, o da bir şahsın yanında saklanmış olsa, mezkur şahsa, onun nerede olduğunu bilmediği hususunda yemin etmek vâcib olur.”
Kocanın kadına, kadının kocaya yalanı bir sevgi izharıyla, mutlaka olması gerekmeyen bir hususta vaadde bulunmakla ilgilidir. Yoksa kadın veya erkek üzerindeki bir hakkı ortadan kaldıracak ve berikinin veya ötekinin olmayan bir hakkı gasbettirecek bir aldatma, bütün müslümanların icmâı ile haramdır.” (Kütüb-i Sitte. İbrahim Canan. Akçağ yay. Zaman. Cilt.14. sy,369-370.)
Âlimler der ki: “Sâre hakkındaki yalan da aslında Allah’ın zatına aiddir. Çünkü o da zâlim kâfiri zinâdan men etmek için söylenmiştir. Bu husus Müslüm dışındaki rivâyetlerde açık olarak gelmiştir. Te’vilciler, peygamberimizin, yalanın ikisi Allah’ın zatıyla ilgili biri değil diye ayırıma yer vermesini, “onun da Allah’ın zatıyla ilgili olmasının yanında, Hz. İbrahim’in kendisi için de bir haz ve menfaat bulunmaması sebebiyledir” diye açıklar.
Te’vilciler, Hz. İbrahim’in “Ben hastayım” sözü için de şunu söylemiştir: “Yani “Ben hasta olacağım” demek istemiştir. Çünkü her insan hastalığa mâruzdur. Bu sözüyle, müşriklerle birlikte bayramlarına çıkıp, bâtıl ve küfür merasimlerinde hazır bulunmamak için özür beyan etmiştir.(Ayet-i kerimenin ifadesiyle, bunu yıldızlara baktıktan sonra söylemesi onlar üzerinde iknâ edici tesir hâsıl etmiş, bize de hastalık bulaşmasın diye, Hz. İbrahim’i koyup kaçmışlardır.) Âlimler “Bunu en büyükleri yapmıştır” sözü ile ilgili olarak da şu açıklamayı yapmışlardır: “Hz. İbrahim burada, büyük putun yapmış olmasına, onun konuşmasını şart kıldı ve şöyle söyledi: “Bunu yapsa yapma şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşabiliyorsa onlardan sorun.” Yani: “Eğer bunlar konuşuyorlarsa büyükleri yapmıştır, konuşmuyorlarsa bir başkası yapmıştır, konuşmadıklarına göre.. öyleyse bu sözde yalan yok” demek isterler. Ama çoğunluk ulemâ zâhiri esas almak gereğine kâildir.” (Kütüb-i Sitte. İbrahim Canan. Akçağ yay. Zaman. Cilt.14. sy,373-374-375)
NETİCE
Yukarıda, kısaca nakledilen yerler dışında bir müslümanın “yalan söylemesi” mevzubahis olamaz ki, bazı âlimlerin (yukarıda) mevzubahis olan hâdiseleri izah ve tefsirleri, bazı durumlarda -tâbiri câizse- “hakikat”in nasıl söylenmeyeceğinin yahut sözün içerisinde murad edilen “hakikat”in nasıl saklanacağının “ölçü”sünü verir. Yani, herhangi bir “zor” karşısında hiçbir zahmet çekmeden hemen “yalan” silahına başvurarak “paçayı yırtma!” teşebbüsünde bulunmak, bir müslümanın şiarı değildir. Yine, herhangi bir “zor” karşısında abuk-subuk lâfazanlıklar yaparak “paçayı yırtma!” teşebbüsünde bulunduktan sonra, “yalan söylemedim ki!” diye gubarmak da, kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Bir müslümanın asla “yalancı” olmayacağına dair nice ölçü ve ölçülendirmeler vardır. Dolayısıyla bir müslüman asla yalan söylemeyeceği gibi, hiçbir şekilde tahkik etmeden bir müslümanı “yalancı” diye suçlamak da yakışık almaz. Çünkü, bir hâdise yahut bir haberin “doğru” olduğu aklî, naklî; sadık haber ve Nass ile anlaşılabilir. Aynı şekilde “yanlış” olduğu da bunlarla anlaşılır. Ancak, bu anlayış herkesin idrak ve bilgi seviyesi ile de alâkalı olabilir. Misâl olması bakımından kısa bir hikâye:
 “Siyam kralına, Hollanda’nın özelliklerini aktarmaya çalışan Hollanda elçisi, kendi ülkesinde suyun kimi soğuk havalarda, insanların üzerinde yürüyebileceği kadar katılaştığını, bir fili bile taşıyabilir hâle geldiğini söylediğinde kral elçiye, “sizi dürüst bir insan olarak gördüğümden şimdiye dek söylediğiniz tuhaf şeylere inanmıştım, ancak şimdi yalan söylediğinizden eminim” demiştir.
Hulâsa: Hayatı boyunca kim “yalan” söylemediyse, “Kurtarıcı” da Odur, gibi bir düşünce, beni çok tesir etmiştir. Yani, dünyanın  bütün “zor”ları  karşısında “Azimet”i tercih ederek; “bütün evler yuva olsun diye/ Onun için zindandayım”, diyen  “İnsan”ı, içinde bulunduğumuz zamanın “Kurtarıcısı” olarak kabul ettim!..
 (Her ne kadar -hıristiyan itikadına göre- “çarmıhta gerildi” ise de İsa(as); kendisine iman edenlerin “Kurtarıcısı” olmadı mı? DİKKAT! İslâm inancı “İsa(a.s)’ın çarmıhta gerildiği” itikadını tekzib eder.)