Salih Mirzabeyoğlu'nun, normal zamanlarda ağustos böceği gibi davranıp kriz anlarında veya kavga gürültü çıktığı zamanlarda vaveyla koparan, “milli duygularla hamaset” yapan veya bu hamasete karşı çıkanlarla alakalı güzel bir sözü var, hani kavga gürültü olmasa konuşacak neyiniz var mealinde, ama maalesef pek ezber işiyle ilgim olmadığından aklıma gelmiyor. Bilenler bilmeyenlere söylesin, diyelim. 

O söz, varlık zeminlerini başkasının hatası veya yanlışı üzerinde bulanları nezaket dolu bir acımasızlık içinde resmetmektir. Bunun yanında her eleştiri veya (evet, veya!) tenkidin başkasının hatası ve yanlışı üzerinde hayat bulmak olmadığını da resmediyor: Çünkü o sözü söyleyen de hata veya yanlış hal üzerinden bir tenkidde bulunuyor! Buna dair güzel bir ilke de vardır: İstisna kaideyi bozmaz! 

Mirzabeyoğlu bahsettiğim sözünü, adını bile zamanın layloylomuna göre “Kürt sorunu... Terör sorunu” olarak koyup da koyamadıkları meselenin varidatı olan cenazeler gelip giderken söylemişti. 

İdlib'de konuşlandıkları binanın Rus hava kuvvetleri tarafından bombalanması ile şehid olan 37 asker ve onlarca yaralının acısı ve öfkesi halen devam ederken, bize düşen Mirzabeyoğlu gibi davranmaktır herhalde. 

Üç hilalin “Osmanlı'nın devamlılığı” ve İslâm'ı, yıldızın da fikri (ve Allah Resûlünü) sembolize ettiği gök mavi İbda bayrağına sahip olarak yazdığımızı da kaydedelim ki, yanlış anlaşılmasın. Yanına, “Lozan, çöpe!” diye de ilave edelim. 

Öyleyse başlayalım:
SİHA birlikleri ile “kanlarının intikamını aldık” ve hatta Esed de ölmemek için Suriye'yi terk etmiş, sınırları içinde “kırmızı bayrağımız” sallanıyor da olsa, ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız?

Askerî operasyonlar, aktiviteler, teçhizatlar, envanterler vs. bunların bir “yumruk” ve gayet tabiî olarak devletin olmazsa olmaz şartı olduğu besbelli iken, bunu yapmak hatta şu veya bu gerekçelerle gecikerek yapmak malumken, işte buyurun canı gönülden tebrik ediyorum, tebrik ediyoruz bu “askeri aktiviteler” için sizi. Hatta ülkeyi ele geçirdiniz veya Özgür Suriye Ordusu içinden bir aydını Suriye devletinin başına getirdiniz, bunu da yapın yine tebrikler; ama sorum, Mirzabeyoğlu'nun sorusu hala cevap bekler: Ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız? 

Kavga zamanında fikir pek konuşulmaz, kimse de iltifat etmez kavga var diye, lakin bin senedir ikaz ediyor İBDA, kavga olmayan, “sevgi bombalarının” karşılıklı atıldığı günleri de oldu bu memleketin, ağustosböceği gibi saz çalınarak geçirilen günleri, o zaman da “dur işte öpüşüp sarılıyoruz şimdi” deniliyordu. Hoş, öpüşüp sarılıyoruz dendiği günlerde dahi muhataplarının “o biçim öpmek” için alttan alta hazırlık yaptığı bir kendileri hariç herkes tarafından biliyordu. 

Mesele şudur: Bu ülkeyi muvakkat devlet görünümü ve gereklerinden koparıp atacak mısınız yoksa iş yapıyoruz diye oyalanıp kafanıza balyozun indirilmesine şaşıracak hâlde mi kalacaksınız? 

Kavgada yumruk sayılmaz, çıktıysan meydana tabii olarak yere yapıştırıp geçeceksin, elindeki tüm imkanlarla. Bu, tabii bir şey ve övünülecek bir şey de değil tek başına: Suriye içindeki tüm askerî faaliyetleri kapsar bu lafımız. 

Suriye'yi şöyle böyle nüfuz altına aldığımızı düşünelim, “ikinci Türkiye” mi olacak orası?! Rüzgara göre tavır koyan, altyapısı ithal kanunlarla döşenmiş hukuk sisteminin AİHM “zoru” ile yamalı bohça görünümüne sahip olmasının normal kabul edildiği, “çevresel şartlar” sebebiyle ve tabii olarak kayıt dışını arttıran, üretime dayalı olmayan ekonomi sahibi bir ülke mi yapacaksınız? 

Daha önemlisi, harb sonrası kurulmuş muvakkat devlet, kendisini işgale kalkışanlara her türlü kolaylığı sağlar, Anzakları dahi “onurlandırırken”, ilk iş olarak İstiklal Mahkemeleri kurup kendi insanına karşı, üstelik bunlar İstiklal Harbinde ön saflarda çarpışanlar, idam cezaları yağdırırken, niyetinin işgalcilerden kurtulmak değil, Osmanlıyı ve sistemini isteyenleri yok etmek olduğunu açıkça gösterirken, bu zihniyetin devamı olan ekiplerin her on senede bir darbe ve tehdidi ile milletin seçtiği hükümetleri alaşağı ettiği gerçeği malumken, bunları da mevcut sistemin “ruhu” olan Kemalizm ile gerçekleştirirken, ağustos böceği gibi saz çalarak harcadığınız günlerde sorduğumuz ama cevabını alamadığımız, işte bu sebeple Bahar Kalkanı devrinde tekrar sormak zorunda bıraktığınız sualimize cevap bekliyoruz! 
 
Millet-Ordu kıvamı sağlanmış ve yeni sistemi sadece isim ve idari olarak dahi olsa kurulduğu bugünlerde Kemalizm ile hesaplaşmayacak, pamuk ipliğine bağlı ittifaklarınız yüzünden bunu yine erteleyecek misiniz? 

Gerek Ergenekon, gerek 15 Temmuz darbe davalarının neredeyse hepsinde gördüğümüz kurunun yanında yaşın yakılması gibi adaletsiz ve hesaplı uygulamalardan ders ve ibret alarak, Suriye'de askeri ve özel orduyu anlık ve lokal başarılar için koşturup, içeride millî duyguyu en üst seviyeye taşımak, buradan alınan güç ile Kemalizm ve her tıynetten aparatları ile, “iyi Soros - kötü Soros” demeden, hukukî olarak hesaplaşmak ile başlayabilirsiniz işe. Adam gibi iddianameler hazırlayıp, Rusya'nın, İran'ın, Avrupa Birliği'nin, Amerika'nın sesi olan satılmış aydın müsveddeleri ile mahkemede hesaplaşabilir, elde edilen en basitinden “yazışmalar” ile ülkenin ayağa kalkmasını engelleyenleri ifşa edebilir, 90 senelik inkıtaya son vermenin yolunu döşeyebilirsiniz! 

Yumruk gücü yani askerî başarılar bir devletin olmazsa olmaz şartı olduğuna göre, kuru kuru övünmek yerine, işte bunu yeni sistemin ideolocya örgüsünü kurmak ve buna karşı çıkanların hem millet karşıtı hem memleketin “uydu-parya” olarak kalmasını isteyenler olduğunu tartışmasız olarak ortaya koymak için kullanın. 

Başkanlık Sistemi federasyon olmadan yüktür, “tek adam idaresi” görüntüsü de verebilir, bunu engellemenin yolu da ister bayrak olarak gelsin ister nüfuz olarak, Suriye, Irak, Libya, Cezayir, Balkanlarda yapılacak “faaliyetlerden” geçer. 

15 Temmuz için “tarihî firsat” demiştik ilk günlerde, ne yazık ki başkalarının elinde fırsat oldu. Zulüm yapmaya ve bunun da Erdoğan'ın hesabına yazılmasına sebeb oldular.

Suriye de, oradaki lokal bile olsa askerî başarılar da “tarihî firsat”, bunu Ankara'nın kaçırmaması gerekiyor. Yolu da bahsettiğimiz şekilde veya türetilebilecek başka bir şekilde ama kesinlikle hesaplaşmadan geçecek yoldur! 

Bunu kaçırdığı an, sıradan bir vatandaşın SİHA'nin Esed tankını uçurmasının “zevkiyle” kendinden geçmesine benzer hale büründüğü an Ankara, muhtemelen gelecek şehitlerin sayısının artmasının atmosferi değiştirme gücünü görecek, hem siyasi hem hukukî baskılar ve yalan yanlış haberlerle aklını unutan kamuoyu baskısıyla indirilme riski içine girecektir. 

Burada önemli olan “oy sayısı” değil; bu söylediklerimiz gerçekleşirse, belki belli bir kitle tarafından hala destekleniyor olabilir; ama iktidar olma kabiliyetine sahip olunamayabilir. Anlaşılması elzem olan husus, Erdoğan'ın yapıp ettiklerinin engellenmiş olacağı, Türkiye'nin Anadolu kıtasını yarma harekatının sekteye uğratılacağı gerçeğidir. Dünya Müslümanlarının umutlarının kırılacağı gerçeği. Ve hesap soracak iken acımasızca hesap sorulan olunacağı! 

“Hep birlikte 70 milyon olarak Büyük Doğu'yu kuracağız!” diyen Erdoğan. Partisinde bunu söyleyen başka bir etkili yetkili de yok. Muhatabımız da tabiatıyla o. 

Menderes gibi mi olacak; ümitleri arttırıp, çevresinin dediklerine uyup sonra da ümitleri bitiren mi olacak, yoksa yeni çağın açılmasına, sadece ülkemizi değil tüm dünya müslümanlarını ilgilendiren büyük hesaplaşmayı başlatan adam olarak anılmayı mı tercih edecek? 

Cüret! Biraz cüret! 
“Müslümanlar dik durun! Karşınızda leşler var!”
Bu, gerçek! 

Suriye'deki SİHA faaliyetleri ile eski şanlı günlerin rüzgarını yüzünden hisseden Anadolu yek-vücut, karşımızda ise ta Özal devrinden beri iç hesaplaşma ile parçalanmış, ancak mevcut hükümetlerin veya yabancı vakıfların desteği ile ayakta duran veyahut hesaplaşmadan kaçınıldığı için devlet aygıtının içinde hayat süren muhalefet. 

Ordu-Millet değil Millet-Ordu kıvamının yakalandığı bugünler, böyle parçalanmış muhalefet sürerken, tarihî fırsattır. 


Baran Dergisi 686.Sayı