Tarihten Notlar programının 18. bölümünde tarihçi-yazar İbrahim Tatlı, "Başyücelik Devleti ve Raşid Halifelik Modeli"ni anlatıyor.

Üstad Necip Fazıl’ın ortaya koyduğu Başyücelik Devleti modeli bihakkın halifelik sistemidir. Halifelik deyince, bizim bihakkın halifelik olarak gördüğümüz, raşid halifeler dönemidir. Tabii sonrakiler de halife; ama raşid halifeler bambaşka. Orada espri nedir, raşid halife hem kendisi doğru kişi hem de insanları doğruya götüren, mükemmel. Vasıf olarak ümmetin o esnada en üstün olan ferdi. Zaten onların dönemindeki ümmet kadrosu üstün bir kadro. Haliyle onların hakkı olarak da, başlarında aralarındaki en üstün kişi var. Peki Başyücelik Devleti’nde nedir, en iyilerin idaresi ve en iyiler tarafından seçilmiş hepsinden iyi olan kişinin başta halife olarak bulunması. Hadise budur.

“Bu iki sistem arasındaki mutabakatı nereden keşfetmiş oluyorum? Neye dayandırıyorum?” onu anlatmaya çalışacağım. En başta Başyücelik Devleti modelinden biraz bahsedeyim ondan sonra raşid halifeler dönemini anlatacağım ve aradaki bağlantıyı kuracağım.

Üstad ne diyor? Ümmet-i Muhammed içerisinde en iyilerin bir araya gelerek bir meclis oluşturması yani Yüceler Kurultayı ve kurultayın kendi içinden birini baş seçmesi. Bir kurucu meclisle başlar diyor, yoksa biz mesela ne yapalım? Dünya’da 1.5-2 milyar Müslüman var herkese kim iyi falan diye soralım mı? Saçma... Üstad bunu söylemiş, kurucu meclis. Kurucu meclis dediğiniz nedir? Diyelim ki Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar, generaller, yüksek bürokrasideki bazı kişiler, istihbarat vs. belli başlı güçlü adamlar bir araya geldiler. Böyle olmuyor biz bu modele geçelim, dediler. Ne yaparlar? İşte kurucu meclis bunlar olur. Bunlar bir araya gelir derler ki, biz bu vatanı böyle kurtarırız, devleti böyle devam ettirebiliriz, Üstad’ın modelini uygulayalım. Sonra kafa kafaya verdiler diyelim, kendileri bunu irade olarak istemiş adamlar. Zaten bu kendi kendine, kendinden zuhur halinde çıkar. Yani bunu zaten bütün Müslümanlar koro halinde söyleyerek yapmaz. Hiçbir zaman böyle olmaz zaten. Onlar kendi aralarından birisini baş yapar. Nedir mesela? Kurucu meclis olur. Sonra bu yavaş yavaş tekâmül eder, o meclisten bazı adamları eksiltirler, yenilerini alırlar, derken Yüceler Kurultayı gibi bir oluşum böyle başlar. İsterlerse uygun gördükleri kişiler mimar olsun, ticaret odası başkanı olsun, herhangi bir meslek odası başkanı salih, izzet ve şeref sahibi, yönetmeyi bilen, iş yapmayı beceren, Müslümanların maslahatını düşünebilecek insanlardan tutar seçer. Bu alim de olabilir, büyük bir sporcu da olabilir. Bunda şu meslekten, şuradan olur da buradan olmaz gibi bir kısıtlama yok. Hele hele hep ulema olsun, ulemadan olmayan olmasın diye bir şey yok. Zaten tarihte ulemanın yönetici olduğu falan görülmemiştir. Yönetmek başka bir iş. Ha, ulemadan da olur. Bazı yöneticilik vasıfları varsa o da olabilir. Veya bulunur, o da işin şu taraflarını tamamlar. Sonuçta bu 101 kişilik kurultay dediğiniz, geniş bir topluluk. Sayı olarak 3-5 kişiden bahsetmiyoruz, 101 büyük bir sayı. Mesela benzerleri var, Amerika’da senato var. Senato nedir? Amerika’da güçlü adamların meclisi. Zaten kapitalist sistem. Haliyle para, pul, toprak sahibi olarak belli bir güce ulaşmış adamlar bir araya gelmiş, sistemin devamlılığını en iyi onlar sağlayabilir, en iyi hastalıkları onlar görebilir, en çok onlar sahiplenir zaten sistemi. O yüzden Senato meclisi olması onların kapitalist dünyasında mantıklı olan şey. Peki, bizde nedir? Biz Müslümanız, haliyle salih, izzet sahibi, şeref sahibi, iyi adam, düzgün adam, faziletli adam bize lazım. Amerikalılar onu aramaz. Senato meclisindeki bir adam, adi bir senatör olabilir ahlâk olarak. Ama kapitalist sistemin devamlılığında işe yarıyorsa, onlara lazım olan o zaten. İyi adamın ne işi var orada. İyi adam ahlâkî bir yaklaşımla, bir sürü şeye karşı çıkacak belki, bir de sistemi bozacak. Kapitalizmin kendisi ahlâksız olduğu için başka türlü düşünülemez.

Bakıyorsunuz, Sovyetler Birliği’nde ne vardı? Politbüro. Nedir? Komünizmi en çok benimsemiş, en iyi anlamış kişiler diyelim kendilerine göre. En çok sahiplenen insanların olması tabiî ki mantıklı.

Derdi cebindeki üç kuruşu, dünyalığı olan olmaz… Veya diyordu ya manken, “benim oyumla dağdaki çobanın oyu bir mi?” diye. Dağdaki çobana sen kurban ol. Ama sen oy veriyorsun, yani olmaz. Sovyetlerden örnek verdim, Amerika’dan örnek verdim ya, bizim için de tekrar ediyorum Müslümanlar olarak içimizdeki en salih, en faziletli, en ahlâklı ve beraberinde tabiî ki yönetme becerisi, Müslümanların maslahatını görebilme kabiliyeti gibi vasıflara sahip olan insanların yönetmesi söz konusu. Üstad onu söylemiş, bir kurucu meclisle başlar. Onların ne kadar kaliteli olduğuyla alakalı. Bunu ilk kuran insanlar, çok iyi de olabilir, iyi bile olmayabilir. Ama bunu istemiş olmaları bile iyi olmalarının alameti zaten. Zamanla kendini tekâmül ettirerek, daha iyi insanların bulunduğu bir kurultaya da dönüşebilir. Onlar en iyiler olarak, içimizde ki en iyi bu diyerek birini seçer vazifelendirir. Ne oluyor? Halife oluyor. Yani Başyüce dediğimiz şey halifedir. Ve işte halifenin karşısında Ümmet-i Muhammed’in vicdanını temsil eden Yüceler Kurultayı. Bakın bütün Müslümanlar değil, onu temsil eden adamlar. Çünkü herkesin idraki bir değil. Çoğunluk genelde ahmaktır. Bunlar seçkin insanlar. Zaten buna niyet etmişler, biz Müslümanların işlerini düzgün görelim diye, kendileri zaten teşebbüs etmişler. Bunlar gidip para kazanalım, dünyalığımızı görelim veya başka işlerle uğraşalım dememiş. Veya ilimle uğraşayım, sanatla uğraşayım dememiş. Müslümanları düzgün şekilde yönetelim, hem İslâm aleminin müdafaası, hem İslâm’ın yayılması, hem de içeride Müslümanların işlerinin düzgün görülmesi, asayişin sağlanması Ümmet-i Muhammed’in çocuklarının istikbali vs. bunu vazife olarak görmüş adamlar. Şimdi bu kadarı yeterli Başyücelik hakkında söyleyeceklerimin.

Raşid halifelere gelelim hemen. İlk raşid halife Hazreti Ebubekir. Nasıl halife oldu? O adaylığını koyup birileri oy mu attı, hayır. Peygamberimizin vefatının akabinde hemen Müslümanlar başsız kaldı ne yapacağız falan diye. Ensar’dan bir kesim falancaya itaat edelim diyerek kendilerine halife seçmeye çalışmış kendi arasında. O zaman Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer gibi sahabînin büyükleri bunu duyuyorlar, müdahale ediyorlar. Ve konuşuyorlar, aralarında müzakere ediyorlar. Şimdi Ensar’ın bir halifeye biat edelim teşebbüsü doğru bir teşebbüs. Onların üstün idrak sahibi olduğunu gösteriyor. Müslümanların başı olması gerektiğini gösteriyor. İki kişi yolculuk yaparken bile birisi imam olsun diye peygamberimiz emretmiş. Şimdi peygamberimiz hayatta değil, dünyasını değiştirmiş. Birinin baş olması lazım. Onlar Rasulullah’ın emrine uyuyor zaten, orada yanlış bir şey yok. Kimileri diyor daha cenaze kalkmamış bilmem ne falan filan. Değil! Resulullah’ın vasiyeti neyse yerine getiriliyor; Müslümanlar şimdi bakıyor ne olacak diye, kime itaat edeceğiz, kime biat edeceğiz diye. Hazreti Ebubekir Ömer’e biat edin, diyor. Hazreti Ömer ve Aşere-i Mübeşşere’den bir sahabinin daha ismini söylüyor, onlardan birine biat edin, diyor. Hazreti Ömer de Hazreti Ebubekir efendimize biat edilmesini söylüyor. Sahabeler de diyor ki, Ebubekir’e biat edelim. Bunu konuşanlar da bir nevi kurucu meclis diyeceğim de, işte güçlü zayıfa benzetilmez, zayıf güçlüye benzetilir. Edepsizlik olmasın diye bu parantezi açtım. Bir nevi bir şeyi yenileyen, icat eden insanlar olarak davranış söz konusu. Ve Hazreti Ebubekir efendimize biat ediyorlar. Evet ümmetin en üstün ferdiydi, sıddık makamındaydı, zaten o makamdaki tek, sahabenin en üstünüydü ve şeyhayn. Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer peygamberimizin istişare ettiği sahabeler. Ve zaten beraberinde Aşere-i Mübeşşere’den Ashab-ı Kiram var, Bedir ashabı var, en üstün sahabelerin hepsi meydanda. Ve ne oluyor? Orada “şöyle mi yapalım böyle mi yapalım?” diye tereddüt edenler de var. Ama bakın kavga yok. Hepsi doğru bir şey yapmaya çalışıyor, bir vicdan çalışıyor orada “doğru birini seçelim başımıza getirelim” diyerek. Sahabenin küçük olanları seyrediyor, ne yapacaklar, onların yapmaları lazım diyerek. Bakın ne kadar güzel bir silsile işliyor. Ve Hazreti Ebubekir efendimize biat ediliyor. Peki kendisi vefatından önce ne yaptı? Hazreti Ömer’e biat edilmesini emretti, hatta tek tek büyük sahabeleri çağırıp soruyor, “Ömer hakkında ne dersin?” diye. Çoğunlukla tabii ki, iyi konuşuyorlar. Büyük sahabelerden de az sayıda Hazreti Ömer’e karşı çekince var, sertlik gösterir diye. Hazreti Ebubekir de “Ben çok zaman sertlik göstermeye kalktığımda, Ömer bana mâni olurdu.” diye cevap veriyor. Ve herkes Hazreti Ebubekir efendimize biat ediyor. Bakın vicdan çalışıyor, halife belli sahabelere danışıyor. Oradan şöyle bir hüküm süzebiliriz, bana düşmez de, la teşbih diyeyim, erbabı mesela bunu okuyup “öyle olur veya olmaz” diyerek tenkit edebilir. Mesela Hazreti Ebubekir sorsaydı da, hepsi birden olmaz deseydi belki Hazreti Ebubekir değiştirebilirdi reyini. Tabii böyle bir şey olmadığı için, bunu afaki konuşuyorum ben. Ama ne yapıyor Hazreti Ebubekir, yekten bir tayinden ziyade soruyor sahabenin ileri gelenlerine. Ve orada ortaya çıkan şey, Hazreti Ömer efendimizin müminlerin emiri olması sorusuna “olur” cevabı. Peki Hazreti Ömer kendisi vefatından önce ne yapıyor? O da kendisinden sonra kim halife olsun diye karar veremiyor. Bakın çok güzel bir örnek, 7 kişilik bir meclis kurduruyor. Bunların 6’sı Aşere-i Mübeşşere’den. Birisi kendi oğlu, ama o 6 kişiden birini seçmek şartıyla, yani kendi oğlu seçilemez. Onun da rey hakkı var. Bir Yüceler Kurultayı gibi, yine tekrar ediyorum güçlüyü zayıfa benzetmiş olmuyorum. Gibi derken üstadın oraya atıf yapmış olduğunu söylemeye çalışacağım zaten. Ve orada bakın Müslümanların istişaresi bakın ne kadar tatlı bir istişare, ne kadar üstün bir idrak. Ve burada baş irade, karşısında vicdan. Ne kadar şahane bir mutabakat, letafet var. Ve ne oluyor, Hazreti Osman’ı seçiyorlar, Hazreti Osman’a biat ediliyor. Yani tüm sahabilere sorulmuyor, herkese sorulmuyor. Tabiî dört halifenin her biri hem vicdan hem de iradeydi aynı zamanda. Ama istişare emrine uyuyorlar ve ehliyle istişare ediyorlar. Onun sonucunda çıkan şey de bereketli oluyor. Çünkü tam bir ihlas ve gayretle doğrusunu yapmak için yapılıyor bu iş. Peki Hazreti Osman şehid edilince birdenbire ne oluyor, tabiî kendi bir vasiyette bulunamadan şehid oldu, Müslümanlar başsız kaldı. Ne oluyor? O zaman sahabeden bazıları geliyor Hazreti Ali’ye biat etmek istiyor. O da diyor ki, “Bedir ashabı kabul ederse biat ederim!” bu kadar. Çünkü Aşere-i Mübeşşere’den sayı azalmaya başlamış, zaten ilk 3 halife ahirete irtikal etti, dördüncüsü Hazreti Ali. Ve orada bazı sahabeler biraz tereddüt gösterse, ufaktan ihtilaf olsa da, Bedir ehlinden olanların çoğunlukla rey vermesiyle Hazreti Ali meşru halife oluyor. Bakın yine orada vicdan var, yani tekrar ediyorum adeta Yüceler Kurultayı gibi, vicdan. Yani üstün olanlar, yanlış anlaşılmasın. Zaten nedir, burada onlar yüce zaten. Onlar, sahabe kadrosu içinde, o zamanki nesiller, o zamanki Müslümanlar içerisinde zaten en üstün olan insanlar, en iyiler, en yüceler zaten. Onlar “Biz sana biat ettik.” diyor, ne oluyor Hazreti Ali meşru halife oluyor.

Şimdi buraya kadar her şey anlaşıldı değil mi? Yani Hazreti Ali nasıl bihakkın halife olmuş, baş seçiliyor, tabiî baştaki halifeyi seçen bir vicdan var. Üstad ne yapmış, raşid halifeleri örnek almış. Zaten dördü bihakkın halife. Hem doğru, hem doğruya götüren. Burada da, Başyücelik Devleti’nde baş olacak, irade olacak kişi bütün Müslümanların vicdanını temsil eden en iyiler tarafından seçiliyor. İşte bu, bu zamanki Müslümanlar içerisinde bihakkın halifeliğin tesisidir. Bunu iddia ederim, bu büyük bir laf değil. Çünkü Müslümana düşen elinden gelenin en iyisini yapmaktır. Hata ederse bile sevap alır. Mesela ilmihallerde vardır, bir Müslüman kıbleyi tespit edemeyeceği bir yerde bulundu, namaz vakti de geçiyor, güneşe baktı tayin etmeye çalıştı, ama tutturamadı, “herhalde şu taraftır” diye namazı kıldı ve vakit de çıktı. Sonra öğrendi ki, kıble orası değil. Ne oluyor, vakit çıktıysa namaz oluyor, çıkmadıysa iade ediyor. Onun gibi müctehid de, doğru bir şeyi yapmak niyet ve gayretiyle hareket edip hata ettiği için gayretine, niyetine, çabasına bir sevap veriliyor, yanlışına değil. Ama bakın o yanlış da doğruya götürür. Niye? İstikameti muhafaza etmek için yaptı bunu. Sahabenin büyükleri de nasıl güzel yapmışlar? İşimizi dosdoğru yapalım diye uğraşmışlar. İstişare ehli olan insanlar beraber bir karar veriyor ve baş öyle seçiliyor. Üstad’ın ortaya koyduğu modelde de Müslümanların en iyileri kimse, Ümmet-i Muhammed’in maslahatı için ıstırab çeken adamlar kimse, onlar gelir bir kurucu meclis kurar, aralarından bir baş seçer. İşte bu bihakkın halifeliktir. Çünkü elindekinin en iyisini yapmaktasın. Son olarak şunu söyleyeyim, her millet kendi mizacına göre, kendi dünya görüşüne, kendi inancına göre yönetim sistemi icat eder. İslâm’da demokrasi olmaz. Ben fetva makamı değilim; ama İslam’da demokrasi olacağını iddia etmek küfrün daniskasıdır bence. Bilenle bilmeyen bir olur mu? Bitti. Ne demek yani herkes oy versin. Herkes üstün idrak sahibiyse tabii ki oy versin, asla reyini sormamazlık edemezsin. Ama yani “Dağdaki çobanla, benim oyum bir mi?” diyen manken oy veriyorsa kardeşim, haramdır bu yani. Ve haram bir yana, insanın vicdanı sızlar. İnsan utanır, bir taraftan alnının teriyle para kazanan bir insanla diğeri aynı…  Ayıptır. Ki dağdaki çoban, vicdan ve feraset olarak çoğundan çok daha ileri durumda. Mesela Yunanlar ne yapmış? Eski Yunan’da aristokrat bir sınıf var, onlar kendi aralarında istişare ediyor, kendi içinde doğru bu. Kapitalist Amerika’yı örnek verdim ya, ne olacaktı? Maaşla çalışan bir adama karşı tabii ki şu kadar fabrika işleten, şu kadar toprak sahibi olan, şu kadar hayvanı olan, para döndüren, sistemin önemli bir dişlisi olan adam daha önemli olacak. İngiltere’de Lordlar Kamarası var. Bu adamlar bir nevi oligarşi gibi diyeceğim de, buna oligarşi dersem olmaz. Bir şekilde gücü ele geçirmiş adamlara oligarşi diyoruz, bunlar oligarşi değil, oligarşi başka bir şey. Mesela, sınıfsız bir toplumuz, içimizden bu adamlar yönetiyor diye faşist konsey kuruyor falan. O onların kendi içinde tutarlı hareketler. İşte Nazi Partisi Politbüro, Çin’deki Komünist Parti gibi. Bunlar, kendi dünya görüşünde doğru. Sen komünist rejim olacaksın, demokrasi isteyeceksin. Adam ben komünizm istemiyorum diye oy verecek kardeşim. Sen Müslüman bir ülkede kendi başına bırakırsan milleti, nefs-i emmare var, şeriattan da kimse hoşlanmaz. Hiçbirimizin nefsi hoşlanmıyor zaten. Evliya hariç kimse ibadetini hoşlanarak yapmaz, nefsi ile mücadele halinde. İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun cezaevindeyken söylediği bir laf var ‘’Bu millet hep beraber gavurluğu seçse mesela, kabul mu edeceğiz bunu?’’ Ahirette hesabı var bunun. Biz Müslüman’ız, Müslüman’ın da dünyaya bakışı bellidir. Müslüman Allah’ın razı olduğu şeyi ister, yapar, yapamasa bile bunun doğru olduğunu unutmadan yaşar. Günaha girse bile Allah’ın bundan razı olmadığını, bunu yapmasaydım razı olacaktı diye, onun farkında olarak yaşar. İslam’da da her zaman en salih, en faziletli insanlar idare etsin, yönetsin istenir. Tabii ki salih olup da yönetme becerisi olmayan insanlar varsa, yönetme becerisi olan olsun siz de denetleyin. Adam o kadar salih değil veya ahlâk olarak biraz bozuktur; ama komutanlığı iyidir veya yönetmeyi beceriyordur, sen yönetemesen bile iyi bir adamsan tetikte dur, yanlış yapmasına müsaade etme. Dört halife döneminde de Ashab-ı Kiram kendi reyleriyle kabul ettikleri, biat ettikleri halde başlarındaki halifeye itirazlarını da söylüyorlardı. Tapınma değil bu, zaten İslam’da biat etmek tapmak değildir. Allah rızası için biat ediyorsun. Burada bizim söylemek istediğimiz, raşid halifelik modeliyle Başyücelik modelini karşılaştırmak değil, hele hele üstün olan raşid halifelik modelini Başyücelik modeline benzetmek hiç değil. Başyücelik modeli raşid halifelikten süzülmüştür. Ondan ilham alarak gelmiştir, Üstad Ashab-ı Kiram’ı örnek almış, onların ne yaptıklarına bakmış ve bu zamanda aynı ruhla belki biraz şekil değişik gibi -aslında şekilde çok benziyor zaten- bihakkın halifeliği tesis etmek için bu modeli inşa etmiş. Bu ilk ve tektir.

Üstad Necip Fazıl için büyük büyük laflar ediyoruz, dışarıdan bakan insanlar “yaa…” falan diyor. İyi de büyük, sen küçüksün senin zoruna gitmesin diye büyüğe büyük demeyelim mi? Sen çirkinsin diye güzele güzel demeyelim mi kardeşim? Sen güzelleş veya güzel değilsin diye Allah böyle takdir etmiş de bir zahmet itiraz etme, kıskanma. Üstad çok büyük ve bütün İslam aleminin en büyük problemi olan halifelik meselesini çözen adam. Üstad İdeolocya Örgüsü’nde başa bu mevzuyu almış. Müslümanlar kendini nasıl idare edecek? Kendi işlerini nasıl görecek? Bunun adı konmadan, şekli çizilmeden neye davranabilirsin? İdealize ettiğin bir model olacak ki, ondan sonra bunu yapabilmek için harekete geçeceksin. Gecekondu dikerken bile adamın planı vardır. Bir taraftan İslâm’ı getireceğiz falan diye konuşan tipler var. Kardeşim nasıl yapacaksın? “Daha çok ibadet edelim.” falan diyor adam. “Daha çok ibadet edersin sevap kazanırsın, güzel, iyi de benim işlerimi görmez bu. “Ben hastayım ne yapayım?” dediğimde “Daha çok namaz kıl.” diyemezsin. “Doktora git.” dersin, kendisi de doktora gidiyor. Bu da bir dünya işi, idare sistemi kurmak falan. “Bunu nasıl yapalım?” deyince, “Biz daha salih olalım, daha iyi ameller yapalım.” dersen, belki sen iyi insan olursan Allah seni yönetecek bir adam gönderir de, sen yapamadın bari öyle kurtulursun. Ama ben bunları yapıyorum da, düzelsin falan beklersen, bu bir çare değil. Bu Allah’a işi havale edip vazifesini yapmamak gibi garip bir durum anlamına geliyor. Zannediyorum anlatmak istediğim anlaşılmıştır. Eğer ki dört halife dönemiyle alakalı karşılaştırma yaparken bir edepsizlik ettiysem Allah beni affetsin. Burada maksadımız Üstad’ın Ashab-ı Kiram’ı örnek alarak nasıl güzel bir model inşa ederek, bir tecdit, bir yenileme işi yaptığını göstermiş olmak. Üstad’ın ileri sürdüğü model, İslâm tarihinde dört halifeden beri yepyeni, ilk defa görülen bir modeldir. Tamamıyla İslâmîdir, tamamıyla dört halife dönemini örnek almıştır. Hepsi budur.