Van’da Ermeni Vahşeti

Ermeni komitelerinin en yoğun faaliyette olduğu Van Vilayeti’nde komiteler 1914 yılından itibaren organize olmaya çalışmışlardı. Van Ermenileri Rusların Türklere karşı taarruzda bulunduğu sıralarda, 15 Nisan 1915 tarihinde isyan etmiş, isyan kısa sürede büyümüş ve Türkler çok zor durumda kalmışlardı. Van Valisi Cevdet Bey’in Dahiliye Nezâreti’ne çekmiş olduğu 23 Mart 1915 tarihli telgrafında, Van’ın çevresinde bulunan birçok köye Ermenilerin saldırılar düzenlediğini, bu saldırılara önlem olmak için kırk kişilik iki müfreze gönderdiğini, bunlara 70–80 kadar daha milis’in katıldığını ancak yine de yardıma ihtiyaçları olduğu ve gerekli yardımın yapılacağını bildirmiştir.

Mart sonu ve Nisan başlarında Ermeni terör faaliyetlerine karşı Osmanlı hükümeti tedbirleri daha da sıklaştırmaya başlamıştır. Mart ayı sonlarında (31 Mart 1915) Ermeni Patriği Başkomutanlığa çektiği telgrafta, Ermenilere haksız işlem ve muamelede bulunulduğu iddia etmiştir. Patriğin iddialarını yerinde araştıran Başkomutanlık 8 Nisan tarihinde Patriğe şu cevabı vermiştir:

“Bilgi ve yorumlarınız bizdeki belgelere uymamaktadır. Buna karşın yazdığınız olaylar hakkında komutanların dikkatini çektim. Halka daha şefkatle davranmalarını ve adaleti kusursuz uygulamaları hakkındaki hükümet düşüncesini şiddetle korumalarını yeniden istedim.

“Ermenilerin, vatandaşlığına ve Osmanlı Devleti’ne bağlılık ve sadakatine özellikle pek çok inanıyor ve önem veriyorum. Bu esaslı inancımı korumada ısrarlıyım. Ancak kabul edeceğinize inanıyorum ki, yabancı kışkırtmalarına kanan bazı şahıslar, maalesef vardır. Bu gibi şahısların kendi isteklerine ulaşmak için bazı yasadışı eylemlere de başvurdukları anlaşılmıştır. Bunlara karşı hükümetin sert hareketlere girişmesinde Osmanlı vatanının korunması bakımından maalesef zorunluluk vardır... Uyarı ve aydınlatma için sizin çalışmalarınız ve hizmetleriniz daima kıymettardır. Bu gibi hayır ve hizmetlerinizin devamını ve olumlu sonuç almasını güvenle bekliyor ve bu vesileyle saygılar sunuyorum.”

Bu arada Van Valisi Cevdet Bey’in 11 Nisan 1915 tarihli Van’dan çektiği telgraf, durumun vahametini açıkça ortaya koyuyordu. Telgrafta: “ Van’a gizlice 4000 kadar Ermeni çetecinin getirildiği ve bölgedeki Ermenilerin köyleri basmaya, yakıp yıkmaya, kadın, çocuk ve ihtiyarları yersiz yurtsuz bırakmaya başladılar.” şeklinde bilgi vermekteydi.

15 Nisan 1915 günü Van’da başlayan Ermeni isyanını, o günleri yaşayan Emekli Tümgeneral Ahmet Hulki Saral şöyle anlatmıştır:

“Van, Ermenilerin ilk önce ele geçirmek istedikleri bir şehir idi. Bir noktada şansları da kendilerine yardımcı idi. 33. Piyade Tümeni Erzurum’a savaş dolayısıyla gönderilmişti. Van şehrinde bu surette jandarma kuvveti hariç başka askeri kuvvet kalmamıştı. Böylece Ermenilerin şehri işgalleri nispeten daha kolay bir hale gelmişti. Fakat her ihtimale karşı Rus ordularının Türk topraklarına girmeleri ve baharın gelmesini beklemişlerdi. Bu suretle Ruslar ile müşterek hareket edilerek daha başarılı olacaklarına inanmışlardı.

“Uzun senelerden beri silahlanan, tüfek, tabanca ve el bombaları gibi türlü silahlarla donanmış olan Ermeni çeteleri Van’da toplanmışlardı. Köyler de aynı şekilde silahlandırılmış, harekete hazır hale getirilmişlerdi. Ermenileri Aram isminde biri idare ediyordu. Türklerin savunmasını ise Vali Cevdet Bey idare ediyordu...”

İsyanı, Rus General Maslofski şöyle anlatmıştır:

“Van mıntıkasında vaziyet karışık bir hal almıştı. 14 Nisan da Ermeniler Van’da kıyama başlamışlardı, önce küçük jandarma kıtasını katl ve tard etmişlerdi. Bunun üzerine Türkler Kâzım Bey’in 5. Mürettep fırkasını göndermişler İçkale ve şehirdeki Ermenileri muhasara eylemişlerdi. Aynı şekilde Van’daki Ermenilere yardım için general Truhin kumandasında bir birliğin Van’a sevk edilmesi Kolorduya bildirilmişti.”

Erzurum’dan Van’a doğru yola çıkan Rafael de Nogales, genel durumu ve Van isyanını yazmış olduğu hatıratında şöyle anlatmıştır:

“Harp ilânı başladıktan hemen sonra Erzurum meb’usu Pastırmaciyan 3. Ordudaki bütün Ermeni zabitan ve neferleriyle Rus tarafına geçmiş ve Müslüman köyler ahalisini bilârahmü şefkat (merhametsizce) yakmak, katletmek için Ruslarla birlikte Türk arazisine girmişti. Bu vaziyet üzerine Türk Hükûmeti, henüz ordudan kaçmağa muvaffak olamayan Ermeni neferlerini toplayarak yol inşasında yahut, dağlık yerlerde erzak naklinde kullanmağa mecbur oldu. Bundan başka Ermeni ahalisinin düşman hesabına çalışacaklarından korkuluyordu... ...Van vilâyetindeki Ermenilerin İran’a doğru yürüyen kuvve-i seferiyelerimizin gerisinde isyan çıkarmaları bunun delilidir.”

Buradan 14 Nisan 1915 günü öğleden sonra yola çıkan Nogales, gün boyunca yaptığı yolculuktan sonra dinlenmek için geceyi bir Türk şeyhinin evinde geçirir ve ertesi sabah yoluna devam eder, o günün gecesini ise fakir bir köy olan Zarkat’ta bir jandarma deposunda istirahat ederek geçirir.

“Sabahleyin saat bire doğru başlayan ve bunu bir yaylım ateş gibi takip eden müteaddit mermiler beni uyandırdı. Birkaç mermi yatağımın karşısındaki duvara isabet etmişti. Karakol kumandanını çağırıp dışarıda ne olduğunu sorduğum zaman bana dedi ki, Ermeniler, uzun zamandan beri her gece bu tarzda bize ateş ederler. Jandarma kumandanının bu cevabı, bizim mühim bir vakayi arifesinde bulunduğumuz kanaatini tamamıyla takviye eylemişti.”

“Van Valisinin yanına gidinceye kadar birçok dolaşık yollardan yürüdüm; çünkü, Ermeniler iyi nişan alarak şiddetli ateş ediyorlardı; birkaç mermi yüzüme yakın vızlayarak geçti.

“Ermeniler tabancalarıyla iyi silahlandırılmışlardı; bu tabancalarla kısa mesafelerde iyi netice istihsal ediyorlardı, adeta makinalı tüfek gibi.”

“Buraya geldiğim gün Van Muhasarası başlamıştı. Aram Pş. Maiyetindeki Ermenilerin miktarı Mis Knapp ve Mösyü Ruşduni (Y. A. Rushdouni) tarafından vaki olan neşriyata göre 30.000 ve daha fazla tahmin edilmektedir. Şehri ihata eden surlar ve Aykestan (Aikesdan) yani Bağlar Mahallesi Ermenilerin elinde idi. Biz de kaleye ve şehir civarına hâkim idik, buralarda demir bir çember vüruda getirmiştik; bu çember her gün yaptığımız ilerleme nispetinde darlaşıyordu. Van’ın muhasarası esnasında yapılan muharebeler gibi şiddetli muharebeleri nadiren görmüştüm. Dar bir saha dahilinde bilâ fasılıa çarpışılıyordu. Ekseriya bir tuğla duvar bizi düşmandan ayırıyordu. Hiçbir taraf, Hıristiyan, İslâm birbirinden af talebinde bulunmuyordu...”

“Modern topçu olarak emrimizde birkaç sahra topu vardı; bunlardan iki buçuk batarya mantelli, birkaç düzine, yuvarlak mermi atan, eski toplardan vardı.”

“Van’daki mevcutları 30–40.000 civarında olan Ermenilerin elinde binlerce mavzer tabancasından başka çok miktarda filinta ve tüfekte vardı, bunları seneler boyunca satın almışlar ve depolamışlardı. Hatta Ermenilerde, bize çok zaiyat verdiren, el bombası da mebzulen mevcuttu.

“Biz filhakika kaleye sahip idik; fakat topçumuzun şehre karşı istimali hemen hemen mümkün değildi. Her taraftan vaziyet Ermeniler için daha müsaitti; hele sayı olarak üstünlük tamamıyla Ermeniler tarafında idi. Kendileri tarafından da açıklandığına göre Ermenilerin kuvveti yukarıda da zikredildiği gibi 30.000’den fazla idi, tabi buna her gün çeşitli köy ve kasabalardan Van’a akın akın gelenlerin miktarı dahil değildir.

“...Bu sırada Başkale’den birkaç atlı jandarma ve 300 kadar silahlı Kürt geldiler. Bunlar, Ermeni komitası rüesasından Kojuncan tarafından, birçok siperlerden ve Yedikilise manastırından edilen ateşe rağmen Erek Boğazından geçip gelmeğe muvaffak olmuşlardır.”

“(25 Nisan 1915) Cevdet Bey ve ben kalenin burçlarından bu muharebeyi tarassut ederken Ermeniler de şehirde Peterpavles adını taşıyan başkilisenin kubbesinden mütearrızlar üzerine ateş etmeğe başladılar. Bu mukaddes yeri şimdiye kadar korumuştum; burasının ibadethane olmasından değil, daha ziyade tarihî kıymeti haiz bir tarzı inşaya malik olmasından dolayı korumuştum.

“Binanın harabisine mahsurinin akılsızca hareketi sebep olmuştur; zira Cevdet Bey mermilerin geldiği tarafı tespit eder etmez buranın ateş altına almasını emretti. Fakat kilise çok kuvvetli bir tarzı mimarîde inşa edildiği için birkaç saat ateşimize mukavemet gösterdi; gece olduğu vakit bu kilise de bir harabeye çevrilmişti.

“Ermeniler başkiliseden de tardedildikten sonra, büyük caminin minaresinden bize ateş etmeğe başladılar; bunun üzerine valinin protestosuna rağmen derhal burasını da ateş altına aldırdım; çünkü (bu muharebedir) bu suretle aynı gün içinde Van şehrinin iki muazzam mabedi ortadan kaybolmuşlardı; her iki mabette de kıymetli sütunlar ve abideler vardı, bunlar takriben 9. asırda inşa edilmişlerdi.”

Amerikan Misyonere Clarence Ussher ve Karısı

“Bu günlerden birinde, tam olarak hatırlamıyorum (30 Nisan ile 4 Mayıs 1915 arası), Vali, Doktor Ussher’den bir mektup aldı; Doktor bu mektubunda, birkaç danenin (mermi) Van’daki Misyonun oturduğu binalara doğru atıldığından protesto ediyordu; halbuki bu binalar Amerikan bayrağıyla belli edilmişti.

“Cevdet Bey’in, bana Fransızca olarak tercüme ettiği bu mektup çok kaba bir tarzda yazılmıştı. Vali bundan dolayı çok hiddetlenmişti; benim teklifime muhalif olarak tehditkar bir cevap verdi; Şimali Amerika Misyonerleri, Ermenileri Hükümet aleyhine tahrike devam ettikçe ve ihtilalciler bu binalarda toplandıkça büsbütün sistematik bir şekilde bombardımana devam edeceğini bildirdi.

“Bu arada Ermeniler kitle halinde Yedikilise manastırı etrafında toplanmışlardı; geri çekilmemiz halinde toplanan bu Ermeniler, bizim için hakiki tehlike teşkil ederdi. Bu sebeple Erzurum jandarma taburuna, Ermenileri bulundukları yerden dağıtmak vazifesi verildi. Ermeniler böyle bir taarruzu hiç beklemiyorlardı; bu tarihi binayı, binlerce senelik kütüphanesiyle birlikte Türklerin eline düşmemesi için derhal ateşlediler.

20 Nisan 1915’de Van’daki Osmanlı Bankasını, Duyun-u Umumiye binasını ve Postaneyi yakan Ermeniler, bununla da yetinmemiş ve Müslüman mahallelerini ateşe vermişlerdir. Gittikçe büyüyen isyan hakkında Cevdet Bey aynı gün (20 Nisan 1915) tarihli şifreli telgrafında, şehirde çarpışmaların bütün şiddetiyle sürdüğünü, çoğu asker olan isyancıların planlı ve organize şekilde hareket ettiklerini bildirmiştir.

Van Valisi Cevdet Bey, Rusların Van’a doğru ilerlemesi üzerine, 14 Mayıs’tan itibaren Van’dan Bitlis istikametine doğru çekilme emri vermişti. 15 Mayıs’ta Rus ordusu içindeki Ermeniler, Van Vilayeti’ndeki Ermeniler ile buluşarak vilayette bulunan 20.000’in üzerinde Müslüman’ı katletmişlerdi.

Rusların Van’ı İşgali

Van’da cereyan eden şiddetli çarpışmalarda karşılıklı kayıplar verilmiştir. Bir gece yüz kişilik bir Ermeni çetesi kaleye tırmanarak Türk topçularını öldürmüş ve kaledeki topu tahrip etmişlerdir. Ermenilere karşı yapılan taarruzlarda binlerce Türk şehit edilmiştir öyle ki şehirde eli silah tutanların sayısı iki bine düşmüştür.

Rusların Van’a 15 Mayıs’ta girecekleri hesaplanmıştı. Bu yüzden Van’daki Hükümet, göçme imkanı olmayanların emniyetini sağlamak ve Ermeni saldırılarından korumak için ilk etapta Ruslarla görüşmeler yapmış ise de bundan bir sonuç alınamamıştır. Zira Rus ordusu Muradiye üzerinden Van’a doğru ilerlerken Müslümanları kılıçtan geçirmeye, Ermenilerden daha zalim ve insafsız katliamlara başlamışlardı. Bu katliamlardan kaçıp kurtulanlarda Van’a sığınmışlardı.

Bu durum karşısında Vali Cevdet Bey artık yapılacak bir şeyin olmadığı kararına varmış ve 14 Mayıs 1915’te şehirde ki Türklerin boşaltılması işlemlerine başlanması emrini vermişti.

14 Mayıs’ta Van’da göç başlamıştır. Göç kara ve göl yoluyla yapılmıştır. Kara yolu hem zahmetli hem de Ermeni çetecilerin her an baskın yapmaları ihtimali bakımından tehlikeliydi. Bu yoldan ancak kendini savunabilecek kuvvete sahip olanlar gidebilirdi. Göl yoluyla ise Tatvan’a gidilebilirdi. Bunun için gölde bulunan büyük–küçük elli kadar araçtan faydalanılmıştır. Ancak gemicilerin Ermeni olması Hükümeti tedirgin etmiş bu yüzden her gemiye silahlı bekçiler yerleştirilmiştir. Bu gemilerden bazısı Ermeni gemiciler tarafından Tatvan yerine Rus işgali altında bulunan Adilcevaz’a doğru yönlendirilmiş ve burada Rusların himayesinde bulunan Ermeniler tarafından gemide bulunan Türkler katledilmişlerdir.

Türklerin Van’dan ayrılışından sonraki olayları Nogales, şöyle anlatmıştır:

“Kendisi (Cevdet Bey) Van’dan çekildikten sonra Ermenilerin ovaya hakim olduklarını ve bütün Müslüman ihtiyar, kadın ve çocukları servetlerine tamah ederek kestiklerini Vali Bey’den haber almıştık.”

Van’da Yönetimin Ermenilerin Eline Geçmesi

Ermeniler, Van’ın Rus ordusu tarafından işgal edilmesini kendileri için zafer saymışlardır. Dr. Ussher, Rusların gelişiyle birlikte Bitlis istikametine doğru Türk ordusunun çekilişini anlattıktan sonra Van şehrinde Ermenilerin yönetimi tamamen ele geçirdiklerini, Ermenilerin bunu yüzyıllardır beklediklerini ve o bekledikleri günün nihayet geldiğini kitabında büyük bir şevkle anlatmıştır.

Bundan sonra yönetim Van’da Ermenilerin elindedir. Sever Yânin imzalı Roskof’ta çıkan Otro – Yoga adlı Rus gazetesinde:

“...Çanlar daima çalıyordu. Türkler de bu seslerin galibiyet sesleri olduğunu anlayarak fatihlerin dikkatini çekmemek için çabucak, sessizce kaçtılar. Hatta o kadar çabuk gittiler ki, Ermeniler Türklerin bu rezilce kaçışlarını, kayıp olmalarının ertesi günü öğrendiler, Ermeniler artık İkistan’dan çıkarak kaleyi zabt ile sancaklarını diktiler. Sevinç ve neşe içinde iki gün geçti.

“Van, Müslüman Türk’ün vahşi idare ve boyunduruğundan kurtarılmıştır. Bölge bundan böyle Rus umumi valisi tarafından idare olunacaktır. Van kahramanı Aram bu makama getirildi. Daha şimdiden bir çok Ermeni delikanlılarını toplayarak bir gönüllü birliği teşkil etti. Evlatlarının en iyileri şimdiden silah altındadır. Bu yeni ordu, savaş meydanlarında Ermeni bayrağını ebedi müttefiki olan Rus bayrağının yanında taşıyacaktır...” diye yazılmıştır.

Van’da Ermenilerin Türklere Yaptıkları Katliam

Ermeniler Van’da sadece Aram’ın yönetiminde 10.000’in üzerinde Türk kadın, çocuk, ihtiyarı katletmiştir. Van’da aşağıdaki belgelerde de görüldüğü gibi yaklaşık olarak 23.000’in üzerinde Türk erkek, kadın, çocuk katledilmiş ve geride sadece 1.500 Türk hayatta kalmıştır. Bunların da namuslarıyla, şerefleriyle oynanmış, en iğrenç işkencelerle öldürülmüş bir kısmı ise hasta oldukları halde, Van’da görev yapan Amerikalı misyoner Clarence D. Ussher’in de onayladığı üzere bakımsızlıktan ölüme terkedilmiş olmalarıdır. Burada ilginç olabilecek noktalardan birisi de Dr. Ussher’in Türk kayıplarına ait Cevdet Bey’in bir rapor tuttuğunu söylemesidir. Ussher, Cevdet Bey’in tuttuğu bu rapora göre Van’da Ermeniler tarafından 55.000 Türk’ün katledildiğini söylemiştir. Ancak, Ussher, bunu yazarken, aslında 55.000 Türk değil 55.000 Ermeni katledilmiştir değerlendirmesini yapmıştır. Bu durumda ortaya çok doğal olarak şu sonucu çıkartır. Bu makale yazılırken Dr. Ussher’in hatıratında belirttiği Cevdet Bey tarafından hazırlanan bu rapora rastlanamamıştır. Eldeki belgelerle yukarıda da belirtildiği üzere yaklaşık 23.000 Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sadece Amerikan misyoner merkezinde 8.000 Türk katledilmiştir. Dr. Ussher’in 55.000 Ermeni katledildi sözü yine Ussher tarafından hatıratında çok açık bir şekilde kendi kendini çürütmektedir. Zira Ussher, Van’da 30.000 civarında Ermeni olduğunu hatıratının bir çok yerinde yazmıştır. Bu rakamı Bayan Knapp gibi diğer misyonerler de teyit etmişlerdir. Hatta, 1914 tarihli Dâhiliye Nezareti’nin yaptırdığı Memâlik-i Osmaniyye’nin 1330 Senesi İstatistiği (Statistique Officel de 1914)’de Ermeni nüfusunu 33.789 olarak vermiştir. Yine Nogales, Ermeni mevcudunu 35.000, sonradan gelen silahlı Ermenilerle yaklaşık 40.000 civarında olduğunu hatıratında anlatmıştır. Yani Ussher’in Van’da önce 30.000 Ermeni vardı deyip, 55.000 Ermeni öldürüldü demesi kendisiyle çelişen ve olmayan 25.000 Ermeni’nin nereden çıktı sorusunu karşımıza çıkartır.

Van’da Ermenilerin yapmış olduğu tahribatı ve mezalimi 16 Eylül 1916 tarihli hariciye Nezareti, yabancı misyonlara gönderdiği genelgeyle şöyle açıklamıştır:

“Şamaram mahallesinde 200 kadın ve çocuk sığındıkları evde yakılmışlardır. Mirkos köyü beyaz bayrak çektiği halde tecavüze uğramış, köyün kadınları ve kızları bilinmeyen bir yöne götürülmüşler. Bazı köylerde ise öldürülen çocukların etleri annelerine yedirilmek istenmiştir.

“Aksani ve Hınıs köylerinde 500 kişiye yakın insan Şeyhane köyünde ise 200’e yakın çocuk ve kadın camiye doldurulup diri diri yakılmışlardır.

“Saray civarındaki halk kılıçtan geçirilmiş, sulara atılarak boğulmuş, 10. 000’in üstünde ceset Van Gölü üzerinde sayılmıştır.

“Yine Gevaş, Vastan ve Mukas’ta 3000 kişi katledilmiştir...

“Van’ın içinde camiler, evler, kışlalar, hatta içindeki yaralı ve hastaları ile birlikte hastaneler yakılmıştır. Yakalanan subaylar işkence çektirilerek öldürülmüştür. Bu arada şehirdeki durumu bilmeyen çevre köylerden Van’a gelmek isteyen göçmenlerden 1200 kişi Vastan ve Etkil yolu üzerinde acımadan vahşiyane bir şekilde öldürülmüşlerdir ”.

Sadece Aram yönetiminde (Muhtemelen Saray civarındaki halk) 10.000 kişi, Vastan ve Etkil yolu üzerinde 1200, Gevaş, Vastan ve Mukas’ta 3000, Van Şamaram mahallesinde 200 kadın ve çocuk, Aksani ve Hınıs köylerinde 500 ve Amerikan misyoner merkezinde 8000 Müslüman (Takriben 22 900 ‘yirmi iki bin dokuz yüz kişi’) yakılarak, tecavüz, işkence ve kılıçtan geçirilme gibi şekillerde (Sadece 1915 yılı Nisan ve Mayıs aylarında) Ermeniler tarafından katledilmiştir.

Van’da Ermenilerin Türklere uyguladığı katliamı o günleri yaşayanlardan ve yaşadıklarını 4 Haziran 1916 yılında Van’lı yetkililere anlatan Zeliha Hanım isimli şahsın ifadesi ise şöyledir:

“Şamram mahallesinde bir hânede muhtefî bulunduğumuz gece Ermeniler “korkmayın” diye dellâl çağırdılar. ‘Yalandır, inanmayalım’ diye zevcim Hüseyin Efendiye ve komşularıma söyledimse de ısga’ etmediler. Sabahleyin yirmi yaşında Âgah ve on beş yaşlarında Ahmed ile on sekiz yaşlarında Veysi isminde dâmâdımla zevcim kendilerini kurtarmak için dışarıya atıldılar. Nerede itlâf olunduklarını göremedim. Onu müte’âkib “Teslim olunuz!” dediler. Otuz kadar saklanan zükûr ve inâsı dışarı bahçeye çıkardılar. Bunların içinden ebeveynini gâ’ib eden on yaşlarında ve Bilâl isminde bir çocukla, isimlerini bilmediğim aynı esnâda diğer üç çocuğun muvâcehemizde revolverle öldürdüler. Maksâd-ı asılları erkekleri öldürmek, kadınların gençlerini götürmek olduğu ilk hatvede anlaşılıyordu. Bizi oradan Amerika mü’essesesine götürdüler. Erkek çocukları seçmek ve gizlenenleri bulmak için de hizmet nâmıyla istenildiler. Ebeveyni öldürülen bir çocuğun te’mîn-i hayatı zımnında dışarı verildi. Çocuk, mü’essesenin bir tarafına götürüldü. Berây-ı ta’zib arkadan kesilirken bağırtısını işiten Rus zâbitleri nasılsa çocuğu kurtardılar. Mü’essesedeki hastahâneye götürdüler, ne olduğu anlaşılmadı. Bizi oraya götürüken soydular. Nemiz varsa aldılar; hemen uryân denecek bir hâle getirdiler. Mü’essesede tahmînen sekiz bin nüfûs Müslim ahâlî göründü. Bir aralık birer somun ve bir aralık da yahni verdiler. Fakat bunları yiyenlerden kanlı sular akarak iki ay zarfında telef oldular. Yüz elli kadar kalanların mu’ahharan Hacı Ziya Bey’in hânesine götürdüler. Bizim asker geldi, bizi kurtardılar.”

Diyerek, Amerikan misyonunun nasıl kullanıldığını ortaya çıkarmaktadır. Zaten Ermeniler Van’dan çekilirken Dr. Ussher ve diğer Amerikalı misyonerlerin şehri terk etmeleri başka şekilde açıklanamaz.

Van’da gerçekleştirilen katliamlara Ermenilerle birlikte Ruslar da karışmışlardır. Van’a bağlı Zeve, Mollakâsım, Şeyhkara, Şeyhayne, Ayans, Paksi, Zorâbâd ve daha bir çok köyün Müslüman ahalisi göç edemediklerinden hiçbir fert sağ bırakılmaksızın Ermeniler ve Ruslar tarafından katledilmişlerdir. Ermeniler ve Ruslar girdikleri köylerde vahşiyane zulümler yapmışlardır. Kadınları ve çocukları diri diri yakmışlar, ihtiyar ve genç erkeklerin gözlerini oyarak genç kızlara tecavüz etmişlerdir. Örneğin Aşnak nahiyesinde kadın ve kızlardan on beş tanesini ayırarak bir odaya hapsetmişler ve akşamları eğlenirken bu kadınları çırılçıplak soyarak “Haydi namaz kılınız bakalım, nasıl kılıyorsunuz” diyerek alay etmişler ve nihayet

Ermeni çetelerin, Ruslarla birlikte Trabzon ve Van bölgesinde halka mezâlim yaptıklarına dâir belgenin ilk sayfası.

Yine Van’ın Abbasağa Mahallesinden Firdevs isimli bir vatandaşın ifadesine göre, çeşitli işkencelerle Müslüman halkın öldürüldüğü, hamile bir kadının karnını yararak çocuğun çıkarıp kafasını kestikleri, girdikleri evlerdeki insanlara saatlerce işkence yaptıktan sonra öldürdükleri, on beş- on altı yaşlarında erkek bir çocuğu çırılçıplak soyarak cinsel organını kestikleri ve daha sonra doğradıkları, Amerikan misyonuna götürülen kadın ve kızların ırzına geçildiği... anlatılmıştır. Teslim olmak isteyen ahali dahi gerek Ermeniler gerekse Ruslar tarafından çeşitli işkencelerle katledilmişlerdir.

Anlatılan şu olay vahşetin boyutunun ne kadar tiksindirici olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

“...İki İslâm kadınını Ermeniler berâber getirmişlerdi. Bu kadınları ortaya getirdiler. Her ikisi de hamileydi. İki Rus askeriyle iki Ermeni geldi. Kadınların karınlarındaki çocukların oğlan veya kız olduğuna dair iki mecidiye değeri üzerine bahse girdiler. Kadınların karınlarını feci bir sûretde kama ile yardılar, birisinin karnından bir oğlan çocuğu çıktı. Diğerinin karnındaki henüz küçük olduğu için anlaşılmadı ve bunun üzerine uzunca bir süre de münakaşa ettiler...”

Bitlis ve Muş’ta Ermeni Vahşeti

Ermeni komitelerinin Van’dan sonra en fazla önem verdiği bölge Bitlis ve Muş çevresi idi. Komiteler özellikle Rusya’dan getirilen silahlarla isyan hazırlığı içerisine girmişler ve Ocak 1915’te bölge Ermenileri hemen hemen her köyde isyan çıkarmışlar, Müslümanları katletmeye başlamışlardı.

Rus işgali sırasında Ermeni ve Rusların Muş, Sason, Malazgirt, Bulanık ve Talori Dağları’ndaki kaza, köy ve mahallelerde Müslümanları yok etmek amacıyla yağma ve katliama giriştikleri görülmektedir. Köyleri ateşe vererek insanları samanlığa doldurup canlı canlı yaktıkları, bazı çocuk ve erkeklerin kol ve bacaklarını kesip canlı ateşe attıkları, kız çocuklarına ve kadınlara tecavüz ettikleri, hastaları dipçiklerle öldürdükleri kayıtlarda geçmektedir. İnsanların üzerinden atla geçip kılıçtan geçirdikleri, muhacirlerin üzerinde şarapnel patlattıkları, mal sahiplerinin malını gasp edip vermeyenleri öldürünceye kadar dövdükleri ve hapse mahkûm ettikleri görülmektedir. Ayrıca bazı yerlerdeki camileri kiliseye çevirdikleri, katliamdan kurtulan ahalinin durumunun araştırılmasıyla görevlendirilen memurların 6 Nisan 1916 tarihli tahkikatlarından anlaşılmaktadır.

Ermenilerin 1915-1916 tarihleri arasında Muş’ta yaptıkları katliamdan kurtulabilenlerin ifadelerine göre katliam yöntemleri insanlık sınırlarını aşmıştır. Yırtıcı canavar ve zincirden boşanmış ayılar gibi köylere saldırıp bir anda ortalığı kan deryasına döndüren Rus ve Ermenilerin kadın ve erkek dinlemeyerek önlerine gelen çaresizleri parçaladıkları, bütün işe yarar gelin ve kadınlarımızın hukuklarına taarruz ettikleri görülmüştür. Molla Kulaç Köyü’nde yirmiyi mütecaviz çocuklarımızı ilk önce kuzu keser gibi zebh edip hamile kadınlarımızdan bir ikisini karınlarını kama ile sökerek ceninleri süngü üzerinde pederlerine (papaz) gösterdikleri, Müslüman ahaliden kimisinin kafasını, kollarını, burunlarını, kulaklarını kestikleri, gözlerini çıkardıkları, derilerini yüzdükleri ve üzerlerine gazyağı dökerek yaktıkları kaydedilmiştir.

1914’te Bitlis’ten Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen yazıda, jandarma efrâdından Haydar’ın Ermenilerce katledildiği bildirilmiştir. 1916’da Hani kasabasında sakin Muş mültecilerinden Abdurrahman Çavuş oğlu Mehmet Resul isimli şahsın anlattıkları tüyler ürpertici olarak kayıtlara geçmiçtir. Muş’un Süfla Mahallesinden olduğunu söyleyen Mehmet Resul, on iki gün önce Muş’un Çakar Mahallesi’nden Keşiş oğlu Aram, Baş Mahallesi’nden Bağdasar Gürüp oğlu Aleksan ve Avukat Hırant Efendi oğlu Hırant’ın kendisini bir dereye götürdüklerini, yolda rastladıkları sekiz yüz Müslüman muhacirin (Rus işgali sebebiyle Muş’u terketmişlerdir) Ermeni ve Ruslarca doğrandığını anlatmıştır. Bu olayda, Muş’un Ziyaret karyesinde olan Ermeniyi tanıdığını ve bunların kadın ve kızlara her türlü zulmü yaptıklarını gözleriyle gördüğünü anlatmıştır. Ermenilerin Rus askerleriyle birlikte kızların üstlerini çıkartıp zorla rükuya gitmelerini emrettikleri, daha sonra fiil-i şenide bulundukları, içlerinde bulunan Müslüman Kazan Türklerinden Abdulmelik tarafından sağ kurtulduğunu anlatmıştır.

Muş’un Azakpur Nahiyesi’ne tâbi Bardik karyesinden Abdullah bin Şebab’ın verdiği ifâdesi şöyle kayıtlara geçmiştir;

“18 Şubat 1916‟da Rusların köyümüze yaklaşdığı gelen muhâcirlerin ve askerlerin ifâdelerinden anlaşıldı. Herkes canını kurtarmak içün köyden kaçdı. Köyümüzden benimle berâber Ömer bin Şebab, Tâhir, Memi bin Cevher, Şeyh Mehmed ve birâderi Molla Yusuf, kâin birâderi Molla Ahmed, ailelerimizi çıkardıkdan sonra biraz eşya alıp sabaha yakın çıkmak istedikse de sabahleyin elli altmış Kazak, köyümüze girdiler. Bizim teslim feryâdlarımıza kulak virmeyerek ateş etmeğe başladılar. Ben köyün yanında bulunan ağaçlar ve çalılıklar arasına gizlenerek ölümümü bekledim. Göremediler. Köyde hicret idemeyen aceze ile berâber arkadaşlarımı öldürdüler. Berâberlerinde bir kaç yük de gaz yağı var idi. Bir kaç saat içerisinde köyü yakarak def„ olup gitdiler. Ben ertesi gece ağaçlıkdan çıkdım ve kendimi Huyut’a attım. Çoluk çocuğumu bitab-ı gâib etdim. İki ay aradıkdan sonra bulabildimse de sekiz nüfûsdan ancak üç kişi kalmışdı. İki küçük çocuğumu yollarda terketmişlerdi. Diğer ihtiyâr vâlidem ve bir birâderimle birâderimin çocuğu açlıkdan, sefâletden, hastalıkdan ölmüşlerdi.

6 Haziran 1916 tarihli Dâhiliye Nezareti Emniyet-i Umumiyye Müdiriyeti kayıtlarında geçen bir başka ifade, Ermeni mezaliminin hangi boyutlara vardığını göstermektedir. Muş’tan kaçıp Hani kasabasına mülteci olarak gelen Muş jandarma efradından ve Kal’a Mahallesi sakinlerinden otuz yedi yaşındaki Mevlüd oğlu Mahmud, Rus esaretinden kurtularak geldiğini söyledikten sonra 18 Şubat 1916’da başında geçen olayları Hani Müdürü İsmail’e şöyle anlatmıştır;

“Ermeniler on nefer kadar var idi. Hatta bunlardan Bulanıklı Keşiş oğlu Kinyaz ve Abri karyeli Gazar ve Gülan karyeli Bedo ve Muşlu Melkon oğlu Vano’yu tanıdım. Ermeniler beni öldürmek istediler. Asker olduğum için Rus neferleri bırakmadılar. Fakat fenâ hâlde beni darb ve tahkîr itdiler. Oradan beni aldılar, Molla Dâvud karyesine gitdik. Beni zâbitâna gösterdikden sonra bir hânede habs itdiler ve üzerime altı nefer nöbetci dikdiler. Gece oldu mu bir nefer beni bekler, beşi köyün içine giderlerdi. İslâm gelin ve kızları toplayıp getirir, bunları cebren oynatır ve şarâb içirdikden sonra muâmele-i nâ-meşrû„a yaparlardı ve bana hitâben, bak işte Müslümanların hâli hep böyle olacak der, kemâl-i hiddet ve şiddetle din ve imanımızı seb ve şetm iderlerdi. O geceyi bu sûretle geçirdik. Sabahleyin oradan çıkacağımız sırada zâten pek az olarak gidememiş, kalmış bulunan köy halkını hep kesdiler ve birçok işkencelerle öldürdüler.

Ermenilerin katliam yöntemleri değişik şekillerde olmuştur. 1916’da Muş mutasarrıfı Servet Bey’in kahvesine konulan zehir ile öldürülmek istenmesi bu olaylardan sadece bir tanesini oluşturmaktadır. Muş Sancağı’na bağlı Kömüs karyesinde yapılan katliamda Taşnaksütyun üyesi olan muhtar fiili olarak yer almıştır. Sironk isimli Ermeni ile birlikte ve Fransız konsolosu Rupen’in de orada olduğu sırada vahşice katliam yapmışlardır. Muş mutasarrıfı Servet Bey’in Kömüs’e gönderdiği askerin anlattıkları, katliamların nasıl organizeli bir şekilde yapıldığını gözler önüne sermiştir.

“O sırada Rupen jandarmalar tarafından görülmüş olmasından artık kendini gizlemek imkânını göremediğinden yanıma geldi. Esro da hâzır bulunuyordu. Her ne kadar bunlarla ilk görüşülüyorduysa da meslek ve ahvâlleri Muş’un ovasındaki harekâtları âlemle berâber benim de malûmum idi. Muhâvvere dostâne vâdilerde dolaşıyorlarsa da nazarları, kalbleri bu merkezde değil idi.”

1914’te Arak Manastırı Cinayeti olayında, orduya karışan Ermeniler kıtalarından firar

edip beraber getirdikleri silâhlarıyla Muş Ovasında ve Arak denilen batakhânelerde türlü türlü cinâyetler icra etmişlerdir. Ermeni murahhaslar ve Taşnak Komiteleri tarafından yapılan telkin ve her saat verdikleri derslerle isyan ve şekâvetler çoğalmıştır. Gün geçtikçe hükümetin meşguliyetinden istifade eden Ermeniler zahire, cephane ve silah tedarik etmiştir. Bu hareketler Muş’taki Servet Bey’in nazar-ı dikkatini celbetmiş ve derhal harekete geçerek murahhaslığa uyarıda bulunmuştur. Bir kaç gün geçtikten sonra faaliyet devam etmiş, Kömüs ve Sironk hadiseleri Taşnakçılar ve Ermeni zimamdarları tarafından geçiştirilmek istenmiştir.

Hükûmet bunu hazmedemeyerek Rizeli Gâlib Efendizâde Ahmed Bey’in kumandasında otuz kişilik bir kuvvet çıkartmak zorunda kalmıştır. Müfreze, ihbar olunan silahları müsadere, asileri tenkil ve asayişi idame etmeye çalışmıştır.

Muş’ta Molla Hasan Batuki efradından Şeyh Yusuf Efendi’nin hizmetinde bulunan Sofi Mehmed Efendi’nin 25 Mayıs 1916’da verdiği ifade Ermeni vahşetini gözler önüne sermektedir.

“Bu zât, Rusların elinde bulunan Muş’dan firâra muvaffak olmuş ve Muş ahvâline dâ‟ir en sahîh malûmâtı virmişdir. Rusların Muş istîlâsında Kalʻa Mahallesi ahâlîsi hicrete muvaffak olmuşlarsa da Kotanlı Mahallesiyle Süflâ Mahallesi hicret idememişlerdir. Sâ‟ir mahalleler kısmen hicret idebilmişlerdir. Ruslar, İslâm unsurunu Kotanlı ve Süflâ mahallesine doldurmuşlardır ve gûyâ bu sûretle Ermeni çetelerinin tecâvüzlerinden kurtarmak istemişlerdir. Bunlar içün bir mikdâr muhâfız efrâd tefrîk itmişlerse de muhâfızların esâslı bir terbiyeye mâlik olmamaları ve işin içine menfaat meselesi girdiği için, zulm ve tecâvüzün arkası alınamamışdır. Giceleri bir takım evlerin soyulması bir takım nâmûsların pây-mâl idilmesi tevâlî idüb gitmekde, hiç bir genç kadın muhâfaza-i nâmûsa muvaffak olamamakdadır. Ermeni çete rüesâsından Muşlu Sinbat, bir Ermeni taburu kumandanıdır. Rus kumandanını tanımayacak kadar nüfûza mâlikdir. Bunun maiyyetinde Muşlu Kasab oğlu Aram, Muşlu Mercanyan Hayk, Muşlu Kunduracı Arslan’ın kardaşı Kigork, Süronk karyeli Misak, vaktiyle mebûsluğa namzedliğini vaz iden Muşlu Keşiş oğlu Agop bulunmakdadırlar. Bunların yapmadığı zulm ve rezâlet kalmamışdır. Hükûmete mürâcaat idulub bunlardan şikâyetin hiç bir tesîri yokdur. Bilakis bu cânîlerin küçük bir ihbârıyla derhâl bir âile söndürülmekdedir. Zâten Rus kumandanı bütün ehl-i servetden olanları habsetmişdir. Paralarını dayak altında tamamen teslîm itmeyenler, ölüncüye kadar dayak ve habse mahkûmdur. Bunlardan Minâre mahalleli Sâdık Efendi ile Kalʻa mahallesinden Muhâsebe İkinci Kâtibi Abdal Efendi dayakla öldürülmüşlerdir. Servetleri bunlar için büyük bir belâ olmuşdur. Tamamen paralarını ve zî-kıymet eşyalarını teslîm itdikden sonra habsden çıkan bir zavallı içün bir Ermeninin küçük bir ihbârıyla tekrâr habse sokulmak, dayak yemek umûr-ı âdiyye ve mükerreredendir. Sonra her gün ihtiyâr, genç bütün Müslümanlar toplandırılarak sırtlarına askere erzâk taşındırılmakdadır. Ve'l-hâsıl Muş‟dan çıkamamak felâketine dûçâr olanlar içün, Muş hakîki bir cehennem olmuşdur.”

Sofi Mehmed Efendi’nin ifâdesinden vahşetin boyutları daha net anlaşılabilir

“Ruslar Muş’a civâr olan ve hicret idemeyen karyelerdeki Müslüman ahâlîyi de Muş‟un bir mahallesi dimek olan Çiriş Karyesi‟nde toplamışlardır. Mikdârları binlere bâliğ olan bu zavallıların çekmediği eziyet, görmediği zulm kalmamışdır. Bunların burada ictimâ„larından maksad, muhâfaza-i nâmûs ve hayatları içün değil, çalışdırılmaları içündür. Bir de şehevât-ı nefsâniyyelerini söndürmek içündür. Sekiz yaşından yukarı hiç bir kız çocuğu bikrini muhâfaza idememişdir. Ben firâr itmezden mukaddem, bir kız meselesinden dolayı bunlar müdhiş bir felâkete dûçâr oldular. Masûm, güzel bir kız çocuğu içün muhâfızlardan bir Rus ile bir Ermeni kavga itmişler. Ermeni bir gece bu Rus neferini öldürmüş; diğer arkadaşlarıyla berâber bunu İslâmların üzerine atmışlar. Kumandan birkaç adam gönderip mes‟eleyi tedkîk itmek istemiş, meselenin ne mâhiyyetde bulunduğunun anlaşılmaması içün Ermeni muhâfızları ertesi gice köyün muhtelif cihetlerinden ateşe başlamışlardı. Rus neferlerinden bir kaçı da bu ateşle vurulmuş, İslâmlar isyân itdi diye civârda bulunan Muşlu Sinbat‟ın kumandası altında olan Ermeni taburu köye girmiş, çocukların ve kadınların feryâdlarına kulak asmayarak ve cins ve sinn tanımayarak beş yüz kadar İslâm öldürülmüşdür. Birçok da mecrûh vardır.

1920’de Ermenilerce Bardız ve Kosor nahiyeleriyle köylerine uygulanan soykırımda, Kosor Nahiyesi’ne bağlı 38 köyün tamamı yağmalanmış, binlerce hayvan ve nakit para gasbedilip beş yüzden fazla insan öldürülmüştür. Ayrıca nahiye civarındaki Toptaş, Kelbkor, Lavustan köyleri yakılarak altı yüz nüfusunun neredeyse tamamı topluca katledilmiştir. Bardız Nahiyesine bağlı on altı köyden 112’si yakılmış ve 139 hâne harab edilip 913 kişi katledilmiştir. 29 nüfus kız ve geline de tecâvüz edilmiştir. Kürkçü ve Vartanut köylerinde aileleri şehit olmuş ve bakılmakta olan 125 kimsesiz çocuk da vahşice katledilmiştir. Peneskirt Nahiyesine bağlı 24 köyde 457 hâne yakılmış, 2832 kişi değişik işkencelerle topluca katledilmiş ve bütün bu köylerde binlerce hayvan, eşya ve para yağmalanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü dönemde Muş Sancağı’nda Ermeniler tarafından Müslüman halka uygulanan soykırım, İngiltere, Rusya, Fransa ve Amerika tarafından sistemli bir şekilde desteklenmiştir. Erzurum, Van gibi civar illerdeki İngiliz, Rus, Amerikan ve Fransız konsolosları ile bölgeye gönderilen subaylar tarafından Ermeni çetelerine eğitim verildiği gibi sürekli teşvik edilmişlerdir. Müslüman nüfusun katledilmesinde bölgedeki Ermeni kilise ve manastırları üs olarak kullanılmıştır. Rusya’nın bölgeyi işgalinden cesaret alan ve her türlü desteği yanlarında bulan Ermeni çeteleri, katliamın boyutlarını zorlamışlardır. Katliamlardan kurtulmak için başka yerlere kaçmak isteyen halk, yol güzergâhlarında topluca katledilmişlerdir. Yolculuk sırasında yorulan ve yürüyemeyen binlerce masum çocuk ve yaşlı telef edilmiştir. Maddi durumları iyi olan esnaf ve tüccarın malları yağmalanarak bütün zenginlikleri Rus askerleri ve Ermeni çeteleri tarafından gasp edilmiştir. Muş ve civarında yapılan katliamlar, Avrupa ve Amerika neşriyatında Ermenilerin katledildiği şeklinde verilerek kamuoyu yanıltılmıştır.

Erzincan’da Ermeni Vahşeti

Erzincan I. Dünya Savaşı sırasında 1916 yılında Ruslar tarafından işgal edilmiştir. 1918 yılına kadar da Rus işgali altında kalmıştır. Bölgedeki Müslüman halk bu işgal sırasında Rus ve özellikle Rus Ordusu’nda yer alan Ermenilerin baskısına maruz kalmıştır. 1918’de Brest-Litowsk Antlaşmasıyla Rus işgalinin sona ermesinden sonra ise bölgedeki Müslüman halk eşi görülmemiş bir Ermeni katliamı ve vahşetine uğramıştır. Bölge bu durumdan ancak Türk birliklerinin Erzincan’a girmesiyle kurtulabilmiştir.

Savaşın sonunda Rusların yerini, Rusya’daki Şubat 1917 ihtilalinden sonra bölgede bağımsız Ermenistan kurmaya çalışan aynı zamanda Rus ordusunda görev yapan her tarafta Rus ordusunun silahlarına konan veya Ruslar tarafından desteklenen Taşnak Komitacılarından oluşan Ermeni birlikleri ile çeteleri almıştı. Bu ortamı esasında Çarlık Rusyası gibi Ermenilerin koruyuculu rolünü üstlenen yeni Rus yönetimi yani Bolşevik Ruslar hazırlamıştı. Nitekim 11 Ocak’ta Ermenilerle ilgili, Rus işgali altında bulunan Türk topraklarındaki Ermenilere kendi başlarına teşkilatlanma ve kendi geleceklerini kendilerinin tayın etme hakkı tanınması gerektiğini içeren “Türk Ermenistan’ı” başlığıyla bir beyanname yayınlamış olan Ruslar, Erzincan ve çevresinden çekilirken görevlerini Ermenilere devretmişlerdi. Bu şekilde işgal altındaki bölgede bir Ermeni milis teşkilatı oluşturulması işine girişilmişti. Bu girişimleri Brest Litovsk’taki Türk Askeri Heyetinin Başkanı Müşir Ahmet İzzet Paşa protesto ederek, 20 Ocak 1918’de Rus temsilcisine yazılı bir nota verdi. Rusya’nın bu protesto notasına cevabı, burada yapılan işin Kafkas Cephesindeki kuvvetlerin millileştirmekten başka bir şey olmadığı şeklinde oldu. Bu cevapla Rusya işgal altında tuttukları bölgede ve Kafkasya’da Ermenileri silahlandırma işini kabul etmiş oluyordu.

Bu şekilde Ermeni birliklerinin Türk Ordusu’nun karşısında yer almaları ile birlikte bölgedeki çarpışmalar başka bir boyut kazandı. Şimdi savaşın karşılıklı olan bütün kaideleri ortadan kalkmıştı. Nitekim Antranik idaresindeki Ermeni birlikleri ve çeteleri bir taraftan cephede Türk Birliklerine karşı koyarlarken bir taraftan da işgal altında tuttukları yerlerde bulunan sivil Türk halkı üstünde geniş bir katil ve imha hareketine girişmişlerdi. Bu durumda Türk Ordusu’nun çok süratli bir şekilde işgal altındaki bölgelere girmesi ve buralarda kalan halkı biran önce kurtarması gerekiyordu. Bu ortamda Türk Ordusu ile gayri nizami Ermeni birlikleri arasındaki çatışmalar artık kör ve aman bilmez bir boğazlaşma halini aldı. İşte böyle bir durumda Türk Ordusu’nun bölgedeki ileri harekatı 12 Şubat 1918’den itibaren hızla gelişti.

Burada konunun ehemmiyeti bakımından Ermeni katliamı ile ilgili, katliamın boyutunu göstermesi açısından görgü tanıklarının ifadeleriyle Ermenilerce gerçekleştirilen bazı katliamların verilmesi yerinde olacaktır. Bu cümleden olarak, bu harekat sırasında Türk ordusunda subay olarak görev yapan Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam adlı eserinde Erzincan yöresinde tanık olduğu Ermeni katliamım şöyle anlatmaktadır; “İleri harekat geliştikçe karşılaştığımız görüntüler tabiatın kahrını arka plana attı. Savaş bir kan sarhoşluğu halini aldı. Bu sarhoşluk bir an geldi ki en vahşi haddine vardı. Ermeni ordusuna Taşnak Komitacıları hakimdi. Bu komitanın büyük hırsı sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üzerindeki Cinis Köyü karşısında Evreni Köyü’nde kadın erkek çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kollar, bacaklar, kafalar kasap dükkanlarındaki etler gibi duvarlara çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmıştı. Yerlere serilmişti. Cinis’te ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan, köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirlerine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar dayanılmaz bir soğuk altında kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı.”

Bunun yanı sıra bölgede harekatta bulunan Türk Ordusu Kumandanının Başkumandanlık Vekaletine gönderdiği 16 Şubat 1918 tarihli raporda ise şu ifadeleri görüyoruz. “Çardaklı Boğazı’ndan Erzincan’a kadar olan bütün köyleri, hatta bir kulübe bile sağlam kalmamak şartıyla tahrip edilmiş gördüm. Bahçelerin ağaçları kesilmiş, Köylerden bir fert sağ kalmamıştı. Ermenilerin Erzincan’a irtikap ettikleri facialar Cihan Harbinde bu güne kadar kaydedilmemiştir. Üç günden beri Ermeniler tarafından öldürülüp meydanda kalan Müslüman cenazeleri toplattırılmaktadır. Şehit edilen bu bigünah ve masum halk arasında memeden kesilmemiş çocuklar, doksan yaşını ikmal etmiş ihtiyarlar, parçalanmış kadınlar vardı.”

Yine, I. Dünya Savaşı sonlarına doğru mahallinde incelemelerde bulunmak üzere bir Alman ve Avusturyalı bir gurup yabancı gazetecinin başkanı olarak Doğu Anadolu ve Kafkasya’ya gönderilen ve bu çerçevede 2 Mayıs 1918’de yani şehrin kurtarılmasından üç ay sonra Erzincan’a gelen Ahmet Refik Bey (Altunay) da gördüklerini şöyle anlatıyor. “… Artık Erzincan’a gelmiştik. Sağımızda Çukur bir vadi içinde, kışlalar görünüyor. Sonra yol bir ovaya iniyor, muntazam ve düz bir zeminden, kesilmiş kavaklar arasından geçiyor. Mehtap bu güzel ovalarda efsunkâr bir teessür hasıl ediyor. Erzincan’ın binaları göründüğü zaman, güzel ve mamur bir şehre geldiğimizi anladık. Bahçeleri ağaçlarla dolu. Ancak evler boş ve ıssız….Güneş ortalığı aydınlattığı zaman bir harabe içinde bulunduğumuzu anladık. Gece mavi sisler içinde efsunlu bir tesir yapan bu yerler yıkılmış, yakılmış, kırılmış ve parçalanmış kasabadan başka bir şey değilmiş. Erzincan uzun geniş bir ova ortasında etrafı karlı dağlarla çevrilmiş Kemah Boğazı, Sepkur (Sepbikur) Geçidi her taraf karla örtülü. Fakat bahçelerinde erikler, kayısılar, armutlar hep çiçek açmış. Uzakta bataklıklar içinde Fırat gizli gizli akıyor. Kasabadan bakıldığı zaman güzel Fırat’ın feyyaz sularını görmek kabil değil. Geçtiği yerler ancak sahillerindeki çıplak söğütlerden belli oluyor. Her tarafta melâl, harabî, sefalet, açlık manzaralarından başka bir şey görülmüyor. Bir zamanlar Yıldırımların, Fatihlerin, Yavuzların ordularına mekan olan bu güzel belde şimdi şerefli mazisinden mahrum, aciz ve bîtab içinde tahrip edilmiş. Dört yüz seneyi mütecaviz bir zamandan beri Osmanlı idaresinde yaşayan kahraman beylerbeyi ve yeniçeri serdarları idaresinde pûr şan ve şeref mevcudiyetini gösteren Erzincan’ın şimdi metruk ve perişan sokaklarında kimseler görünmüyor. Harabeden en ziyade kurtulan noktası hükümet konakları, askerî dairelerin, Belediye Dairesi’nin ve civarının bulunduğu yerler. Oralarda da sefil ve perişan yalınayak, yüzleri yanmış, esvapları eskimiş, lime lime olmuş, fakr ve zaruretten, açlıktan insanlığını kaybetmiş bir kısım halk. Bir zamanlar meyveler ve sebzelerle, dut pekmezleri ve nefis armutlarla dolu pazarda şimdi halk iaşesini temin için ot satılıyor. Dükkanların büyük bir kısmı kapalı. Pejmürde kıyafetli halk çarşı önündeki harap meydana toplanmış kadın, erkek alışveriş ediyorlar…

Rusların avdetini müteakip Ermenilerin zulmettikleri beldelerden biri de Erzincan. Vaktiyle yirmi bin nüfusu ihtiva eden kasaba şimdi üç, dört bin kişi bile yok. Rusların istilası hengâmında kasabada kalanlar fakir ve aciz halk. Bunların da yedi yüze yakın kısmı Ermeniler tarafından kesilmiş, öldürülmüş, yakılmış ve kuyulara atılmış. Kasaba Osmanlı Ordusu tarafından Şubat’ta geri alınmış. Ölülerin toplanması hala bitmiyor. Bu korkunç kan ve sefalet manzarası karşısında, karlı dağlar, bahara hazırlanan ovalar, henüz çiçeklenen ağaçlar, sessiz ve cansız… Geceyi Bican’da geçireceğiz. Bican’a geldiğimiz zaman ortalık iyice karardı. Köyün harabeleri arasında, yanmış evlere sığınan yolcuların ateşleri görülüyor. Yatacak barınacak hiçbir yer yok. Köyün yangın yerlerine girdiğimiz zaman etrafıma baktım: Küçük bir kız başı, yolun kenarına yuvarlanmış, oyuk gözleri, sırıtmış dişleriyle karanlıklar içinde ağlıyor gibiydi…

Erzincan’daki Ermeni katliamı ile ilgili gördüklerini yazan Dr. Rıza Nur’dan da bir pasaj aktaracağım. Rıza Nur Erzincan’da gördüklerini şöyle anlatıyor. “Erzincan Ovası’nda ilerliyoruz. Artık Ermeni tahribatını görüyoruz. Harbi umumi sonunda Rus Ordusu Bayburt-Erzincan taraflarından çekilirlerken Rus Ordusu’ndaki Ermeniler müthiş katliamlar ve emsalini yapmışlardır. Buradaki insanlığın hikâyesine bakmağa lüzum yok. Bunu söyleyen şey, ikide bir gördüğümüz birçok yıkık duvardan meydana gelmiş viraneler. Bunlar Türk köyleri imişler. Ermeniler ahaliyi kadın, erkek ve çocuk kesmişler, köyleri de yakmışlar.”

Bütün bu facia ve mezalim ile ilgili bir kısım Ermeni ve Rusların şahitliğiyle veya bu yolda verdikleri raporlarla da teyit edilmekte ve belgelendirilmektedir. Nitekim Erzincan’da esir edilen Erzincan’ın Kürtkendi Köyü’nde Haçikoğlu Kirkor’un Erzincan’da 1. Kafkas Kolordusu Karargahında tespit edilen ifadesinde katliamla ilgili, “Osmanlı kıtalarının Erzincan’ı işgalinden on gün evvel katliam icra ve namusa tecavüze başlanıldı. Vağavir ve Eğrek köylerinden bir kısım ahali şehre getirilerek katledildi.” Bilgisi verilmektedir.

Bundan başka, Ermeni Kıtalarının icra ettikleri vahşete lanet ederek, bu kıtalarda subaylık etmek tenezzülünde bulunmayıp Erzincan’da kalmış olan 13. Türkistan Avcı Alayı’na mensup Yüzbaşı Vekili Kazmir yazdığı raporda Ermeni mezalimi ile ilgili, “Ermeniler, Müslümanları Sarıkamış’ta çalıştırmak bahanesiyle topladılar ve şehirden iki kilometre ayrılınca katlettiler. Ermeniler arasında Rus zabitleri bulunmasaydı mezalim daha geniş çapta tatbik edileceği tabii idi. Bir gecede 800 Müslüman kesildiğini bizzat Ermenilerden işittim. 15-16 Kanun-i Sani gecesi Ermeniler, Erzincan’da Müslüman ahaliye katliam tertip ettiler. Miralay Morel’in aldığı tedbirler neticesiz kaldı. Zülüm ve yağma devam etti.” gibi bilgiler yer almaktadır.

Burada konu genel mahiyette ele alınması sebebiyle bölgedeki vahşet ve katliamla ilgili daha fazla bilgi verilememektedir. Ancak konuyla ilgili yani Erzincan ve havalisinde irtikap edilen Moskof-Ermeni müşterek mezalimine ait belge ve bilgiler, 1918’de yapılan birinci baskısını Ermeniler tarafından piyasadan toplattırılmasının ardından Osmanlı Genel Kurmayı tarafından 1919’da İstanbul’da ikinci baskısı yaptırılan “İslam Ahalinin Duçar Oldukları Mezalim Hakkında Vesaike Müstenit Malumat” adli eserden elde edilebilir.

Kars ve Çevresinde Ermeni Vahşeti

Ermeni çetecilerinin Kars ve çevresinde Müslüman ahaliye yönelik katliamları 1915-1920 yılları boyunca sürmüştür. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde 1914 yılından itibaren yoğunlaşan Ermeni tedhiş hareketleri Rus ordusunun Doğu Anadolu Bölgesi’nde gerçekleştirdiği işgallerine paralel olarak şiddetini artırmıştır. 1915 yılı ortalarında sadece Kars ve Ardahan havalisinde katliama uğrayan Müslümanların sayısı 30.000’e ulaşmıştır.

Özellikle Rusya’da 1917 Ekim ihtilâlinin patlak vermesi, Rus ordularında çözülme meydana getirmiş, Doğu Anadolu’da cephede etkinlik, Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Dolayısıyla bu tarihten sonraki Ermeni katliamları daha kapsamlı ve sistemli bir hale dönüşmüştür. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar’da Türklere karşı katliam düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliamını gerçekleştiren Arşak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars, Ardahan ve Iğdır’da büyük katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bölgede bulunan Türk ahali, Rus subaylarının artık etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Adı geçen bölgelerde faaliyete geçen Ermeniler, henüz sütten kesilmemiş çocukları öldürmüş, hamile kadınların karınlarını yarmış, Müslümanları diri diri yakmış, kız çocuklarına akla gelmedik işkenceler yapmışlardır.

Kafkasya ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde Türklere yönelik Ermeni katliamlarına düzenli Ermeni birlikleri de katılmıştır. 28 Mayıs 1918’de Erivan başkent olmak üzere kurulan Ermenistan Hükümeti İngilizlerin desteğiyle ‘Büyük Ermenistan Projesini’ gerçekleştirmeyi amaç edinmişti. Hükümete göre Büyük Ermenistan’ı kurmanın yolu bölgede yaşayan Türkleri yok etmekten geçiyordu. Buna delil olarak katliamlara düzenli Ermeni birliklerinin katılmış olması gösterilebilir.

1918 yılı Mart ve Nisan’da Kars, Erivan ve Bakû’de Müslümanlara yönelik Ermeniler tarafından sistemli bir şekilde katletme (yok etme) eylemi yapılmıştır. 1918 yılı Nisan ayında Kars’tan Tiflis’e gelen Rum muhacirler, Ermenilerin taş üstünde taş bırakmadıklarını, Kars ve çevresini yakıp yağmaladıklarını, Türk halkını kılıçtan geçirdiklerini, henüz süt çağındaki çocukları süngülerinin ucuna takarak öldürdüklerini, Müslüman kadınları çeşitli işkencelerle namuslarını kirleterek katlettiklerini, çeşitli işkenceler karşısında kadınların çıldırdıkları ve onların haykırışlarının yürekleri parçaladığını ifade etmişlerdir.

Kars’ta, Iğdır’da, Tuzluca’da ve Aralık’ta, çoluk çocuk, genç ihtiyar yüzlerce Türk, Ermeniler tarafından öldürülmüştür. İkinci Kafkas Kolordu Komutanlığı’ndan Üçüncü Ordu Komutanlığı’na 16 Mayıs 1918’de gönderilen raporda; Ermenilerin Kafkasya’da Türklere karşı yürüttükleri katliamları artırdıkları bildirilmiştir. 29 Nisan 1918’de Gümrü’den Ahalkelek’e gelen 3000 Müslüman göçmen, Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Aynı günlerde top ve makineli tüfeklerle donatılmış olan 1000 kişilik Ermeni çetesi Tuzluca ve Erivan bölgesindeki Türk köylerine saldırarak kadınları ve çocukları katletmiştir.

Mirliva Yakup Şevki Paşa tarafından 16 Mayıs 1918’de Üçüncü Ordu Kumandanlığı’na gönderilen telgrafta; Ermenilerin Erivan, Gümrü, Kars, Kağızman, Sarıkamış, kısmen Ardahan ve Ahalkelek’te tedhiş hareketleri gerçekleştirdikleri, bütün Türk köylerini tahrip ettikleri ve yöre halkını katlettikleri bildirilmiştir. Yakup Şevki Paşa imzalı telgrafla, Kafkasya’da Türklere yönelik gerçekleştirilen Ermeni cinayetleri tarih ve yer verilerek aktarılmıştır. Şevki Paşa, Kars Sancağı’na bağlı Kalo/Derecik köyü’nün de Ermeniler tarafından yok edildiğini şu cümlelerle ifade etmektedir: “Kars şarkındaki Subatan karyesinde 570 nüfus İslam’ı balta, kama, bıçak isti’mal ederek ve ateşte yakarak şehit ettiler. Ve Magosto ve Alaca karyelerinde yüzü mütecâviz kadın, çocuk ve erkeği aynı suret-i feci’ada şehit ettiler. Ve Tekneli, Hacı Halil, Kalo köy, Harebe, Dagor, Milanlı, Ketan, Alaca, İlham köyler ahâlisini katliâm etdiler.’

Antranik’in çetesi 1918 Eylül ayında Zengezor’un Rut, Darabas, Abudu, Bahudi, Araklı, Şükür Melikli, Pulkend, Şeki, Kızılçek, Karakilise, İrlik ve Pahlalı köylerine baskınlar düzenleyerek köyleri yakıp yıkmış ve yüzlerce Türk’ü katletmiştir. Ermeniler, sadece Sarıkamış – Arpaçay arasında 5226, Kars ve çevresinde ise 400’ün üzerinde Türk köyünde silahsız 40.000 erkek, kadın ve çocuğu cami, merek (samanlık), ahır gibi yerlere doldurarak ateşe vermişlerdir. Kapı ve pencerelerden kaçmak isteyenleri ise balta, kılıç, süngülerle ve hatta makineli tüfek ateşiyle vahşi bir şekilde katletmişlerdir.

Rus ve Ermeni ordusunda subaylık yapmış, Kars çevresinde Türklere yönelik katliam hareketlerini yönetmiş Ohanes Apresyan isimli Ermeni’nin hatıralarını anlattığı Men Are Like That (İnsanlar Böyledir) isimli kitapta Kars ve çevresindeki Türk katliamını şöyle anlatır:

“...Tatarların kaçmalarına imkân verecek yolları ve dağ geçitlerini tutarak kapattık. Hemen yok etme işine giriştik. Birliklerimiz birbiri ardına köyleri kuşatıyorlardı. Topçu ateşi ile izbe köy evleri taş ve toprak yığınları haline getiriliyor ve köylüler köyde barınamaz bir hale gelip köy dışındaki kırlara kaçmaya başlayınca da tüfek mermileri ve süngülerle işlerini tamamlıyorduk. Hiç şüphesiz ki Tatarların bazıları kaçabildiler. Bunlar ya dağlarda kendilerine sığınacak bir yer bulabildiler veyahut da sınırı aşıp Türkiye’ye kaçtılar. Geri kalanlar ise tamamen öldürüldü. Böylece Rus Ermenistanı’nın Nahcivan’dan Ahılkelek’e kadar olan bütün sınır bölgesi, Ağrı Dağı’nın eteğindeki sıcak ovalardan kuzeydeki soğuk dağ yaylalarına kadar her yer, yerle bir edilmiş Tatar köylerinin dilsiz kalmış harabeleri ile doldu. Şimdi bu köylerde, buralarda kalmış ölü insanların kemiklerini bulmak için giren kurt ve çakalların ulumalarından başka bir ses duyulmaz”.

Ohanes Apresyan Türk katliamının yapıldığı günlerde başından geçen bir olayı şöyle nakletmiştir: “Bir gece kısa bir süre önce bir Tatar Köyü olan bir harabenin yanından geçiyordum. Yıkılmış evlerin birinin önünde bir ateş yakılmıştı. Ateşe doğru yürüdüm. Ateşin etrafında bir gurup Ermeni askeri oturuyorlardı. Aralarında da henüz çocuk denecek yaşta iki Tatar kızı vardı. Kızlar yere çömelmiş ve ara sıra gelen hıçkırıklarla sessiz sessiz ağlıyorlardı. Kırılmış ev eşyaları ve Tatar köy evlerinin diğer malzemesi etrafa saçılmıştı. Keza orada burada ölülerde yerde yatıyorlardı. Kızları kurtarmak için maalesef geç kalmıştım. Fakat bu zavallılara elimden gelen yardımı yapmak istedim. Kendi lisanları ile hitap ederek artık korkmamalarını söyledim. Benden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini, sadece kendilerine yardım etmek istediğimi anladıkları zaman, ıstırapları gene boşalarak acıklı şekilde hüngür hüngür ağladılar. Askerlerden korku ve dehşete kapılmışlardı ve onların yanında bulundukça kızları teselli etmeğe imkân yoktu. Kızları yanıma alarak oradan uzaklaştım ve zaferlerinin kendilerine sağladığı nimeti ellerinden aldığımı zanneden askerleri de çirkin bir ruh haleti içinde bıraktım. Bir iki kilometre ötede gene aynı akıbete uğramış diğer bir Tatar köyüne geldik. Karanlık basmıştı ve geceyi orada geçirmeye karar vermiştim. Yanımdaki yiyeceği Tatar kızları ile paylaşıp harap olmuş köyde biri kendim, diğeri de kızlar için ayrı ayrı barınacak birer yer buldum. Az sonra uyumuştum. Gece yarısı devamlı bir şekilde ağlayan bir çocuk sesi ile uyandım. Ay ışığı hayal meyal etrafı görmemi sağladı ve bana burada cereyan etmiş olan diğer bir facianın bütün ayrıntılarını gösterdi. Ağlayan çocuğun sesini rehber alarak görünüşünden bir Türk ailesinin evi olduğu anlaşılan bir ev yıkıntısının avlusuna geldim. Avlunun köşesinde ölü bir kadın yatıyordu. Gırtlağı kesilmişti. Kadının üstünde bir yaşında kadar bir kız çocuğu duruyor ve ölü kadının memesinden süt emmeğe çalışıyordu. Çocuğu kucağıma alıp cebimde kalmış olan ekmek parçasını su ile ıslatıp doyurabildiğim kadar çocuğu doyurmaya çalıştım. Sonra da çocuğu o gece bakmaları için iki Tatar kızının yanına bıraktım. Ertesi günü bir fırsat çıkmasından faydalanarak bu üç talihsiz çocuğu Kars’taki Amerikan yetimhanesinde yetiştirilmek direktifi ile Kars’a yolladım. Tatar köyleri bu şekilde temizlendikten sonra ben de tekrar Kars’taki eski alayıma katıldım...

“Ben öyle katliam sahnelerine tanık oldum ki, buralarda öldürülmüş yerde yatan insanların sayısı, sonbaharda bir ormanda yere düşen yaprakların sayısı gibiydi. Bunlar koyunlar gibi biçare ve savunmasız insanlardı...” diye devam eder.

Erzurum ve Çevresinde Ermeni Mezalimi

Erzurum Şehri

Rus Askeri birlikleri Erzurum’u terk etmiş ve genel karargâhını Sarıkamış’ta tesis etmiş, Erzurum’daki komutanlığa da Ermeni Komiteci Antranik’i tayin etmişlerdi. Erzurum’da 1918 yılının Şubat ve Mart aylarında tam bir “Türk Soykırımı” Antranik ve Dr. Azeryev tarafından düzenlenmiş ve yaptırılmıştır. Ermeni Taşnak Çeteleri tarihi Türk Yurdu Erzurum’u insanıyla, medeniyetiyle, kültür varlıklarıyla, sanat eserleriyle ve bin yıldan beri gururla taşıdığı Türk kimliği ile ortadan kaldırmaya ve tarih sahnesinden silmeye çalışmışlardır.

Komiteci Antranik

Ermeni Komitacıları; Yanıkdere, Ezirmikli Konağı, Mürsel Paşa Konağı, Karskapıdaki bir Kışlanın bodrumunda 2000 ve her köyden yüzlerce insanı hunharca katlederler. Bu saydıklarımız katliamların yapıldığı yerlerden sadece bir kaçıdır.

Ermeni çetelerinin Ruslarla birlikte Erzurum ve çevresinde Müslümanlara ve Musevilere mezâlim ve soykırım yaptıkları, öldürülenlerin cesetlerinin köpeklere yedirildiği, kadın ve kızlara tecavüz edildiği, çocukların süngü ile öldürüldüklerine dâir belge.

Bu Vahşeti O Günlerden, O Günleri Yaşayanlardan, Canlı Tanıklardan Dinleyelim:

Yanıkdere de: 20 Şubat 1918’de, demiryoluna biriken karların temizletileceği bahanesi ile şehirden toplanan yüzlerce yaşlı ve çocuk elleri bağlı olduğu halde yirmişer kişilik guruplar halinde vagonlara doldurulup Yanıkdere Mevkiine götürülür. Tren Yanıkdere Köprüsüne gelince, elleri birbirine bağlı insanlar silah zoruyla ve kafalarına baltalarla vurularak dereye itilir. Kopan feryatların duyulmaması için ise, tren sürekli düdük çalmaktadır. Vagonlar boşaltıldıkça tekrar doldurulur. Ve bu hunharca cinayetler sabaha kadar tekrarlanır durur. Ermeni caniler, ellerindeki tüfek ve el bombaları ile de dereye döktükleri insanlara ateş yağdırmaktadırlar...

Küçük bir çocukken, Alaca Köyündeki katliamdan kurtulmayı başarabilen bir Gazimiz de şunları anlatmaktadır:

“Katliamlardan bir hafta evvel köye gelen yabancıları içeri alıp, dışarıya kimseyi bırakmıyorlardı. 2 veya 3 Mart 1918’de Ermeni bozgun askeri köyümüze geldi. Bütün köylüyü toplayıp, ikişer ikişer ellerinden bağladıktan sonra mereklere doldurdular ve kurşuna dizmeye başladılar. Bu korkunç facia, bir değil, birkaç binada icra edildi. Benimle annemi elele bağlamışlardı. Kurşunlar anneme değer değmez kendini içeri atmasıyla bana kurşun değmemiş oldu. Sonradan ölüleri süngülerken bana da iki süngü darbesi isabet etti.”

Bir başka Gazimiz anlatıyor:

“Hınıs’da bir köy evine girdik. Başları kapalı, ağızları yaşmaklı olduğu halde, kırk kadar kadın hiç kımıldamadan oturuyordu. Anne, bacı neden konuşmuyorsunuz ? dedik, hiç ses çıkarmadılar. Eşarplarını açıp baktığımızda hepsi ölmüştü. Yerden kaldırmak istediğimizde ise, kazıklara çakılmış olduklarını gördük.“

Kazım KARABEKİR Paşa 12 Mart sabahını şöyle dile getiriyordu:

Erzurum’da halk gözyaşları içinde kimi oğlunu, kimi babasını, kimi karısını yakılmış yada süngülenmiş buluyor, saçlarını yoluyorlardı. Sokaklarda canlılıktan bir iz bile kalmamıştı. Yerlerde çocuk, kadın ve yaşlılar kanlar içinde yatıyordu.

Demiryolu istasyonunda sanki bir mezarlık ölülerini dışarıya cıkarmıştı. Cenazeler arasından geçerek feci duruma gözlerimizle şahit olduk. Bilhassa Tahtacılar semtinde ki karşılıklı yer alan Ezirmikli Osman ağa ve Mürsel Paşa konaklarına doldurup yakarak katlettikleri Erzurumlular, insanı titretiyordu. Erzurum da resmi belgelere gore 9563 yerli Türk ahali Taşnak Ermeni çeteleri tarafından şehit edilmiştir.

Tarihçi Ahmet Refik ALTINAY 9 Mayıs 1918 de Erzurum’a geldikten sonra şunları yazar: “Rusların çekilmesi üzerine şehir kamilen Ermenilerin elinde kalmış. İşte bütün zulümler, yangınlar ve facialar o zaman başlamıştır. Yalnız Erzurum sokaklarında toplanan İslam naşı, dört binden fazla evlere doldurulup, yakılanlar, yol yaptırmak bahanesi ile uzaklara götürülüp öldürülenler bu hesaba dahil değil.“

Ahmet Refik ALTINAY harabe haline gelen Erzurum’u gezerken yanına sokulan biri

“Bu gördüğünüz, şehrin temiz halidir. Bu sokaklar hep kadın ve çocuk ölüleriyle doluydu. Kadınların memeleri ve mahrem yerleri kesilmiş, duvarlara çakılmıştı. Şu telgraf tellerine hep çocuk başları asılmıştı. Karınları deşilmiş yarı cıplak kadın cesetleri geçeceğimiz yolun iki tarafına dizilmişti. Talihsiz milletimizin bu halini görerek, delirecek hale gelmiştik. Bakalım medeni Avrupa, bu büyük cinayetlerin faillerini arayacak mı?… tarih böylesine bir vahşilik kaydetmemiştir.“

Üçüncü Ordu Komutanı Vehip Paşa, işgalden sonra Erzurumun durumunun başkomutanlık makamına gönderdiği bir mektupta : “Erzurumda Ermeniler tarafından uygulanan katliam, Engizisyon zulümlerine rahmet okutulacak düzeyde düzenlenmiştir. Tarih bu katliamların henüz böyle bir benzerini kaydetmemiştir” şeklinde ifade etmiştir.

Amerikan Heyetine Belediye Başkanı Zakir Beyce Verilen Cevap:

1919 yılının Eylül aylarında, Erzurum ve çevresinin Ermeni toprağı olduğu yolundaki iddiaları incelemek üzere Erzurum’a bir Amerikan Heyeti gelir.

Heyet üyelerine Erzurum’un o dönemdeki üst yöneticileri eşlik ederler. Heyete Yanıkdere, Karskapı, Ezirmikli Osmanağa ve Mürsel Paşa konaklarındaki Ermenilerin katliamları gezdirilerek gösterilir. Heyete tercüman aracılığıyla; “ Eski çağlardan beri bu topraklarda bir Ermeni Devletinin kurulmadığı, yüz yıllardır Ermeni nüfusun Türkler’in onda biri kadar olduğu, bunun da İslam’ın hoş görüsünden kaynaklandığı“ anlatılmaktadır.

Belediye başkanı Zakir Bey, tercümanı yanına çağırarak eliyle şehrin kuzeyine düşen Gez ve Kavak Mahallelerinin mezarlıklarını göstererek, söze karışır.

“Şu geniş taşlıkları görüyor musunuz? İşte bunlar Müslüman mezarlıklarıdır. Şehrin öbür taraflarında daha bunun on misli mezarlıklarımız var. Şimdi iyice bak. Şurada da etrafı duvarla çevrilmiş küçük bir mezarlık var. O da Ermeni mezarlığıdır. Şimdi Ermenilerin mi, Türklerin mi daha çok olduğunu anladın mı, bu keratalar ölülerini yemediler ya? Erzurumun ölüsüde Türk, diriside Türk! Şimdi bunları Amerikalı Generale anlat “ diyerek kenara çekilir.

Tercümanın anlatımları sonucu Heyetin başkanı General herkese teşekkür ettikten sonra gülerek “Bu zatın sözleri beni daha çok aydınlattı.“ Diyerek memnuniyetini belirtir.

Amerikan heyeti daha sonra Erzurum’dan ayrılarak Kars’a doğru yol alır. Ermenilerin giderayak yaptığı zulümleri yerinde gören heyetin hazırladığı rapor neticesinde, bütün dünya bu faciayı az da olsa öğrenmiş olur.

Hasankale’de Ermenilerin Katlettiği Türkler

Bir de O Günleri, Katliamları Yabancılardan Dinleyelim:

Erzurum’daki Rus İkinci Topçu Alay Komutanı Yarbay Tverdo-Khlebov hatıratında,“Ermeniler bana 27 Şubat gecesi 3000 Türk’ü öldürdüklerini iftiharla beyan ettikleri zaman, savunmasız, masum insanların öldürülmesinin bir vahşet olduğunu söylediğim de, bize siz Rus’sunuz, Ermeni Milletinin idealini anlayamazsınız” diye cevap verdiklerini eserinde`üzülerek ifade etmiştir.

Yine Khlebov hatıratında: “Erzurum’da kalan bütün Rus Subayları, kendi haysiyet ve formaları ile Ermenilerin Türklere yönelik katliamlarını örtmek için kalmayıp ancak amirlerine itaatte, yalnız Rusya’ya hizmet için kaldık. Erzurum’da bulunduğumuz müddetçe Ermeni Çetelerinin vahşet ve rezaletine son verilmesini istedik” demek suretiyle, Ermenilerin Erzurum ve çevresindeki vahşetine dikkati çekmektedir.

Rus Yarbayı hatıratının bir başka yerinde de diyor ki; Büyük rütbeli topçu subayları birleşerek Rus Başkomutanına verdiğimiz raporda, “Erzurum’dan hepimizin ayrılmasına müsaade edilmesini, çünkü burada hiçbir şey yapmayıp, ancak Ermeni Eşkiyası yüzünden adımızın lekelenmesini hiçbir zaman istemediğimizi bildirdik”

Rus Yarbayı Grizyanov Ermeni çetelerinin hizmetinde telefonculuk vazifesi yapan ermeni kızlarından ikisini, Ilıca’daki Merkez Camisinin avlusuna götürüp kadın cenazelerini gösterdi. Üzülüp teessüf edeceklerini sanan Rus subayı gözlerine inanamadı. Ermeni kızları sevinçle gülüyorlar, pek neşelenmişe benziyorlardı. Yarbay Grizyanov dayanamadı: Savaşmış, nice vahşetler görmüş bir subayın bile tüylerini ürperten böyle manzara karşısında mektep görmüş genç kızların gülüp eğlenmeleri Ermeniler kadın bile olsalar o anki ruh hallerinin nasıl göründüğü buna delildir.

Tiflis’te 1919 yılında yayınlanan “Zakavkazya ve Gürcistan” adlı belgelerden oluşan Rusça eserde, Rusya’nın Doğu Orduları Başkomutanı General Odişelidze’de 1918 yılı başlarında, Erzincan ve Erzurum’da Ermenilerin yerli Türk ahalisine yönelik katliamlarından bahsetmektedir.

25 Eylül 1919 tarihinde Erzurum’a Amerika Birleşik Devletlerinden General Harbord başkanlığında bir inceleme heyeti gelmiştir. Bu ABD’li heyet Yanıkdere’de, Karskapısı’nda, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Türk insanına yönelik katliama tanık olduklarında, “Hz. İsa’nın kulları nasıl böyle bir katliam yapabildiler” hükmüne varmışlardır.

İngilizler, araştırmalarını Osmanlı arşivleri dışında ABD Senato Arşivinde de genişletmişlerdir. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 11 Mart 1920’de Lordlar Kamarasında yapılan bir görüşmede,“Ermeniler bazı kişi ve çevrelerin kabul ettikleri ve etmeye hazır oldukları gibi masum birer kuzu değillerdir ve şu anda elimde Ermenilerce Türklere karşı girişilen kanlı olayları belgeleyen dokümanlar bulunmaktadır” demek gereğini duymuştu.

Ama üzerinden yıllar geçtikten sonra batı dünyası o günleri kendi emperyalist emelleri doğrultusunda yeniden gündeme getirerek, sözde Ermeni soykırımı şeklinde küllendirirler...

Ermenilerin Erzurum, Erzincan ve Beyazıt bölgesinde savunmasız Türk halkına mezâlim ve soykırım yaptıkları hakkında, 20 Mart 1918 tarihli Kaspi (Hazar) gazetesinde yayınlanan yazı

Bayburt’ta Ermeni Mezalimi

18 Aralık 1917’de Erzincan Mütarekesine bağlı kalan Ruslar 17 Ay işgal ettiği toprakları terk ettiğinde artık Bayburt için kelimenin tam anlamıyla vahşet daha yeni başlayacaktı. Kazak asıllı yüzbaşı Popof ve Erzincan havalisinden çete reisi Antranik’le koordineli çalışan, Varzahanlı Arşak David, Kısantalı Kirkor, Siptoroslu Misak, Nivli Hacı İbik oğlu Karakin, Hindili Kör Hamas, Lusnuklu Antranik, birâderi Gorgi, Kopuzlu Serkis, Hindili Yiğit, Azorkalı Sehak, Rumeli karyeli Masrup, Malansalı Boğos, Çakmaslı Zekyos, Hayikli Tulumbacıoğlu Bedros ve Kopuzlu Hamparsum’la beraber maiyetindeki 484 Ermeniyle Bayburt ve civar köylerde gündüzleri talim, geceleriyse komite başlarıyla savaşın gidişatına göre toplantı halinde muhakeme yapılıyor ve bu toplantıda konuşulan ileri sürülen her türlü bilginin dışarıya sızmamasına önem gösteriliyordu. Müslüman ahâliye karşı oldukça ciddi ve mütevazi davranılıyordu. Hatta Müslüman ahâliyi tatmin etmekte ne kadar başarılı oldukları; of ve sürmene taraflarından ermeni çetelerine karşı talep edilen yardıma belediye reisi Hafız Süleyman Efendi’nin engel oluşundan belli oluyordu

Halka karşı güven veren çete lideri Arşak, Müslüman Türk halkının saygı duyup rağbet ettiği ‘’paşa’’ ünvanına sığınarak; her sokak ve mahalleye bir takım devriyeler çıkartıyor ve birer bahaneyle sokaklardaki ahâli toplanmaya başlanıyor. Mahalleler arasına çıkan devriyeler tesadüf ettikleri köylüleri ve yerli ahâliyi “Arşak Paşa çağırıyor, mühim mesele görüşülecektir.” Şeklinde aldatarak topluyor ve bunlar rus işgalinde mahpushane yapılan Salih Hamdi Efendi’nin ticarethânesine yerleştiriliyor. Hapishaneye götürülen her şahsın kapı önünde evvelâ üzeri aranıyor ve bulunan para ziynet eşyası alınıyor. Her türlü gasp, darp ve işkenceyle hapishâneye sokuluyor çarşı ve pazarda bulunmayanların ise zorla evlerine giriliyor, para, kıymetli eşya ve ziynetleri alındıktan sonra bir kısmı kapıları önünde feci bir şekilde katlediliyor. Diğer bir kısmı ise çeşitli zulümlerle hapishâneye sevk olunuyor. Bu hâl üç gün süreyle devam ediyor. Dördüncü günün sabahı müslüman kadınlarının da toplanmasına başlanıyor ve topladıklarından on dört kadınla iki kızı Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesi karşısındaki Haydar Bey’in ahşap oteline dolduruyorlar.

Artık Arşak ve maiyetindekilerin kanlı emellerini tatbik etme vakti gelmişti. İşe önce Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde bulunanlardan başlanıyor. Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde bulunanlar sırasıyla, kapıdan girildiği zaman sağdan birinci odaya yirmi üç, soldan birinci odaya dört, ikinci odaya altmış, üçüncü odaya elli ve boşluğun sonundaki odalardan soldakine kırk sekiz ve sağdakine sekiz, toplamda yüz doksan üç ‘’can’’ yerleştiriliyor. Soldan birinci odada bulunan belediye reisi Hafız Süleyman Efendi ile Kormas köylü (Polatlı) Ahmed ve Abraslı (Akbulut) İrfan ve Vağandalı (Çayırköprü) Pirî odadan çıkarılıyor. Ellerinde bulunan süngü balta ve demirle pek feci bir surette öldürülüyor, daha sonra sırasıyla diğer odalara geçerek aynı suretle katle başlanıyor. Gözleri önünde fecî bir surette ve vahşîce arkadaşlarının katledildiğini gören diğer mahpuslar canhıraş sadalarla bağırıyorlar ve kendilerine sıra gelince mümkün mertebe nefislerini müdafaaya çalışsalar da bütün müdafaa imkânlarından mahrum bir şekilde vahşetin en büyüğüne maruz kalarak bin türlü işkence arasında can veriyorlardı. Tüm bunlar olurken ikinci odada bulunan altmış kişiden Murad Çavuş, Şevki Saraç Hafız ve Zâhid mahallesinden Beydioğlu Sadık (Ermeniler firar ettikten sonra yangın içinden çıkarılmışlar) ölüler arasına sokularak kendilerine ölü vaziyeti vererek hayatlarını kurtarabiliyorlar. Süngü ve baltayla icrâ edilen işkence karşında yere yığılmak yetmiyormuş gibi cansız bedenlerin üzerine gazyağı döküp yakmak suretiyle arada sıkışık kalanlardan ölmemiş olanlar dahi bu suretle yakılmış oluyor.

İnsanın bu işkenceye maruz kalırken ki duyduğu acı kadar, bu işkenceden dolayı yükselen feryadı duymaktaki acıda dayanılmaz. Boşluğun nihayetindeki ve soldaki odada bu feryadı duyan kırk sekiz kişiye sıra gelmişti. Bunlar içinde bulunan Dağıstan’ın Kompo şehrine bağlı Hokal kasabası ahâlisinden olup o tarihten sekiz ay evvel Bayburt’a gelerek kunduracılıkla uğraşan yirmi iki yaşındaki Mehmed oğlu Abdullah, karşısında cereyan eden feci sahneyi görür görmez arkadaşlarını müdaafada bulunmaya sevk ediyor. Bulundukları odanın dışarıya bakan boşluktan kopardıkları demirle zemine döşenmiş kemer taşlarını sökerek kapıyı kapatıyorlar. Katle gelen Ermeniler bu durumu görünce kapıyı kırıyorlar. Fakat yığılan taşlardan içeriye girilmesi mümkün olmadığı için kapı arasından ve baca boşluklarından bomba atarak kurşun yağdırarak hücum ediyorlar. Ne olursa olsun müdaafayı elden bırakmamaktan başka çareleri olmayan bu çaresiz ‘’can’’lar atılan bombaları tekrar geriye atmak ve taşlarla karşı koymak suretiyle, diğer yandan odanın beton duvarında gedik açmaya çalışıyorlar.

Bu feci sahne devam etmekteyken Haydar Bey’in oteline doldurulan on dört kadını baştan aşağıya soyduktan sonra çıplak bir halde güya teşhir etmek maksadıyla bulundukları yerden çıkarılıp Haydar Bey’in oteline bitişik Çavuşoğlu’nun oteline nakledilen bu zavallılar bir bir katledilip, ardından oteli yakıyorlar.

Oteli yakmadan önce bu on dört kadından üçü elbiselerinin tamamen çıkarılması hakkındaki teklife tahammül edemeyerek kendilerini pencereden dışarıya atıyorlar. Bu kadınlardan ikisi kaçmaya çalışırken Otel civarında bulunan Ermeni devriyeleri tarafından katlediliyor. Pencereden aşağı atlayan kadınlardan teki diğerleri gibi kaçmaya yeltenemiyor, çünkü ayakları kırılmış bir şekilde acıyla yerde kıvranıyordu. Kendisiyle birlikte otele tevkif edilen iki kızının yukarıdan bu durumu görüp feryada başlaması üzerine gözü dönmüşler bu annenin yavrularını hemen aşağı indiriliyorlar ve onlarda katlediyorlar. Görülmemiş ve akla hayale gelmeyecek işkencelerin ardı arkası kesilmiyor. Bu katledilen yavruların biri annenin bir koluna diğerini öteki koluna yatırıyorlar. Ayakları kırılmış vaziyette İki koluna cansız bir şekilde uzanmış yavrularının acısına can nasıl dayansın.! Annelik duygularının dayanamayacağı bu son sahne üzerlerine gaz dökülüp yakılmak suretiyle son buluyor.

Bu iki yapının içinde ve etrafında tüm bu zulüm devam ederken mahalleler arasında da yağma ve yangınlar çıkarılıyor. Bi-çare göğe yükselen feryadın figanın eşliğinde, beşyüze yakın iğfal edilmiş kadınlara, derisi yüzülmek suretiyle güya ibret olsun diye yol kenarına atılan kimi bedenlerle beraber, bin bir türlü işkence sonrasında yakılmış küçük yavrularda ekleniyordu. Yok muydu bu işkenceyi bu katliamı durduracak..? Cenabı Hakkın tecellisine akıl sır ermez. Tüm bu işkenceler devam ederken Bayburt’un güney batısında ve caddenin sol tarafında, Rusların cephanelik olarak kullandığı binbaşı hanları plân haricinde ateşleniyor. Yeri göğü inleten bu müthiş patlama katliâm faaliyetinde bulunan Ermenileri şaşırtıyor.’’ Kasabaya Türkler geliyor, toplar patlıyor!” sözleriyle kaçışmaya başlıyorlar. Savunmasız halka her türlü işkenceyi ve katliamı tattıran gözü dönmüşler korku ve telaşla yakıp yıktıkları Bayburt’u terk ediyorlar.

Daha önce Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde o zamana kadar Ermenileri meşgul etmeye muvaffak olan bu kırk sekiz kişi birden bire oluşan bu sessizliğe anlam veremedi. Bu anlamsız bekleyiş uzun sürmedi. Bir ses yükseldi.. –Top patladı.. Türk kıtası bayburta ulaştı.. Ermeni kıtası kaçtı. Diyerek etrafta gizlenenler haberdar edildi. Salih Hamdi Efendi’nin ticârethânesinde o insanın kanını donduran bi-çare müdaafa için bekleyenlerde bulundukları yerden çıkarak tüm ahâliyle birlikte yangına verilmiş şehri söndürmeye başlıyorlar.

Tüm bunlar Rusların çekilip Türk kıtalarının bölge bölge yayılmaya başladığı zaman arasında olduğu düşünülürse katliamın planlı tertip edildiği anlaşılıyor. Şimdi tam bu noktada aksi yönde hesap vermeye itildiğimiz şu günlerde bazı aydın zümresiyle özür dileyenlere.bir soru soralım.. Bu katliam nedendi.? O gün Keşif kollarının anlamsız bakışlardan başka karşılık bulamadığı bu sorunun cevabı ne yazık ki bugün hala yanıtsız kalmaktadır.

Trabzon ve Çevresinde Ermeni Mezâlimi ve Soykırımı

1917 Ekim İhtilâlinin ardından, Rusların Trabzon ve havalisini tahliye etmeleri üzerine, bu tahliyenin öncesinde ve sonrasında Ermeni çeteler tarafından mâsum ve savunmasız halka mezâlim ve soykırım yapılmış, öldürülen insanlar kuyulara doldurulmuş; kolları, elleri ve ayakları kesilen insanların parçalanmış vücutları terkedilmiş ev ve bahçelere atılmış; câmiler tahkir maksadıyla pislikle doldurulmuş, bu zulümden ağaçlar da nasibini almış ve meyve ağaçları halkın istifade etmemesi için kesilmiştir.

Vakfıkebir Kaymakamının resmî tahkikatıyla sabit olan Ermeni mezâlimi ve soykırımı aşağıda anlatıldığı şekilde belgelenmiştir:

Ermeni çetelerinin Viçe’ye girişinde Tahsildar Osman Efendinin evine iltica eyleyen pek çok kadın ve çocuk vahşice şehid edildikleri gibi, otuz kişilik bir Ermeni çetesi tarafından birkaç ev abluka edilerek kadın ve çocukların seçilip bir dereye götürüldüğü ve orada tamamen boğazlandığı ve bu vahşetten kurtulabilen iki kadının da yaralı iken iyi olarak vakayı büyük bir teessürle anlattıkları ve Of kazasının Gül Ali köyünden beş kişilik bir Ermeni çetesinin bir kadına jandarma huzurunda tecavüze kalktıkları ve müdafaaya teşebbüs eden neferin öldürüldüğü ve zavallı kadının da namusu ayaklar altında çiğnendikten sonra bir yanağının ısırılmak suretiyle koparıldığı ve hûnhâr çetenin birçok ulemâyı çeşitli hakaret ve işkencelerle şehid ettikleri, mal ve yiyecekleri tamamıyla alıp götürdükleri ve anlatılması cildler tutan mezâlim ve âdilik yaptıkları resmen açıklanmıştır”.

Rus askerlerine rehberlik yapan Ermeni çetelerinin zulümleri hakkında çeşitli kimselerin yeminle verdikleri ifadelerine göre; Yumra nahiyesinin Kalfaka köyüne giren Ermeniler, birkaç eve toplanarak gizlenen ve neticeyi bekleyen Kulak oğlu Hüseyin’in hanımı Ulviye ve gelini Hüsniye ve Kulak oğlu Ali’nin karısı Züleyha ve daha bir çok kadın ve çocuklar adı geçen evden alıp köy kenarında, bir dağın eteğinde bulunan bir dereye götürerek erkeklerin gözleri önünde boğazladıktan sonra kadın ve çocukları koyun boğazlar gibi kesmişlerdir. Köyde kalan Paslı oğlu Ali’nin on sekiz yaşındaki kızı Emine’nin ırzına tecavüz ettikten sonra öldürmüşler ve kız kardeşi Hatice’nin henüz doğmuş bir kız çocuğunu havaya fırlatarak altında tuttukları süngüye tesadüf ettirmek suretiyle feci bir şekilde öldürmüşlerdir.

Ermenilerin Ruslarla birlikte, Trabzon ve Van bölgesinde halka yaptıkları mezâlimi anlatan bir başka belge:

“Ermenilerin Ruslarla birlikte İslâm ahalisine ve özellikle kadınlara yaptıkları mezâlim ve kötü fiillerle ilgili olarak Trabzon, Van ve Diyarbakır vilâyetlerinden gelen rapor hakkında Dahiliye Nezâretinden Hariciye Nezâretine yazılan yazıları...” ihtiva etmektedir “Ermeni ve Rusların, Trabzon’un Yomra nahiyesinin Kalafka köyü Müslümanlarını evlerinden toplayıp, kadın ve erkekleri ayırarak erkekleri bilinmeyen bir yere sevkettikleri, küçük kız çocuklarına ve kadınlara tecavüz ettikleri, yeni doğmuş bir bebeği havaya fırlatarak altına tuttukları süngüyü tesadüf ettirmek suretiyle katlettikleri, Maçka kazasının İpsil, Haçavra ve Soldoy köylerinde de benzer biçimde kadınların ve kız çocukların namuslarının kirletildiği ve birçok kişinin hûnhârca katledilip ateşte yakıldığı, yapılan bu katliâmları Rusların teşvik ettiğine dâir maktûl ve mazlûmların isimlerinin de belirtildiği Kalafka köyünden Salim oğlu Mehmedin zevcesi Fatıma bint-i Ali Osman’ın ve İpsil köyünden Alemdar oğlu Besim bin Mehmed’in yeminli ifadelerini” ihtiva eden bir başka belge, Ermeni mezâlim ve soykırımına tanıklık etmektedir.

Iğdır’da Ermeni Mezalimi

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus kuvvetlerinin, Osmanlı ve Rus Ermenilerinden kurulmuş olan gönüllü alayları öncülüğünde, Doğudan Osmanlı topraklarına girmesiyle birlikte Osmanlı ordusunda bulunan Ermeniler, silahlarıyla birlikte firar ederek Rus kuvvetlerine katılmışlardır. Rus ordusuna henüz ulaşamayan bir kısım Ermeniler ise çeteler kurarak isyan etmişlerdir. Yıllarca gerek Ermeni gerekse misyoner okullarında ve kiliselerinde saklanan silahlar ortaya çıkarılmış, askerlik şubeleri basılarak yeni silahlar sağlanmıştır. Silahlanan Ermeni çeteleri komitelerin “kurtulmak istiyorsan, önce komşunu öldür” talimatı üzerine, erkekler cephelerde olduğu için savunmasız kalan Türk şehirlerine, kasabalarına ve köylerine saldırarak katliama girişmişlerdir. Osmanlı kuvvetlerini arkadan vuran Ermeniler, Osmanlı birliklerinin harekatını engellemişler, ikmal yollarını kesmişler, yaralı taşıyan konvoyları pusuya düşürmüşler, köprü ve yolları imha etmişler, bulundukları şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Rus kuvvetleri saflarında bulunan Ermeni gönüllü alaylarının yaptığı zulüm o kadar ağır olmuştur ki, Rus komutanlığı bazı Ermeni birliklerini cepheden uzaklaştırarak geri hatlara sevk etmek zorunluluğu hissetmiştir.

Ermeni çetecilerinin Kars ve çevresinde Müslüman ahaliye yönelik katliam hareketleri 1915 ve 1920 yılları boyunca sürmüştür. Özellikle Rusya’da 1917 Ekim ihtilâlinin patlak vermesi, Rus ordularında çözülme meydana getirmiş, Doğu Anadolu’da cephede etkinlik, Ermeni ve Gürcülere geçmiştir. Söz konusu dönemde, Anadolu’nun birçok yerinde Ermenilerin Türk halkına yönelik katliam hareketleri başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Şebinkarahisar’da Türklere karşı katliam düzenleyen Sivaslı Murat, Sasun Canavarı diye şöhret kazanan Antranik ve Muş katliamını gerçekleştiren Arşak gibi Ermeni komitecilerinin liderliğinde Erzincan, Bayburt, Erzurum, Kars, Ardahan ve Iğdır gibi birçok yerde katliam hareketleri yapılmıştır. Bölgede bulunan Müslüman ahali, Rus subaylarının artık etkinliklerini kaybetmeleri sebebiyle, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Rus işgali altındaki bölgede faaliyete geçen Ermeniler, henüz sütten kesilmemiş çocukları öldürmüş, hamile kadınların karınlarını yarmış, Müslümanları diri diri yakmış, kız çocuklarına akla gelmedik işkenceler yapmışlardır.

Kafkasya’da ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde Türklere yönelik Ermeni katliamları düzenli Ermeni birlikleri tarafından gerçekleştirilmiştir.

Iğdır’da, Tuzluca’da ve Aralık’ta çok sayıda Türk, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden Ermeniler tarafından öldürülmüştür. İkinci Kafkas Kolordu Komutanlığı’ndan Üçüncü Ordu Komutanlığı’na 16 Mayıs 1918’de gönderilen raporda, işgal altında bulunan Kafkasya’da Ermenilerin Müslümanları katliama tâbi tutarak zulümlerini sürdürdükleri bildirilmiştir. Yine 29 Nisan 1918’de Gümrü’den Ahalkelek’e gelen 500 arabadaki 3000 Müslüman göçmen, Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Aynı günlerde iki top ve iki makineli tüfeği olan 1000 kişilik Ermeni kuvveti Tuzluca ve Erivan bölgesinde bulunan İslâm köylerine saldırarak kadınları ve çocukları katletmişlerdir.

Ermeni çeteleri, 1918 yılı sadece Nisan ayı içerisinde Iğdır’da 50, Tuzluca’da 242, Oluklu’da 200, Çilhane’de 300, Hacı Halil’de 800 Müslüman’ı katletmişlerdir.

21 Ağustos 1919’da Onbeşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir’e Dokuzuncu Kafkas Fırkası Kumandanı Mîralay Rüşdü tarafından gönderilen raporda, 18 Ağustos’ta Kürtlerin Kağızman’daki Ermenilere saldırmaları üzerine, Ermenilerin Müslüman ahaliyi camilere doldurarak katle başladıkları, katliamdan kurtulabilen, çoğunluğunu aç ve çıplak kadınların oluşturduğu iki yüz kadar kişinin Çukurçam ve Kükürtlü dağlarındaki Müslüman milis kuvvetlerine iltica ettikleri ve eğer Ermenilerin Müslüman ahaliye yönelik katliamları durdurulmazsa ne Elviye-i Selâse’de (Kars, Ardahan, Batum) ne de Aras mıntıkasında bir tek Müslüman kalmayacağından gerekli tedbirlerin alınması gerektiği bildirilmiştir.

21 Ağustos 1919 tarihli Onikinci Fırka Kumandanı Osman Nuri’nin Onbeşinci Kolordu Kumandanlığına göndermiş olduğu rapor, aynı olayları teyid etmektedir. Ayrıca raporda, Ermenilerin mezâlim yapacakları mıntıkadaki Hıristiyanları bir bahane ile o bölgeden geri çektikleri ve bu şekilde Kağızman, Iğdır ve Kulp civarındaki pek çok köye aniden toplarla ve makineli tüfeklerle saldırarak katliam ve yağma yaptıkları bildirilmiştir.

11 Eylül 1919 tarihli Harbiye Nezâretine gönderilen bir başka raporda aynen şu ifadeler yer almıştır: “ Ermeniler mü’ezzinleri ezân okurken taşlayup sebb etmişler, kadınlara bir çok işkencelerle nâmûslarına ta’arruz eylemişlerdir: Topladıkları İslâm kadınlarını üryân bir hâlde Ermeniler kendi askerleri arasında gezdirmişlerdir.

Ermeniler, 17 Eylül 1919’da Iğdır’ın altı kilometre doğusunda bulunan Adbak köyüne giderek burada bulunan köy ahalisini tamamen ve bu köye bir kilometre mesafede bulunan üç yüz haneden oluşan yağcı köyü ahalisini fecî’ ve vahşîyane bir şekilde katletmişlerdir.

4 Aralık 1919’da, Onbeşinci Kolordu Kumandanlığına Osman Nuri Bey tarafından çekilen bir telgrafta: “Ermenilerin elinde ekserîsi aç, çıplak ve çocuk olarak Kars, Sarıkamış, Kağızman havâlîsinde üç bin kişi bulunduğu...”bildirilmiştir.

11 Mart 1920’de Ermeni çetecileri, Ağbaba, Zarduşad, Şüregel ve Çıldır kazalarına baskınlar düzenlemiş ve buralarda yaşayan Müslüman ahaliyi türlü işkencelerle katletmişlerdir. Ermeniler, bölgede sadece Zarduşad’da kadın ve çocuklar olmak üzere iki bin kişiyi katletmişler, yirmi sekiz köyü tamamen dağıtmışlar ve topladıkları Müslüman kızlarının bir kısmını Gümrü’ye bir kısmını ise, Kars’a getirerek Ermeni evlerine dağıtmışlardır. Müslüman kadınların çamaşırlarını pazarlarda teşhir ederek satan Ermeniler, bu baskınlarda yararlılık gösteren Kars’taki Kürt reislerinden Davud’a oldukça yüklü miktarda para vererek ödüllendirmişlerdir.

2 Temmuz 1920 tarihli bir belge, Ermeniler tarafından yapılan katliamların bir diğer boyutunu ortaya koymaktadır. Belgede, Aralık civarında bin beş yüz çocuğu suya atarak boğan Ermenilerin bu hareketlerinden dolayı bölgede çocuk cesetleri yüzünden içme suyunun içilemez bir hale geldiği belirtilmiştir.

Ersinek köyü imamının mektubu benzer olayları anlatması bakımından önemlidir: “Kardaşlar: Küffâr eline esîr olanın hâli nice olduğu cümlenizce ma’lûmdur. Fakat bu def’a olan esîrlik ve hakâret hiçbir an görülmemişdi. Devr-i âdem’den beri bu gibi zulümler ne olmuşdur ve ne de olabilir. Dil ile vasfolunamaz. Ancak halka ayândır. Sabîler ve avratların âvazı arş-ı a’lâya çıkdı, felekleri ağlaşdı. Düşmanımız cesîm bir düşman olsaydı insâna efkâr olmazdı. Yalnız bizim, vicdânsız, hakîkatsizliğimizden dört Ermeni neferi elinde boynu eğri ve gözü yaşlı orada bıçakla ve büyük ezâlarla katlolunmaklığımız bizi ölmezden evvel öldürdü. Mâl, at ve davarlardan millet bir kere el çekmişdir. Nâmus kalmadı. Cândan su’al olunursa İslâm yarıdan ziyâde belki üçte biri de ancak kaldı...”

5 Temmuz 1920 tarihli bir diğer raporda, Kars, Sarıkamış, Karakurt, Iğdır gibi yerler ve köylerinde, Ermenilerin Müslüman ahaliye yönelik katliam hareketlerinde bulundukları bildirilmiştir. General Obesyan emrindeki Ermeni kuvvetlerinin bütün bu olayların sorumlusu olarak gösterildiği raporda, bazı köylerde ahalinin akla hayale gelmeyecek şekillerde zulümlere maruz bırakılarak katledildikleri, evlere doldurularak yakıldıkları, süngülerle öldürülerek Aras Nehri’ne atıldıkları ve Müslüman ahaliye ait olan binlerce hayvan, zahire ve değerli eşyaları gaspedildikleri ifade edilmiştir. Aynı raporda, 1918 yılından beri Kars ve havalisinde katledilen Müslümanların sayısının yirmi beş bine ulaştığı kaydedilmiştir.

25 Temmuz 1920 tarihli bir başka belge de ise, Ermenilerin sadece Iğdır bölgesinde bulunan Müslüman köylerini basmakla yetinmedikleri bölgede bulunan Malakan köylerini de yağmaladıkları belirtilmiş, Ermeni zulmü altında ezilen İslam ve Malakan köyleri ahalisinin hudud kumandanlıklarına müracaat ederek yardım istedikleri belirtilmiştir.

Ermeniler, 1915 yılından 1920 yılı sonlarına kadar, Şahtahtı, Zengezur, Nahçıvan, Iğdır, Serdarabad ve havalisindeki yüzlerce köyde, binlerce Müslüman’ı kadın, çocuk ayırmaksızın çeşitli işkencelerle katlederek, cesetlerinin uzuvlarını parçalamışlardır. Antranik ve Bapun çetelerinin yakıp yıktıkları, aylarca mezâlim altında bıraktıkları bu köylerin mallarını yağmaladıkları, binlerce hayvanını gasp ettikleri, mezâlimden kurtulabilenlerin de göçe mecbur bırakıldığı arşiv belgelerinde görülmektedir.

Sivas ve Çevresinde Ermeni Mezâlimi

Seferberliğin ilânından sonra çevre vilâyetlerde görülen isyan hareketleri Sivas ve çevresinde de görülmüştür. Karahisar’ın Yaycı köyünden Seponil isimli bir Ermeni papaz, kiliseye yardım toplamak bahanesiyle köyleri dolaşmış ve Ermenileri toplayarak, onlara: “Osmanlılar, mağlup olacakları harbe başladılar. Az zaman sonra Ruslar Erzurum’dan girecekler, buralara kadar geleceklerdir. Ruslar önden, biz arkadan orduyu vuracağız. Size vaktiyle verilen silâhları kullanma zamanı geldi...” tarzında propaganda yapmıştır. Hükümetin zamanında gerekli tedbirleri almasıyla, bölgede büyük çaptaki olaylar önlenmişse de, yine de Ermeniler tarafından katliâm ve mezâlim yapılmıştır. Sivas Valiliğinden, Dahiliye Nezâretine gönderilen 22 Nisan 1915 tarihli telgrafta Sivas ve çevresindeki olaylar şu şekilde özetlenmiştir:

“Vilâyet içinde Ermenilerin toplu olarak bulundukları yerler, Şebinkarahisar, Suşehri, Hafik, Divriği, Gürün, Gemerek, Amasya, Tokat ve Merzifon’dur. Şimdiye kadar Suşehri’nin Türk köylerinde ve merkeze bağlı Olataş nahiyesinde yapılan aramalarda pek çok yasak silâh ve dinamit bulundu. Ermenilerin bu vilâyetten 30.000 kişiyi silâhlandırdıkları, bunlardan 15.000 kişinin Rus ordusuna katıldığı ve diğer 150.000 kişinin de Türk ordusunun başarısızlığı halinde, ordumuzu gerisinden tehdit edeceği yakalanan sanıkların ifadeleriyle kesinleşmiştir. Taşnak komitesi Ermeni çete reisi Murad (Hamparsum Boyacıyan)ın sığındığı Tuzhisar köyüne gönderilen güvenlik birlikleriyle Ermeniler arasında çatışmalar olmuştur. Kaçanlar takip edilmektedir.

Değerlendirme

Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu çerçevede Erzincan, Erzurum, Van, Kars, Sarıkamış tamamıyla tahrip edilmiş, burada yaşayan Müslümanlar katledilmişlerdi.

Ermeni komitelerinin en yoğun faaliyette olduğu Van’da Ermeniler, Rusların Türklere karşı taarruzda bulunduğu sıralarda, 15 Nisan 1915 tarihinde isyan etmiş, isyan kısa sürede büyümüş ve Türkler çok zor durumda kalmışlardı. Bu isyan esnasında binlerce masum Türk, Ermeni komitecileri tarafından akla hayale gelmeyecek işkencelerle katledilmişlerdi. Benzer şekilde Bitlis ve Muş çevresinde Ermeni komitecilerin 1915-1916 tarihleri arasında yaptıkları katliamdan kurtulabilenlerin ifadelerine göre katliam yöntemleri insanlık sınırlarını aşmıştır. Yırtıcı canavar gibi köylere saldırıp bir anda ortalığı kan deryasına döndüren Rus ve Ermenilerin kadın ve erkek dinlemeyerek önlerine gelen çaresizleri parçaladıkları görülmüştür.

Erzincan, Erzurum ve Kars çevresi Ermeni çetelerinin en kanlı eylemlerini gerçekleştirdikleri yerler olmuştu. Müslümanları gözünü oymak, karınlarını deşmek kuyulara atmak, evlere ve camilere doldurup yakmak suretiyle katleden Ermeni çeteleri Türk ilerleyişi karşısında şehirleri yakarak kaçmışlardı. Kaçarken de Müslüman halka mümkün olduğu kadar zarar vermek için çaba harcamışlardı.

Türk orduları ise 12 Şubat 1918’de Rus Ermeni birliklerinin işgali altındaki bölgelerin kurtarılması için harekete geçti. 18 Aralık 1917 tarihinde imzalanan Erzincan Mütarekesi’nden sonra, 3. Ordu I. Kafkas Kolordusu Komutanlığı’na getirilen Kazım Karabekir Paşa, Doğu’nun kurtarılması ile görevlendirilmişti. 13 Şubat’ta Erzincan ve Mamahatun kurtarıldı, 14 Şubat’ta Bayburd, Trabzon ve Gümüşhane, 5 Nisan’da Sarıkamış, 7 Nisan’da Van, 14 Nisan’da Batum, 25 Nisan’da Kars Osmanlı orduları tarafından geri alınmış oldu.

Son yıllara kadar yapılan toplu mezar kazıları Ermenilerin yaptığı mezalimlerin ne kadar geniş çaplı olduğunu gözler önüne sermektedir. 1915-1919 yılları arasında Ermeni Çeteleri Doğu Anadolu Bölgesi’nde Erzincan, Tercan, Erzurum-Cinis, Alaca, Ilıca, Tepeköy, Dutçu, Erzurum Merkezde; Yanıkdere, Karskapı, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa Konaklarında, Firdevsoğlu Kışlası’nda, Erzurum; Yeşilyayla, Hasankale, Tımar, Köprüköy, Horasan, Kars Derecik ve Subatan’da, Van-Zeve’de, Ağrı’da, Bitlis’de, Iğdır-Oba, Hakmehmet ve Gedikli de, Ardahan-Yanık Camii, Göle-Esenboğaz Köyü, Çıldır-Kotanlı Köyünde on binlerce Müslümanı katletmişlerdi. Bu sayılan bölgelerin çoğunda yapılan kazılar Ermeni mezalimini gözler önüne sermektedir.

Sakarya Üniversitesi Türk Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi