Derviş Mehmed Zillî veya bilinen adıyla Evliyâ Çelebi, 17. yüzyılın önde gelen seyyahlarından ve yazarlarındandır. Elli seneyi aşkın süreyle Avrupa, Batı Asya ve Mısır topraklarını gezmiş, gördüklerini de 10 ciltlik Seyahatnâme isimli eserinde toplamıştır. Evliya Çelebi, eserinin ilk cildinde, rüyasında Allah Resulü’nü ve beraberinde sahabeyi gördüğünü, onlardan destur alarak seyahate başladığını anlatıyor.

İşte Evliya Çelebi’nin kaleminden gördüğü mübarek rüya:

Dua ve güzel övgüler, o Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, dünyanın nizam ve intizamı olan Fatih Sultan Mehmed oğlu Sultan II. Bayezid Han oğlu Yavuz Sultan Selim oğlu Sultan Süleyman Han oğlu Sultan II. Selim oğlu Sultan III. Murad Han oğlu Sultan III. Mehmed Han oğlu Sultan Ahmed Han oğlu Sultan IV. Murad Han Allah'ın rahmeti hepsinin üzerine olsun, bu karalamamıza başladığımız mahalde hizmetiyle şereflendiğimiz Cem mertebeli padişah, cennet benzeri Bağdad'ın fatihi Sultan Murad Han Gazi toprağı temiz olup rahmet denizine gark olsun, onların saltanatı zamanlarında Hicret'in 1041 [1631-32] tarihinde yaya olarak Belde-i Tayyibe yani İstanbul'un çevresinde olan köy ve kasabaları, nice bin bahçe, güllük gülistanlık İrem bağlarını gezip görünce hatırıma büyük seyahat arzuları geldi.

"Aya anne, baba, üstad ve kardeş kahırlarından nice kurtulup dünyayı dolaşırım" diye her an Cenâb-ı Bârî'den, "Dünyada beden sağlığı, tam seyahat ve son nefeste iman" ricasında idim.

Daima gönlü yaralı dervişlerle görüşüp sohbet şerefleriyle şereflenir, yedi iklimin ve yeryüzünün dört köşesinin vasıflarını işittikçe can u gönülden seyahat isteyip,

"Aya âlemi seyredip Arz-ı Mukaddese'ye, Mısır ve Şam'a, Mek­ ke ve Medine'ye varıp o Varlıkların Övüncü'nün Ravza-i Mutahha- ra'sına (Peygamber Efendimizin mübarek mezarlarına) yüz sürmek müyesser ola mı?" diye ağlayıp inler, sızlanır ve serseri olurdum.

Seyahatin ve vilâyetleri gezip tozmamın sebebi: Önce saf hakir, fakir ve çok kusurlu duacı, âlem seyyahı, âdem nedimi, Derviş Mehmed Zilli oğlu gösterişsiz Evliya daima etkili dualara devam, şerefli övgülere râğıb ve mülâzim olup Rabb'ın hikmeti, Yezdân'ın hidayeti, Kur'an-ı Kerim sure ve âyetlerinin bereketiyle illetli dil Cenâb-ı Hak tarafından yardım isteyip doğum yerimiz olan İstanbul'da evimizin köşesinde değirmi yastık üzerinde murad uykusuna yasdanıp 1040 Muharreminin Aşure gecesi [10.M.1040/ 19.08.1630] idi ki bu hakir uyku ile uyanıklık arasında iken görürüm ki Yemiş İskelesi yakınında Ahi Çelebi Camii adlı cami ki helâl ve temiz mal ile yapılmış dua kabul olunur eski bir camidir.

Rüyamda kendimi o camide gördüm. Derhâl camiin kapısı açılıp pür-silah asker ile nurlu camiin içi nurlu kalabalık cemaatle doldu ve sabah namazının sünnetini kılıp salavât-ı şerifeye meşgul oldular.

Meğer hakir minber dibinde oturup bu nurlu güzel yüzlü cemaati seyretmede hayran oldum. Hemen yanımda olan cana bakıp,

"Benim Sultanım, mübarek zâtınız kimdir?, mübarek isminizi bize ihsan buyurunuz" dedim.

O zât "Aşere-i Mübeşşere’den kemankeşlerin piri Ebî Vakkas oğlu Sa'd'ım" deyince mübarek elini öptüm.

"Ya Sultanım, bu sağ tarafta nura gark olmuş güzel kalabalık kimlerdir?" dedim,

"Onların hepsi peygamberlerin ruhlarıdır, geri safda bütün ev­ liya ve asfiyâ ruhlarıdır. Bunlar sahâbe-i kirâm, Muhâcirîn, Ensâr, Erbab-ı Suffe, Kerbelâ şehitleri ve sadıklardır. Bu mihrabın sağındaki Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer'dir. Mihrabın solunda Hz. Osman ve Hz. Ali'dir. Mihrap önündeki külâhlıca zât Hz. Risâlet'in dünya ve âhiret kardeşi Hz. Veysel Karanî'dir. Camiin solunda du­ var dibinde siyah-çehre zât senin pirin, Hazret'in müezzini Bilâl-i Habeşî'dir. Bu ayak üzere cemaati saf saf bozan ve düzen kısa boylu adam Amr-ı Ayyâr Damirî'dir. İşte bu alem ile gelen asker ki kızıl kanlı esbâba gark olmuşlar, Hz. Hamza ve bütün şehitlerin ruh­ larıdır" diye cami içindeki bütün cemaati birer birer bu hakîre gösterip her hangisine bakışım isabet ettiyse elimi göğsüme koyup göz âşinâlığı edip taze can buldum.

"Ya sultanım bu cemaatin bu camide toplanmalarının aslı nedir?" dedim.

"Azak taraflarında Müslüman askerlerden sabâ gidişli Tatar askeri sıkıntıda olduğundan Hazret'in himayesinde olan bu İstanbul'a gelip ondan Tatar Han’a yardıma gideriz.

Şimdi Hz. Risâlet de İmam Haşan, İmam Hüseyin ve On İki İmamlar ile ve bizden başka Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah na­ mazının sünnetini kılıp sana kamet eyle diye işaret buyururlar, sen de yüksek sesle kamet getir, selâmdan sonra Âyetelkürsî’yi oku. Hz. Bilâl Sübhânallâh desin, sen Elhamdülillah, Bilâl Allahu ekber desin, sen âmin âmin de. Bütün cemaat umumiyetle tevhid ederiz. Sonra sen "Ve salli alâ cemi'i'l-enbiyâi ve'l-mürselîn ve'l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn" deyip kalk, hemen mihrabda Hz. Risâlet otururken mübarek elini öpüp 'Şefaat yâ Resûlallah' deyip rica eyle" diye Ebî Vakkas oğlu Sa'd yanımda oturup hepsini öğretti.

Onu gördüm, cami kapısından açık bir nur şakıyıp cami içi nur iken nur üzere nur olunca bütün Sahâbe-i Kirâm, peygamberler ve ev­ liyaların ruhları ayak üzere hazır durdular.

Hz. Risâlet saadetle yeşil sancağı dibinde, yüzünde örtüsü, elinde asası, belinde kılıcıyla, sağında İmam Haşan ve solunda İmam Hüseyin ile belirince mübarek sağ ayaklarını nurlu cami içine bismilâh ile koyup mübarek yüzlerinden örtüsünü açarak,

"Esselâmü aleyke ey ümmetim" buyurdular. Mecliste hazır olan­ ların hepsi,

"Ve aleyküm selâm ey Allah'ın Resûlü ve ey insanların efendisi" diye selâm aldılar.

Hemen Hazret mihraba geçip iki rek'at sabah sünnetini kıldı, beni bir dehşet kapladı ve vücuduma bir titreme geldi.

Fakat Hazret'in bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanî'de yazıldığı gibi idi. Yüzünde örtüsü al şal idi. Mübarek sarığı on iki kolanlı beyaz şaş idi. Mübarek sarıya yakın deve yününden idi. Boy­ nunda sarı renkli yün şalı var idi. Mübarek ayaklarında sarı çizme­ leri var idi. Kutlu başlarında sarığı üzere bir misvak sokulmuş idi.

Selâmdan sonra sağ tarafında hakire bakıp mübarek sağ elle­ riyle dizlerine vurup hakire hitaben "kamet eyle" dediler.

Hemen hakir Ebî Vakkas oğlu Sa'd'ın öğrettiği gibi derhâl segâh makamında "Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed ve sellim aleyh" diye kâmet edip tekbir ettim.

Hazret de segâh makamında yanık sesle Fâtiha-i şerifi okuyup zamm-ı sureyi Sâd suresinden "Biz Davud'a ve oğlu Süleyman'a ihsan ettik, Süleyman ne güzel kuldu, çünkü o daima Allah'a dönen bir zât idi." [Sad, 30] âyetlerini okudum, bütün cemaat dinledi ve Hazret imamet etti.

Selâmdan sonra hakîr Âyetelkürsî, Bilâl Sübhânallâh, hakîr Elhamdülillâh ve Bilâl Allahu ekber deyip Bilâl-i Habeşî ile müselsel müezzinlik hizmetinde olup duadan sonra bir tevhid-i Sultanî olmuştur ki İlahî aşk ile [7b] sarhoş olup sanki uykudan uyandım.

Rüyanın özeti: Ebî Vakkas oğlu Sa'd öğretmesiyle hizmetimi tamam ettim. Hz. Risâlet mihrabda yakıcı sesle uzzâl makammda bir Yâsîn-i şerif, üç kere İzâcâ'e ve Mu'avvezeteyn surelerini tamam okudu ve Bilâl Fâtiha dedi.

Hazret mihrabda ayak üzere dururken hemen Ebî Vakkas oğlu Sa'd hazretleri elimden yapışarak Hazret'in huzuruna götürüp,

"Sadık âşığın ve müştak ümmetin Evliya kulun şefaatin rica eder" deyip Hazret'e götürdü.,

"Mübarek ellerini öp" deyince ağlamaklı olup mübarek ellerine küstahane dudaklarımı vurup mehâbetinden,

"Şefaat yâ Resûlallah" diyecek yerde,

"Seyahat yâ Resûlallah" demişim.

Hemen Hazret tebessüm edip,

"Allah'ım, şefaati, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştır." deyip "Fâtiha" dediler.

Bütün sahâbe-i kirâm Fâtiha okuyup toplantıdaki herkesin mübarek ellerini öperdim, her birinin hayır duasını alıp giderdim. Kiminin mübarek eli misk gibi, kimi amber, kimi sümbül, kimi gül, kimi reyhan ve kimi zımrân (safran), kimi menekşe, kimi karanfil gibi kokardı.

Bizzat Hz. Resûl'ün kokusu safran açılmış gül gibi kokardı. Mübarek sağ elini öptüğümde sanki pamuk gibi kemiksiz mübarek bir el idi.

Fakat diğer peygamberlerin elleri ayva kokusu gibi kokardı. Hz. Ebûbekir'in mübarek elleri kavun gibi kokardı.

Hz. Ömer amber kokusu gibi idi.

Hz. Osman'ın menekşe gibi kokusu vardı.

Hz. Ali'nin kokusu yasemen gibi idi.

İmam Haşan karanfil gibi İmam Hüseyin beyaz gül yaprağı gibi kokardı. Allah onların hepsinden razı olsun.

Bu hâl üzere toplantıda bulunanların hepsinin mübarek ellerini öptüm. Yine Hz. Peygamber Fâtiha deyince bütün sahâbe-i kirâm yüksek sesle Fâtiha'yı okudular. Hemen Hz. Risâlet - penâh mihrabdan,

"Esselâmü aleyküm ey kardeşlerim" deyip camiden dışarı çıkınca bütün sahâbe-i kirâm hakîre türlü türlü hayır dualar ettiler ve camiden çıkıp gittiler.

Hemen Ebî Vakkas oğlu Sa'd hazretleri belinden sadağını çıkarıp hakirin beline kuşatıp tekbir edip, "Yürü ok ve yay ile gazâ eyle, Allah'ın koruması ve emniyetinde ol, müjde olsun sana bu mecliste ne kadar ruhlar ile görüşüp mübarek ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olup dünya seyyahı ve insanların seçkini olursun, ama gezip dolaştığın memleketleri, kaleleri, acayip ve garip eserleri, her beldenin övüleceklerini, sanatlarını, yiyecek ve içeceklerini, arz ve tûllarmı (paralel ve meridyenlerini) yazıp bir eser eyle ve benim silahımla amel edip dünya ve âhiret oğlum ol. Hak yolu elden koma, hile ve kötülüklerden uzak dur, ekmek ve tuz hakkın gözet, sadık dost ol, yaramazlarla dost olma, iyilerden iyilik öğren" diye öğütler verip alnımdan öperek Ahî Çelebi Camii'nden dışarı çıkıp gittiler.

Hakîr şaşırıp uykudan uyandım.

"Aya bu benim rüyam mıdır? Yoksa gerçek hâlim midir? Yoksa doğru rüyam mıdır?" diye türlü düşünceler ile iç rahatlığına ve gönül zevkine ulaştım.

Daha sonra sabahleyin pâk abdest alıp sabah namazını kıldım, İstanbul'dan Kasımpaşa'ya geçip yorumcu İbrahim Efendi'ye rüyamızı yorumlatıp,

"Cihanı süsleyen ve dünyayı gezip dolaşan seyyah olup güzel sonla işin tamam olup Hazret'in şefaati ile cennete girersin" diye müjdeleyip el-Fâtiha dedi.

Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede'ye varıp mübarek ellerini öpüp rüyamı onlara da yorumlanırdım.

"On İki İmamın elini öpmüşsün, dünyada himmetli olursun, Aşere-i Mübeşşere ellerini öpmüşsün, cennete girersin, Çâr-yâr-ı güzînin mübarek ellerini öpmüşsün, dünyada bütün padişahlarla soh­ bet etme şerefine erip has nedimleri olursun. Ola ki Hz. Risâlet'in cemalin görüp mübarek ellerini öpüp hayr duasını almışsın iki dünya mutluluğuna ulaşırsın. Ebî Vakkas oğlu Sa'd'ın öğüdü üzerine önce bi­ zim İstanbulcığazımızı [8a] yazmaya gayret edip elinden geleni sarf eyle, 'Takdir edilen olur' fehvasınca sana da takdir olan nasibin el­ bette gelir" diye yedi cilt değerli nefis tarih kitapları hediye edip "Yürü işin rast gele, el-Fâtiha" deyip hayır dualarıyla nasiplendik. Daha sonra hakîr fakirâne teklifsiz evimiz olan sığmağımız köşe­ sinde kitap hâzinesine sahip olup bazı tarihler okuyarak doğum ye­ rimiz olan kralların hasret çektiği yer ve felekler denizinin limanı olan Makedon vilâyetinin sağlam kalesi ve güçlü şeddi olan İstanbul’un yalımına başladık.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi -İstanbul-, I. Cilt, YKY Yayınları, s. 2-5