İSMAİLİYE
Şia’nın müfrit bir kolu olan İsmailiye, İmamiye’nin Hz. Ali neslinden altıncı imamı olarak kabul ettiği Cafer es-Sadık’ın ölümünden sonra büyük oğlu İsmail’in adına ortaya çıktığı bir fırkadır. İsmailiye yedinci imam olarak İsmail’i kabul ederken, İmamiye Musa el-Kazım’ı imam olarak tanımaktadır. İsmail’in imam olması gerekirken, kardeşi Musa el-Kazım’ın bu görev için belirlenmesi konusunda çeşitli sebepler ileri sürülmüştür. En belirgin sebep, İsmail’in babasından önce vefat etmiş olması gösterilmektedir. İmamiye’ye göre, İmam Cafer Sadık, önce büyük oğlu İsmail’i, daha sonra bazı kusurları nedeniyle yerine Musa el-Kazım’ı imam tayin etmiştir. Bunu haksızlık olarak değerlendiren İsmail taraftarları ve özellikle İsmail’in dostu Ebu’l-Hattab ‘İsmailiye’ adı altında bir fırka teşekkül ettirmiştir. Zamanla kuvvet kazanan İsmailiye fırkası, prensip ve görüşleriyle ihtilalci temellerini yine Ebu’l-Hattab döneminde oluşturmuştur. Ondan sonra takipçileri bu fırkaya, İslâm öncesi eski İran ve Hint dinleriyle, Yeni Eflatuncu felsefeden derledikleri inanışları taşıyarak Batınî inançları bünyesinde taşıyan bir akide kurmuşlardır.
İsmailiye, Muntasır döneminde, Nisari-Must’ali ayrışması yaşamıştır. Hasan Sabbah’ın, İsnaaşari Şia’sına mensub iken, Nizariliğe geçiş yapmasından sonra bu fırka, ihtilalci fikirleri ve teşkilatları ile İslâm dünyasında Batıni akidelerin sistemli olarak yayılmasını sağlamıştır. Hasan Sabbah ile birlikte bu harekete ‘davet-i cedide’ denilmiş olması, onu bu fırkadaki katkısı olarak görülmektedir. İsmail’i liderlerden Celaleddin Hasan, Cengiz Han’a elçi göndererek itaatini arz etmiş, Harizmşahlar Devletine son vermesi konusunda onu teşvik etmiştir. Daha sonra İsmaililerin niçin Moğolları hedefi haline geldikleri üzerinde durulması gerekmektedir. İsmaililerin ortadan kaldırılması, Moğolların batıya yönelik politikalarının bir sonucudur. Otoritelerinin temini konusunda İsmailiyeyi, önlerinde en önemli askeri sorun olarak algılamışlardır. İsmaililer, Moğolların bitmek bilmeyen dünya fetih politikalarının bir sınırı olmadığını ve yakında aynı tehlikenin kendi başlarına da geleceğinin farkına varmışlardır. Bu amaçla onlar da Moğollara karşı diğer devletlerden yardım istemişler; ancak bu yardım olumlu karşılanmamıştır. Tek başlarına kaldıklarını anlayan İsmaili Şeyhleri, tedbir olarak kaleleri sağlamlaştırma yoluna gitmişlerdir. Moğolların İsmaililere karşı savaşında Müslüman tebaanın şikâyetleri de etkili olmuştur. Kadi’l-kudat Şemsettin el-Kazvini, Mengü Han’ın huzuruna çıkıp İsmaili kalelerinin yok edilmesi gerektiği konusunda onu ikna etmeye çalışmıştır. Çünkü Sünni Kazvin halkı çok çekmiştir. Bu nedenle Sünniler ‘putperest’ Moğolları İsmaililere tercih etme noktasına gelmişlerdir. Hülagu, başta Alamut olmak üzere, sayıları yüzlerle ifade edilen İsmaili kalelere saldırmadan önce, kale liderlerinde teslim olmalarını istemiştir. Ayrıca İran ve civar bölgelerdeki tâbi sultanlardan kendisine yardımcı olmalarını da talep etmiştir. Taarruza geçen Hülagu ilk başta İsmaili kalelerde başarılı olamamışsa da, daha sonra tehdit, korkutma ve yıldırmalarla o zamana kadar insanların havsalasında oluşan Moğol imajını  da kullanarak, sonuca gitmeyi bilmiştir. Alamut’un lideri Rükneddin teslim olmaktan başka çare olmadığını anladığında, aralarında Nasreddin Tusi’nin de bulunduğu vezirleri ve ileri gelen seçkinlerle birlikte teslim olmuştur. Böylece İslâm dünyasında 150 yıldan fazla süren, tehdit ve korku unsuru olan bu grup tamamen ortadan kaldırılmıştır. Hayber fethi eşdeğerde görülen bu durum Allah’ın bir lütfu olarak yorumlanmış; bu haberin tarihe geçirilmesi, şeref olarak değerlendirilmiştir. İsmaili mezhebinin kurumsal olarak ortadan kaldırılması, bölgede devamlı tehdit altında olan Sünni İslâm’ı kurtararak onun gelişmesine ve kök salmasına katkı sağlamıştır.
BAĞDAT KUŞATMASI VE ŞİİLER 
Moğol kuşatması sırasında Halifenin veziri Şii Alkami, Hülagü’nün huzuruna çıkıp kendi hayatını garantiye almıştı. Hülagü, halifeyi, Selçukluların yaptığı gibi, hilafette bırakacağını; kızını halifenin oğlu Ebu Bekir ile evlendirmek istediğini söylemiştir. Bunun üzerine halife üç oğlu birlikte, beraberinde kadıların, sanatkârların ve tüccarların oluşturduğu bin iki yüz kişi ile Hülagü’nün huzuruna çıkmak için Bağdat’tan ayrılmıştır. Hülagü, halifeyi iyi karşılamış, halkın silah bırakması ve sayım için şehirden çıkmaları konusunda ondan talepte bulunmuştur. Halife’nin yaptığı davet üzere insanlar, silah bırakıp şehrin dışına çıkınca tamamı öldürülmüştür. Dönemin bazı kaynaklarına göre, Bağdat düştüğünde Sünni hatipler, imamlar, hafızlar öldürülmüş; mescitler yağmalanmış ve aylarca kapalı kalmıştır. O kaynaklara göre bunların arkasında bizzat Alkami’nin eli vardır. Ama Şiilere her türlü destek verilmiştir. Sünnilerin medreseleri kapatılırken, Şiilerin büyük medreseler inşa etmesine izin verilmiştir. Hilafet merkezinde kuşatılma olana kadar farklı din mensupları yaşamıştır. Bağdat’ta Yahudi, Hristiyan ve diğer inanç grupları özgür ve kutsallarına saygı duyulan bir yaşam tarzı içindeydiler. Yahudiler kuşatma anında, sonuna kadar Müslümanlarla birlikte hareket etmişlerdir. Hristiyanlar ise halifeye daha yakın, sosyal hayatta daha aktif ve sayıca daha fazla olmalarına rağmen, Moğolların yanında yer almışlardır. Hıristiyanların tutumunda, Hülagü’nün Hristiyan olan hanımı Dokuz Hatun’un etkili olduğu ,belirtilmiştir. Dokuz hatunun şefaatiyle Hristiyanlar, Tusi’nin şefaatiyle de Şiiler bu istilada sıkıntı çekmemişlerdir. Hülagü’nün etrafında Şii ileri gelenlerin olması, istila sonrası kritik görevlere Şiilerden atamalar yapılması, bazı suçlu Şiilerin, Alkami ve Tusi’nin tavassutuyla kurtulmaları gibi durumlara bakılarak, Şiilerin bu felaketi rahat savuşturdukları söylenebilir. Ayrıca Irak’taki Şii merkezleri Bağdat’ın kuşatılması esnasında İlhanlılarla mücadele etmek yerine, Hülagü’nün huzuruna çıkıp Hz. Ali’den geldiği söylenen bir rivayete dayanarak, eman talebinde bulunmuşlardır. İşte bu eman talebi Şiilerle Sünnilerin İlhanlılara bakışındaki farkı ortaya koymaktadır. Maddi otoritesinin yanında manevi otorite olarak da kabul edilen hilafetin yenilmesi, Müslümanlar arasında özellikle Araplar arasında sosyo-politik çöküntü meydana getirmiştir. Bu nedenle onlar Moğol istilasını kıyamet alameti olarak değerlendirmişlerdir. İbn Haldun, ‘Onlar milletlerin bilgi kaynaklarını kuruttu. Bu nerdeyse kıyamet alameti olacaktı.’ diyerek, Bağdat’ın düşüşünün Müslüman dünyadaki algılanışına işaret etmiştir.
Bağdat, kuruluşundan bu zamana kadar, ilim, edebiyat ve müsbet bilimlerin merkezi olmuştur. İslâm dünyasının hemen her tarafından öğrenciler buraya ilim talebi için gelmişlerdir. Bu nedenle Bağdat’ın düştüğü gün, birçok ulema da düşmüştür. Devlet büyükleri, fukaha ve imamlardan oluşan üç bin imam öldürülmüş, hayatta kalmayı başaranlar ise Şam, Mısır veya diğer bölgelere kaçmak zorunda kalmışlardır. Sünnilerce kutlanan ve önemsenen bazı merasimler yasaklanmıştır. Her fırsatta Müslümanlar aleyhine çalışan Hristiyanlar, Moğolları Tanrı’nın düşmanlarından intikam aldığı birer kılıç olarak yorumlamışlardır. Moğolları haçlı savaşçıları olarak gören Hristiyanlar, bu durumu İncil’de kendilerine vaat edilen bir hakikat değerlendirmişlerdir. Hristiyanlar ve diğer din salikleri Hülagü’nün zaferlerini kendi zaferleri olarak kabul etmişlerdir. Niteki Şam’da Hülagü’nün kazandığını duyduklarında Müslümanlarla alay etmişler, onları aşağılamışlardır. Ayrıca Müslümanları haçlarına saygıda bulunmaya zorlamışlardır. Başta Emevi camisi olmak üzere birçok camiye içki dökmüşlerdir.
 
SÜNNİ HİLAFETİN DÜŞÜŞÜNDE ŞİİLERİN ROLÜ 
İlhanlılar döneminde mezhep çatışmaları araştırılırken dikkatleri çeken en önemli husus, Sünni hilafetin Şii veziri Alkami’nin, mezhep taassubuyla, Abbasi hilafetine ihanet edip etmediği konusudur. Alkami, son Abbasi halifesi Musta’sım’a on dört yıl vezirlik yapmış, adına kitaplar yazılmış önemli bir devlet adamıdır. Bağdat’ın düşmesinden sonra da Hülagü tarafından İlhanlı adına İran’a vezir olarak nasbedilmiştir. Sünni kaynaklara göre Alkami, Ehl-i sünnete kin duyan bir Şii’dir. Bu kini nedeniyle, yönetici yapılması yönünde Hülagü’den söz aldıktan sonra Bağdat’ın kuşatılmasında adeta bir Moğol işçisi gibi çalışmıştır. Abbasi hilafetinin kaldırılıp yerine Alevi hilafetinin kurulmasını isteyen Alkami, bu amacına ulaşmak için bir yandan, Hülagü’yü Bağdat’ı istila konusunda teşvik ederken diğer yandan asker sayısını azaltması konusunda halifeyi ikna etmiştir. Sünni kaynaklar, ihanetle suçladıkları Alkami’yi her fırsatta eleştirmişler, Bağdat’ta meydana gelen her olaydan Alkami’yi sorumlu tutmuşlardır. Nitekim bir grup asker maaşlarını almadıkları gerekçesiyle isyan etmiş, Cuma günü hatibin hutbe okumasına engel olmuşlardır. Sünni kaynaklar Alkami’yi bu isyanın nedeni olarak göstermektedir. Sünni kaynaklara göre Alkami ve Şiiler, İlhanlılardan yana tavır almalarının getirisi olarak, İlhanlılardan umdukları beklentileri alamamışlardır. Bu ilahi bir cezadır. Çünkü onlar İlhanlılardan yana tavır alarak, büyük günah olan ‘küfre ve kâfire yol gösterme’ eylemini üstlenmişlerdir. Cüzcani’ye göre Alkami, Moğollara karşı savaşan halife ordusunun üzerine, Bağdat dışındaki bir nehrin kapaklarını açtırarak birçok askerin ölmesine neden olmuştur. Alkami, halifeyi teslim olmaya teşvik etmiştir. Ona göre bundaki amaç, Kerh mahallesinde Şiilere yapılanların intikamını almaktır. Makrizi’ye göre, Alkami’nin Hülagü ile ilk teması casuslar vasıtasıyla olmuştur. Bir yıl sonra da ordunun erzakını keserek Sünni hilafetin düşmesi konusunda bir Şii olarak kendine düşeni yapmıştır. Alkami’nin İlhanlıları ‘Alevi’ bir hilafet kurmaları konusunda yaptığı teşvikler, İlhanlılardan olumlu bir karşılık bulmamıştır. Hatta bu teklifinden dolayı Alkami’yi azarlayıp kovmuşlar, dahası Moğol geleneğine uygun olarak bir köle muamelesine tabi tutmuşlardır. Kaynaklarda Bağdat’ın düşmesinde etkili olan bir diğer isim de Nasiruddin Tusi’dir. İbn Teymiye’nin talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye, İlhanlıların Bağdat civarında yaptıkları her şeyin kaynağı olarak Tusi’yi göstermektedir. İbn Kayyim, Tusi’ye ‘Nasirü’ş-Şirk ve’l-küfr ve ilhad’ lakabını vererek ismi üzerinden hakaret etmektedir. Benzer eleştiri ve hakaretleri Sünni Şafii Sübki’de de görmek mümkündür. Sübki’ye göre Nasiruddin Tusi, apaçık bir şeytandır. Bağdat’ın düşmesinden sonra Müslümanlara (Sünnilere) karşı şiddet uygulayan ve halifenin, kanı akıtılmadan öldürülmesini teklif eden kişidir.
Baran Dergisi 455. Sayı