Geçmişte olduğu gibi bugün de Kemalistler, Vahdettin Han’ı hain ilan etmeye ve Osmanlı’ya kin kusmaya devam ediyor. Bunun sebeplerinden biri 1 asırdır okullarda okutulan yalan tarih, diğeri ise, Kemalistlere bu cesareti veren şuursuz Müslümanlar.

Resmi tarihin yalanları ve Osmanlı’ya atılan iftiralar sebebiyle bir toplum Osmanlı’ya düşman olurken, İslam’a ve Müslümanlara zulmeden Kemalizm’e karşı da sevgi beslemeye başladı.

Resmi tarihe göre Abdülhamid Han, Vahdettin Han hain, vatansız ama İttihat ve Terakki çetesi ve Mustafa Kemal vatansever, kahraman vs. Resmi tarafından Kemalizm güzellemeleri ise Müslüman vatanseverler kötü gösterilerek yapılıyor.

Üstad Necip Fazıl gibi korkusuz Müslüman yazarlar sayesinde de resmi tarihin yalanları bir bir ortaya çıkıyor. “Necip Fazıl tarihçi değildi” gibi absürtçe cümleler kurarak bir gerçeği yok sayan güruha, tarihçiliğin ansiklopedik mana dikizlemek olmadığını, malumatfuruşluk yapmak olmadığını, hakikati tüm çıplaklığıyla ortaya sermek olduğunu, bunu yaparken de Müslümanca bir bakış açısıyla yapılmasın gerektiğini hatırlatalım.

"Tarihçi olmadığına göre, söylediklerinin de bir kıymeti harbiyesi yoktur" anlayışında olanlar Üstad’ın hadiseleri tarih ve tarih edebiyatı nazarında değil, onun tabiriyle "sadece vakıalar temeli üzerinde, ilmî, aklî, teessürî, her melekeye dayanan bir (tez), bir (manifest), bir dâva çerçevesi" içerisinde sunduğunu da anlamıyor demektir.

Vahdettin Han hain değildir, ona hain diyenler haindir

Gelelim Vahdettin Han’a…

Üstad Necip Fazıl, 'Vatan Haini Değil-Vatan Dostu Vahidüddin' adlı eserinde, Resmi tarihin Vahdettin Han iftiralarının tersine Milli Mücadele'yi (Kurtuluş Savaşı), Sultan Vahdettin'in başlattığını yazıyor.

Yaklaşık 300 sayfa olan eserde, Sultan Vahdettin'in, Mustafa Kemal'e yüklü miktarda para yardımı yaparak Anadolu'ya gönderdiği anlatılıyor.

Vahdettin'in, Anadolu'da başlayan kurtuluş hareketinin başarıya ulaşması için İstanbul'da ulemayı toplayarak nasıl dua ettirdiği de kitapta ayrıntılarıyla yer alıyor.

Resmi tarihin Vahdettin Han iftiralarının tersine doğrusu 1968'de Necip Fazıl tarafından yayınlandı. Necip Fazıl'ın büyük gürültü koparan kitabı ilk olarak 1968'de Bugün gazetesinde tefrika edildi, ardından Toker Yayınları tarafından, "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" adıyla neşredildi. Necip Fazıl kitabında resmi tarih tezine aykırı olarak Sultan Vahdettin'in Milli Mücadele'yi desteklediğini, Mustafa Kemal Paşa'ya bu konuda önderlik etmesi için yüklü miktarda para yardımı yaptığını öne sürdü. Necip Fazıl'ın Vahdettin hakkındaki yazıları sebebiyle de dava açıldı ve hapis cezası aldı.

İstiklâl Savaşı’nı örgütleyip Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdi

Vahidüddin Hân ile ilgili olarak detaylı tafsilatı Üstad Necip Fazıl’ın eserinden verelim:

Anadolu’da bir “İstiklâl Savaşı” başlatmak üzere, eldeki işe yarar subayların listesini Genelkurmay Başkanı’ndan talep eden O…

İstanbul’da bir takım siyaset ve iktidar oyunlarına dalmış bu subaylarla görüşerek, onlara İstanbul’da bir istikbâlin bulunmadığını ve mücadele merkezinin Anadolu olduğunun gongunu çalarak uyanmalarını sağlayan, onları Anadolu’ya gitmeye ikna eden O…

Ve onlara Anadolu’da bir takım göstermelik vazifeler vererek İstiklâl Savaşı’nı örgütlemek üzere Anadolu’ya gönderen O…

Vahdettin Han Anadolu’ya perde arkasından destek verdi

“Vahidüddin Hân, bu plânı uygulayabilmek adına İngilizlere olabildiğince şirin gözükmeye çalışırken, perde gerisinden de Anadolu’ya gönderdiği subaylar eliyle örgütlenen Kuvay-ı Millîye’ye olanca desteğini vermektedir.

O’na “hain” diyenler şunu unutmamalı ki, artık meşrutiyet yönetimi ile idare olunmakta olan ve işgal altına girmiş bir devlet olan Osmanlı’da, Vahidüddin Hân’ın yetkilerinin, bugünkü cumhurbaşkanınkinden bile çok daha az olduğunu gözden kaçırmamalı.

Ve kendisi o makamdan ayrılmış olsaydı, işgalciler emirlerini dikte ettirecek birilerini muhakkak bulur ve o makama getirilerdi ama Vahidüddin Hân’ın o makamın imkânlarını kullanarak Anadolu’ya perde arkasından destek vermesi söz konusu olamazdı.

O, kendisini vatanı uğruna feda etmiş, onca acılar yaşamasına, nihayetinde vatanından kovulma acısını bile tatmış olmasına mukabil, yine de yabancı ellerde vatanı aleyhine, yeni iktidar aleyhine tek bir cümle bile sarf etmemiş bir kahramandır. Bilakis buna teşebbüs edenleri, en şedit bir tavırla bundan men etmiştir.

Gurbet ellerde beş parasız olarak öldü, cenazesi ortada kaldı

Vatanına ve milletine olan bağlılığından dolayıdır ki, gurbet ellerde beş parasız ölmüş ve cenazesi ortada kalmıştır. Yoksa İstanbul’dan sürülürken, Topkapı Hazineleri’nden cebine atacağı birkaç elmasla hayatının sonuna kadar lüks içinde yaşar, ihanet düşünecek olsaydı da, o hazineleri sırtlandıktan sonra, kuracağı bir ordu ile emperyalistlerin desteğinde İstanbul üzerine yürüdü.

O, vatanının selâmeti için -kendine vurulacak damgayı bilerek- kendini feda etmiş ve kendinse vurulan o damganın acısını, ıstırabını kalbine gömerek, kendisinden dolayı vatanına bir zarar gelmesine mani olmak için, köşesine çekilip ölümü beklemiş bir vakar heykeli değil de nedir?

Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, bizzat Vahidüddin Hân’ın emirleri mucibince, Anadolu’ya birçok yardım yaptığını ve verdiği desteği yarım asırdan çok daha fazla bir zaman öncesinden ifade etmekte değil midir?”

Ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Vahdettin Han'ı anlattığı eserindeki padişahın nefs muhasebesi başlığında yer alan ifadeleri dikkatle okuyunuz...

Padişahın nefs muhasebesi

Beşer takatinin üstündeki bu ağırlıklar sürüp gider ve her gün biraz daha bastırırken, Sadrâzam Tevfik Paşa (enstantane) bir istifa ve onu takip edici yeni tâyinle ikinci bir kabine kuruyor. Bu basit bir oyundur ve maksat, eskiler kadar silik yeni nazırların iş başına getirilmesi veya eskilerden birkaçının işbaşından uzaklaştırılmasıdır.

İkinci Tevfik Paşa kabinesinin kuruluşundan bir gün sonra gazeteler bu değişikliği tenkit etmeye başlıyorlar. Tenkitçiler arasında en ileri giden «Vakit» gazetesidir ve iki halis Anadolu çocuğunun (Hakkı Tarık ve Âsım Us kardeşler) sahibi bulundukları bu gazetenin başmuharriri, mahut Ahmed Emin Yalman'dır. Amerika'dan yeni gelmiş ve bir müddet sonra kurt ve Ermenilerin istiklâlini müdafaa edecek, Türkiye'yi Amerikan mandası altına sokmak, tek kelimeyle istiklâl ve bütünlüğünden uzaklaştırmak isteyecek olan Yahudilik kurmayı emrindeki bu bedbaht kalem, ilk karargâhını böyle bir gazetede kurmayı bilmiştir.

İşte bu kalem, kabinedeki değişikliği, Padişahın yakınlarından Refik Bey isimli bir şahsın hususî telkiniyle meydana gelmiş göstermekte ve isimleri iaşe meselelerine karıştırılan üç nazırın kabineye alınışını şiddetle yermektedir. Ona göre, bu tâyinleri Sadrâzam istememiş de, yakınının tesiri altında Padişah yaptırmıştır.

Hünkâr gazeteyi Harem dairesinden getirtip Başkâtibine gösteriyor. Derken Başmâbeyinciyi de çağırtıp sözü mahut Başmuharrire getiriyor ve diyor ki:

«— Bu adamın siyaseten ve diyaneten (siyaset ve din bakımlarından) bu memleketle ne alâkası var? Kendisi İspanya tebaasından ve Selanik dönmelerindendir!»

İşte, o günden maşatlığa götürüleceği güne kadar işi gücü Türkün ruh kökünü baltalamak, birliğini zedelemek, milliyet ve mukaddesat yolunda yürüyenleri çürütmek ve «Vatan» ismiyle vatanı fesada vermekten ibaret; bu eseri yazanın baş düşmanı Ahmed Emin Yalman!..

Ve ilâve ediyor:

«— Ben umur-u devleti Refik'le istişare ederim. Siz, ikiniz de Mâbeyn erkânı olduğunuz hâlde, vekilim olan Sadrâzamla aramızda cereyan eden şeyleri sizden bile ketmediyorum (saklıyorum)... Neş-riyat-ı vakıanın münasip surette tekzip ettirilmesi size ait bir vazifedir.»

Sultan Vahidüddin, yıkılan İmparatorluğun her ân omuzlarına çökücü, daha ağır yükü altında, her gün daha ezgindir.

İşte, Başkâtibine içini döküşü:

«— Ecnebiler pek Maman (aman vermez, insafsız)... Gece gündüz ne çektiğimi bir Allah(c.c.) bilir, bir ben bilirim! Bizi tazyik ile Meclis-i Meb'usan'i dağıttırdılar. Fikirlerini ihsas değil, âdeta açıktan açığa izhar ediyorlar. Ben meşrutî bir hükümdar olduğum hâlde güya mutlak bir hükümdar imişim gibi muamelede bulunuyorlar ve doğrudan doğruya bana müracaat ediyorlar. Meşrutiyetten bahsedilince, hangi meşrutiyet, diye mukabele ediyorlar. Karşımızda müracaat edecek kuvvet olarak yalnız sizi tanırız ve yalnız sizi pak addederiz, diyorlar. Yâni sözlerimizi isga etmezseniz (yerine getirmezseniz) sizi de tanımayız, demek istiyorlar. İstikbalimizi kurtarmak için bizzarure bu hâllere tahammül ediliyor. Diğer taraftan bir şey için kendilerine müracaat edilince henüz münasebat-ı siyasiyemiz iade olunmadı, buradaki memurlar askerî memurlardır, diye cevap veriyorlar. Ben milletin ateşli külü üzerine oturdum; taht-ı saltanatın kuş tüyünden minderleri üzerine oturup gömülmedim! Bunlardan kimseye bahsedilemiyor, millete de malûmat verilemiyor. Elbette bir gün tarih bu bakayikı (hakikatleri) yazar. Siz eminim olduğunuz için bu şeyleri mahremâne olarak yalnız size söylüyorum. Vakıa merhum birader de dahilî bir kuvve-i galibenin taht-ı tazyikindeydi; lakin ben onun kat kat fevkinde olarak donanmalarıyla mücehhez bir kuvvet karşısında bulunuyorum. Eğer adilâne bîga-razane (garazsızca), bîtarafane (tarafsızca) idare-i umur edecek bîr halefim olsaydı ömrümün devr-i âhirînde bu bâr-ı azîmi (muazzam yükü) Allah’ı, billahi, Allah’ı kabul etmezdim. Taht-ı saltanat ile teneşir arasında ne kadar mesafe olduğunu bilirim. Siz de gözünüzle gördünüz; bir tarafta taht, bir tarafta da tabut duruyordu-»

Sultan 6. Mehmed Vahidüddin'in en yırtıcı, göğüs paralayıcı nefs muhasebesi çapındaki bu sözleri, onun, 36. Osmanlı padişahı ve belki bütün insanoğlu kadrosu içinde en talihsizi olarak, hakikatte ile büyük bir hükümdar, millet dostu ve insan olduğunu ispat eder.

O, Türk hükümdarları arasında en küçük görünmeye mahkûm, en büyüklerden biriydi.