Tarihten Notlar programının 11. bölümünde, tarihçi-yazar İbrahim Tatlı, “Moğol İstilasındaki Hikmetler”i anlatıyor.

Moğolların hikâyesini herkes biliyor… Çok meşhur… Cengiz Han, Moğolları bir araya getirdi, Çin’i istila etti… Sonra Batı’ya yöneldi. İlk olarak da Harzemşah ülkesine girdi, muazzam katliamlarla Horasan’a kadar ilerledi. Cengiz Han’ın oğlu Cuci, Hazar’ın kuzeyinden devam edip Rus ülkelerine kadar gitti. Kendi evladından yine Tuluy Han ve sonrasından gelenler İran’ı işgâl ettiler. Bütün tarihleri katliamlarla anılan, büyük bir topluluk… Moğol İstilâsı da âdeta Allah’ın bir belâsı gibi hem Müslümanların hem de Slav halklarının büyük acılar çekmesine sebep oldu. Durup dururken, ortaya çıkmış bir şey gibi, yanardağ patlamış da bütün şehirleri yakmış gibi; Allah’ın belaları çeşit çeşit… İnsan eliyle de böyle belâlar geliyor.

Bu hâdisede hikmet ne olabilir? İnsanlar, “Ne anlatıyor bu adam, böyle bir şeyde hikmet mi aranır?” diyebilir. Geçmişteki hâdiseleri, hikâye gibi okursak, “o buraya saldırmış, şu bunu öldürmüş, yakmış, yıkmış” gibi şeyler sadece hikâye… Magazin gibi yani. Ama tarih demek, geçmişteki hâdiseleri doğru dürüst anlamak, kendi zamanını idrak etmek ve istikbâli de kestirebilmek demektir. Tarih bunun için… Yoksa niye okuyalım ki? Yoksa daha eğlenceli şeylerle uğraşsın insanlar, daha iyi ederler… Ne yazık ki, bizim ülkede tarih masal gibi anlatıldığı için hikâye veya bol bol güzelleme, hamasetmiş gibi anlaşılıyor. Başka bir şey yok… Halbuki Avrupa’da, Batı’da böyle değil… Az önce söylediğim gibi her şeyi, ne olup bittiyse adam gibi anlamaya çalışıyorlar… Sonra buradan bilgi ediniyor, fayda devşiriyorlar. Kendi yapacağı işleri düzenlemek, ilerlemek için o bilgiler faydalı oluyor.

Moğollar bu kadar zulmü yaptılar da, bundan fayda mı geldi? Derdim bu değil fakat bunlar niye oldu?.. İki eserden faydalandım. Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbîyâ bir de Ahmet Eflakî’nin kaleme almış olduğu, Menâkıbü’l Ârifîn eseri… Orada Mevlânâ Celaleddîn Hazretleri’nin Menâkıb’ı anlatılır. Şimdi, her ikisinden de karşılıklı hikmetleri anlatmaya çalışacağım. Yâni, kendim hikmet bulup da paylaşmıyorum, onların hikmetli tesbitlerinden bahsedeceğim. Ahmet Cevdet Paşa tarihçi, tefekkür erbabı bir insandır, tesbitleri ve teşhisleri ufuk açıcıdır… Mevlânâ Celaleddîn Hazretleri Allah’ın evliyâsı zaten… Menâkıbü’l Ârifîn’de Moğol İstilâsı anlatılıyor… “Menkıbe kitabında ne işi var bunun?” diye sormasın kimse, meraklısı açsın okusun.

Mevlânâ Hazretleri’nin babası Sultan Bahaeddin Hazretleri Belh şehrinde sevilen büyük bir zât… Ve o dönemlerin büyük âlimlerinden Fahreddin Râzî, Menâkıb’ta anlatıldığına göre Sultan Bahaeddin Hazretleri’ni kıskanmış… Harzemşah sultanına şikâyette bulunmuş, “bu adamın senin saltanatında gözü var” diye… Sultan da biraz huylanıyor galiba, sadece şikâyet vâki… Sultan Bahaeddin Hazretleri birdenbire ailesine diyor ki “Toplanın, gidiyoruz buradan…” Ve her şeyini toplayıp, gitme hazırlıklarını tamamlarken halk da galeyana geliyor “Bizi bırakıp nereye?” diye. Belh şehri bugün Afganistan’da. O zamanlar Harzemşah idaresinde. Sultan da bunu haber alıyor, “hemen gitmesin” diye haber yolluyor. Halkın sevdiği bir zât tabiî. “Bizi terk ediyorsa, bunda bir şey var.” deyip âdeta bir uğursuzluk sezer gibi olmuş. Sultan Bahaeddin Hazretleri cevap olarak diyor ki “Zâhir âlimi bizi şikâyet etmiş! Senin tahtında gözümüz varmış. Gözümüz yok, istesek de alırız! Ama bize buradan gitmek emrolundu. Pek yakında Allah’ın şiddet ve gazaptan yarattığını buyurduğu, küçük gözlü Tatar askeri gelir senin mülkünü istilâ eder, sen de Rum illerinde ölürsün.” Böyle söylüyor… “Küçük gözlü Tatar askeri” dediği… “Allah’ın gazap ve şiddetten yarattığı” diye bir hadis-i şerif okumuştum. “Hangi kavme kızsam onları musallat ederim” diye mealen… O küçük gözlü Tatar askeri derken, Asya’nın kuzey bölgelerinde yaşayan, Türk adı altında yaşayan bütün milletler aslında buna dahildir. İslâm öncesi Göktürkler, Akhunlar, Hunlar, Çinlilerin Şanyu İmparatorluğu, o büyük Hun imparatorluğu, Kitanlar, daha sonra Cengiz ve aslında hepsi bu aile içerisinde değerlendirilebilir. Kendi aralarında dil farklılıkları olmakla beraber her türlü kültürleri aynıdır. Aslında Avrupa’ya gitmiş Hunlar, bir Göktürk, bir Moğol tıpatıp aynıdır. Sadece biraz farklı dil konuşuyordur. Neyse, onlar ne kadar farklıydı, ne kadar aynıydı diye çok da kurcalayacak değiliz.

Bahaeddin Hazretleri’nin dediği gibi, orayı terk ettikten kısa bir zaman sonra Moğollar geliyor, Harzemşah ülkesine saldırıyor, muazzam katliamlar oluyor. Buhara kuşatmasında Menâkıbü’l Ârifîn’de şöyle bir sahne var: Buhara halkı savaşmak istemiyor, “Bu adamlarla savaşılmaz, anlaşıp teslim olalım.” diyorlar. Hatta Buhara Kalesi’nin önündeki hendeklere kitapları falan da attıkları anlatılıyordu orada. Moğollar geçebilsin hendekten diye… Savaşmıyorlar… Ama Necmettinî Kübra Hazretleri ve müridleri savaşmaya devam ediyor ve Menâkıb’da şöyle bir ifâde geçiyor: “Bir ses işitildi, ey kâfirler şu azizleri öldürün!” Ve Moğollar onlara saldırıp, hepsini şehid ediyor. Hatta Necmettinî Kübra Hazretleri bir Moğol’un tepesindeki saçtan yakalamış, şehid oluyor. Saçı da hâlâ bırakmıyor, el kitlenip kalmış, saçı kesiyorlar. Meşhur bir hâdise. Moğollar, onları şehid ettikten sonra tüm halka kan kusturuyor; önce kadınların ırzına geçip, herkesi işkenceli korkunç şekilde öldürüyor. Savaşanın hâliyle, savaşmayanın hâli olarak ibretlik bir şey bu… Şunlar savaştı, bunlar savaşmadı diye bir şey yazmıyor orada; ama bunu anlamak da zor bir şey değil…

Menâkıbü’l Ârifîn’de Sultan Bahaeddin Hazretleri’nin devamında Bağdat’a gittiği yazıyor. Şehrin dışında bir yerde konaklıyor, Abbasî Halifesi haber alıyor, “büyük bir zât gelmiş” diye. Davet ediyor, “sarayıma gelip soframıza otursun” diye. Bahaeddin Hazretleri, “senin sofrana oturmam” diyor. Çünkü çok hazine biriktirmiş halife, memlekette aç, gariban dolu. “Sofrana oturmam” demek, “senin yemeğin yenmez” demek. İçinde haram var demek yâni. Mânâ budur. Bahaeddin Hazretleri, “Tatarlar yakında gelir, ülkeni istilâ eder, ama sen şehid olursun.” demiş. Bağdat’tan Anadolu’ya geliyor sonra… Allah’ın işi, nasıl ki Belh’i terk etti oraya Moğollar geldi, Bağdat’ı terk ediyor oraya da Moğollar geliyor.

Musul falan derken Konya’ya kadar devam ediyor. Parantez açayım, bazıları “Mevlânâ Moğol ajanıydı” diyor. Eğer birilerinin Moğol ajanlığından bahsedilecekse, Babaî Ayaklanmasını yapanlar Moğol ajanı olabilir. Çünkü onlar Anadolu Selçuklularına karşı ayaklandı, çok insan öldü. İki sene sonra Moğollar geldi Anadolu’yu işgâl etti. Bu gayet açık. Hikâyeye gerek yok. Hikmete bakıyoruz burada değil mi? Ortaya çıkan şey ne? Birileri Allah’ın belâsına müstehak oluyor, adeta Allah’ın evliyası da işaret gösteriyor. Şimdi orada diyor ki, “Bir ses işitildi, ey kâfirler şu azizleri öldürün!” Şimdi seslenen kim, öldürenler kâfirdi zaten; ama diyor ki “şu azizleri öldürün!” Adeta o topluluk içerisinde böyle insanların yaşaması “hakkı” olmayan bir şey sanki. Önce bunlar bir ortadan kalkıyor, ondan sonra o topluma zulüm geliyor. Ha zulümle de cezalarını çekmiş oluyorlar, işin burası da var. Ahmet Cevdet Paşa’ya geçeceğim biraz sonra. Orada bu zulümle ilgili kısma devam edeceğiz. Moğollar Bağdat’a girince Abbasi halifesini şehit etti ve büyük bir katliamla oradaki Müslüman halkı yok ettiler. Sultan Bahaeddin Hazretleri geldikten sonra Moğollar Anadolu’ya geliyor. Mevlâna Hazretleri zamanında da Konya’yı almaya çalışıyorlar. Baycu Noyan Konya’yı kuşatıyor. Çok büyük bir komutandır Baycu Noyan. Mevlâna Hazretleri “korkmayın” diyor halka, “şehre girmeyecekler” diyor. Yüksek bir yere çıkıyor Mevlâna Hazretleri, Baycu Noyan da öldürülmesi için ok atılması emrini veriyor; fakat oklar geri geliyor. Noyan öfkelenip atına biniyor, atını sürmeye çalışıyor, at gitmiyor. Diyor ki, “Bu ilahi bir kişidir, gidin konuşun onunla, nereliymiş, neymiş?” Soruyorlar ve Baycu Noyan’a diyorlar ki, “Bu Belh’ten gelmiş, falan kişi…” Baycu Noyan da diyor ki, “O zaman onun yaşadığı şehri almak değil surlarını yıkmak emredildi bize.” İşte bu hadise üzerine Mevlâna Hazretleri Baycu Noyan için diyor ki, “Baycu velidir, veli olduğunu bilmez.” Menâkıbü’l Ârifîn’de “Allah’ın gök kubbe altında gizlediği velileri vardır, onlar veli olduğunu bilmez, Baycu da velidir.” diye birçok kez geçer.

Şimdi bizim bir dizide durmadan Baycu’yu kötülediler. O senaryoyu yazan adam, eğer ne yaptığını bilmiyorsa çok kötü bir iş yapmıştır. Bilerek yapıyorsa da zaten büyük bir suç işledi, çok büyük bir günaha girdi. Artık öte tarafta hali haraptır. Çünkü Baycu Müslüman olarak ölmüştür ve tarihlerde de kayıtlıdır. Resmen ve alenen Müslüman oluyor. İlhanlıları terk edip Memlüklülere sığınmış ve Mısır’da ölmüş bir insandır. Oğulları da İslam’a giriyor; İlhanlılara hizmet ederken bile Müslümanları kolluyor. Hatta oğullarından biri İlhanlılarla çok ters düştüğü için şehid ediliyor. Şimdi bakıyorsunuz, Ertuğrul Gazi rolündeki adam durmadan Baycu’yu dövüyor. Bir kere Baycu Noyan karşısında Türkmenlerin dizleri titriyordu korkudan. Hatta meşhur bir sözdür: “Bir Moğol’un külahının düştüğü yerden kırk Türkmen kaçarmış.” Herkes korkarken işte Moğolları şöyle tokatlamışlar vs. Kim yapmış bunu, nasıl olmuş? O zaman nasıl bu istila oldu? Evet sonra Moğollarla savaşanlar oldu, mücadele edildi, kazananlar oldu; fakat Anadolu’da ciddi bir direniş olmadı. Zaten Kösedağ Savaşı’nda bile Selçuklu ordusu çok zayıf düşmüş ve Moğol korkusu da var. Savaşmadan kaçıp gitmişler. Ordunun komutanı Baycu Noyan’dı. Ertuğrul Gazi dedemizdir; ama güzellemeler yapıyoruz diye saçmalamaya gerek yok. Hem de doğru olan bir insanı yere batırarak yapılıyor.

Noyan’a şehrin kapıları açılıyor, surları yıkıyor, yağmalama, öldürme gibi bir şey olmuyor.

Çin’e giden Moğollar haricinde Müslüman memleketlere gitmiş olan bütün Moğollar Müslüman oldu. Moğol istilasının bir hikmeti de adeta, geldikleri yerde “siz adam değilsiniz deyip bir milleti kazıyorlar, biz olduk deyip” kendileri oturuyorlar. Garip bir durum. Tabii ki mekri ilahi. Allah’ın işi böyle. Kısas-ı Enbiya eserinde hadiseleri tafsilatlı yazmış Ahmet Cevdet Paşa ve Buhara kuşatmasında olanları anlatmış, “korkunç bir manzara” diyor. Ahmet Cevdet Paşa bu kadar zulmü ve katliamı anlattıktan sonra altına şu hadisi ekliyor: “Zalim Allah’ın kılıcıdır, onunla intikamını alır, sonra ondan da intikamını alır.” Tamam o zalimin hakkı, peki zalim eliyle intikam almak nedir? Allah afetle de, depremle de, insan eliyle de ceza verebilir. Kur’an’ı Kerim’de Beni İsrail için ne diyor, “Kudretli kullarımızı size musallat ettik.” Kudretli kullarımız dediği Allah rızası için bir işi yapıyor olup olmaması değil, herkes Allah’ın kulu, Allahsız da Allah’ın kulu, tabii ki o Allah’ın kulu olmayı reddetmiş, burası ayrı dava. Harzemşah ülkesinde Mutezile mezhebinin yaygınlığı, felsefecilik vs. Yani İmam Gazali Hazretleri büyük hizmet etmiş; fakat sonrasında gene fitne fesat olmuş. Irkçılık belası var, Oğuzlarla Kıpçaklar birbirini yiyor orada. Harzemşahlar yönetici hanedanı bildiğim kadarıyla Kıpçak kökenli ve Kıpçaklarla Oğuzlar arasında tarihi bir düşmanlık var. Hatta Dede Korkut hikayeleri Oğuzların hikayesidir. Orada Kıpçaklarla Oğuzların mücadelesinden bahseder. İslâm olduktan sonra da hep çekiştiler. Zaten Moğolları yenen Memlük Sultanı Kutuz, aslen Kıpçak, Harzemşah ailesinden birisiymiş yani. Harzemşahlarda ayrıca ahlâk olarak çok büyük bir çöküntü varmış. Hem fitne fesat var hem sapık inanışlar çoğalmaya başlamış hem de ahlaki olarak çöküş var. Erkekler durmadan cariye almaya çalışıyor. Herkes zenginlik peşinde, fakir fukarayı düşünen yok. Kul hakkı yeme var, ırkçılık var. Böyle olunca da Allah’ın belasını celbettiler. İşte hikmet budur.

Sultan Bahaeddin Hazretlerinin yola çıkışı, gittiği her yere Moğolların gelişi… İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu diyor ki, Allah’ın velileri valileri gibidir. Birtakım işler onların eliyle görülür. Nasıl ki Allah meleklere bazı işleri yaptırır, bakıyorsunuz dünyada kim belayı hakkediyor-hak etmiyor gibi bir hadise var burada. Tabii ki bu benim söylediğim afaki. O dönemin toplumu hakkında Ahmet Cevdet Paşa’nın yapmış olduğu teşhis sosyolojik bir teşhistir. Ve bakıyorsunuz, Moğolların giremediği tek yer Mısır. Haçlılar geliyor Anadolu’dan iniyor Suriye’den Mısır’a saldırıyorlar, Kudüs’e saldırıyorlar, Müslümanları öldürüyorlar. Bakıyorsunuz çok az insan savaşmış. Anadolu’da biraz Türkler savaştı, Suriye Selçukluları biraz mücadele etti. Fakat asıl mücadele edenler Mısır halkı oldu. Ve Kudüs’ü daha önce de geri alan Eyyubiler, sonra Memlûkler ki çok mücadele ettiler tek başlarına ve her zaman yendiler. Gaza ettikleri için de bunların ülkesi istila edilmedi. Mısır da asla istilaya uğramadı ve Moğolları yenen de bunlar oldu. Hikmete bakın savaşmayan Harzemşahlardan tutun İran, Azerbaycan, Irak vs. ülkeler istilaya uğruyor, savaşanlar ise istilaya uğramıyor. Mısır heybetiyle ve şerefiyle Moğolları yeniyor ve ayakta kalıyor. Bu da Moğol istilasındaki aktaracağım son hikmettir.