Yavuz ile Şehzade Mustafa’yı karşılaştırmak nereden icap etti denilebilir. Yavuz, Osmanlı tarihinde ilk ve tek olarak babasını tahtan indirmiş adamdır. Bunun başka bir örneği yok. Bunun benzeri teşebbüsler olmuştur geçmişte; ama teşebbüs edenlerin sonu kötü olmuştur.

Yavuz babasını neden tahtan indirdi? O zamanlar Şah İsmail tehlikesi vardı; Safeviler iç Anadolu’ya kadar girmişlerdi. Ve Şah İsmail’in bir vakit Afyon’a kadar gelip gittiği vakidir. Böyle tehlikeli bir ortam var ve Sultan II. Bayezid pasif durumda. Pasif derken, kötülemek maksatla değil ne gibi bir tedbir alacağını bilmeden seyirci konumunda kalmış, orada bir zaaf belirtmiş. Yavuz bu tehlikeyi fark etmiş olarak bu işe müdahale etmesi gerektiğini düşünen ve hareket eden…

Aksiyon dehasıyla inanılmaz bir adam Yavuz. Benim gözümde tarihin gördüğü en büyük liderlerden, en büyük aksiyonerlerden birisidir. Kafasında bir şey planlamış, stratejik bir hedef koymuş ve uygulamaya geçmiş. Hedefi ise, bütün bunları yapabilmek için sultan olmak, Osmanlı tahtına çıkmak. Kendisi üstelik veliaht şehzade bile değil. Ayrıca tarihte de babasını tahtan indirmeye kalkmış Osmanlı şehzadelerinin sonu belli. Yavuz davranışa geçiyor ve ne yapıp edip babasını indiriyor.

Yavuz bir savaş açıyor ve savaşı kaybediyor. Kaybetme ihtimalini de göz önünde bulundurarak sahilde gemileri bekletiyor. Savaşı kaybedince Karadeniz tarafından gemiye atlayıp kayınpederi ve oğlu şehzade Süleyman’ın olduğu Kırım’a kaçıyor. Yakalansa öldürülecek. Fakat tekrar geliyor, ikinci gelişinde artık oğlunun da desteğini almış ve yeniçeri de sultan olmasını istiyor, geldiğinde artık babası Yavuz’u yenemeyeceğini anlıyor ve son çare olarak tamam gel mührü vereyim sultan ol diyor. İşte bütün düğüm noktası burada. Yavuz bir tarafta asker, önünde babası Osmanlı Sultanının çadırı… Bu hadiseyi Feridun Emecen Yavuz hakkındaki kitabında yazmış; babası içeriden haber gönderiyor, gelsin çadıra mührü vereyim. Yavuz ne yapıyor; çadıra yaklaşıyor, atından bile inmiyor herhangi bir tuzak olabilir diye. Hele ki çadıra girse benim kanaatim ölecekti, çıkamayacaktı çadırdan. Göndersin mührü, diyor. Artık sultan kendisi. Sonra babasını sürgüne gönderiyor, yolda öldüğü söyleniyor. Hatta Yavuz’un babasını öldürdüğü söyleniyor. Öldürmüş de olabilir. Çünkü Yavuz çadıra girmiş olsaydı ölecekti. Sonra Mısır’ı alması, Safevileri yenmesi vs. Yavuz’un bu yaptığının yanında çerez gibi kalır. Bu kadar büyük bir iş yapmış olmasından dolayı da anlaşılacaktır ki, eğer Yavuz’un ömrü uzun olsaydı, herhalde bir-iki kıtayı zapt ederdi. Gözü kara, stratejist olarak da ileriyi gören bir insan. Ne yapmak istiyorsa da sonuna kadar gidip o işi başarabilecek bir iradesi var. Eğer bir şeyi bu kadar çok isteyen birinin karşısında ona denk biri yoksa mutlaka kazanır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın en büyük oğlu Şehzade Mustafa ise aynı dedesi Yavuz gibi babasının artık sultanlık için yetersiz olduğunu düşünüyor. Şehzade Mustafa’nın buradaki tek hatası bu düşüncesi dillendiriyor olması. Hatta dillendirdiği halde teşebbüse geçmek için de bir şey yapmıyor. Artık işler iyice çığırından çıkıyor; malum fitne fesat da var. “Sultanım sizin tahtınızda gözü var” diye şehzadenin aleyhine konuşanlar var. Diğer taraftan ise artık ne yapacaksan yap, diye şehzadeyi kışkırtanlar var. Nahçivan Seferi’nden sonra Kanuni, meseleyi çözecekmiş gibi çağırıyor Şehzade Mustafa’yı. Amacı ise öldürmek. Çünkü iş bu noktaya gelmiş durumda. Affettim, dese yine eline bir güç geçtiğinde gerekeni yapabilir. Hatta asker Şehzade Mustafa’yı çok seviyor. Yani potansiyel olarak Kanuni’nin rakibi.

Şehzade Mustafa ne yapacağına karar verememiş zayıf bir insan. Allah hepsine rahmet etsin, bunu kötülemek için söylemiyorum. Neticede siyaset meydanına çıkmış, kimi başarmış kimi başaramamış. Siyasi olarak yaptıkları tenkide açık.

Babası çadırına çağırıyor; asker dışarıda Şehzade’yi destekliyor. İstese babasını tahtan indirecek. Tıpkı dedesi Yavuz gibi. Fakat Şehzade, Yavuz gibi mührü versin demiyor, direkt çadıra giriyor. Ve öldürülüyor.

Orada babasıyla konuşacak ve işleri halledecek; fakat öyle değil. İşler bu noktaya geldi ise artık bu işin affı falan yok. İkisinden birinin ölmesi lazımdı. Kanuni kendi hesabına doğru olanı yaptı. Şehzade Mustafa’nın ölmesi de, kendi hatası sonuçta.

Birçok tarihçi Şehzade Mustafa çok kaliteli bir adamdı, onun ölmesi ziyandır vs. diyor; ama bu hatayı yapan bir insan zaten sultan olamazdı. Olamayacağı ölmesinden belli. Makyavel’in de Hükümdar eserinde dediği gibi, “Hükümdarın iki özelliğinden biri maddi gücünün olması, diğeri ise talihinin yar olması.” Ne oldu? Şehzade Selim’in talihi yar oldu. Tarihe böyle bakmak lazım yoksa basit nakil yapıp da “o onu yaptı, bu bunu yaptı keşke yapmasaydı” demekle olmaz. Tabii böyle yapmasaydı demenin de bir yeri var. Tarihçiler genelde keşke “Kanuni Şehzade’yi öldürmeseydi!” diyor. Osmanlı’da taht kavgaları için İngilizler -pragmatist ya- şunu keşfediyor. Osmanlı genelde taht kavgalarında serbest bırakıyordu, yani evlatları için işi müsait hale getiriyordu. Böyle olunca güçlü olan ayakta kalıyordu. Kardeşlerini yenen düşmanlarını da yener.

Sünnetullah açısından mı diyelim ya da diğerleri gibi tabiat kanunları açısından mı diyelim gayet makul bir sebep. Yani zayıf ve yetersiz birinin gelmesi yerine, bu şekilde güçlü olanın gelmesi en doğrusu. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu da Başyücelik Devleti eserinde diyor ya: “Bayrağın güçlü olanın elinde kalması tabiîliği...”