Yakın bir tarihten bahsediyoruz. “Darbelerin Anası” denilen 27 Mayıs’ın darbeci mahkemesi tarafından idam edilen Başbakan Adnan Menderes’ten, Fatin Rüştü Zorlu’dan, Hasan Polatkan’dan bahsediyoruz.

1950 yılındaki seçimlerde ezici bir çoğunlukla iktidara gelen Demokrat Parti’nin, “Ezanın tekrar Arapça okunması” ve “Kur’an Kursları ve İmam Hatip okullarının açılması” icraatları, orduda rahatsızlık oluşturmuştu. Bunun dışında da darbenin başka bir anlamlı sebebi yoktu.

Demokrat Parti’nin milletvekillerinin çoğu CHP kökenliydi. Adnan Menderes de dâhil. Ancak görüşleri sebebiyle partiden ihraç edilmişti. Aileleri, yaşam tarzları, sosyal hayatları CHP’lilerden farklı değildi. Sadece halkın değerlerine ve dine saygılı idiler, Cumhuriyetin yeniden dindarlaşmaya, din ile barışmaya başlayan neslini temsil ediyorlardı bir nevi.

İktidara gelir gelmez “Ezanı Arapça okutamadılar” elbette. Gerek CHP gerekse DP içinde güçlü bir tepki ile karşılaştılar. Belki de bu tepkileri yumuşatmak için çeşitli girişimlerde bulundular. “Atatürk’ü Koruma Kanunu”nu bile CHP değil DP çıkarmıştı.

Döneme dair yapılan yorumlara göre, Demokrat Parti, CHP’nin seçkinci siyaseti yerine, halka indi, köylülere ulaştı. Onları hem ekonomik bir özne olarak hem de vatandaş olarak muhatap aldı. Halkın yoğun desteği ve sevgisini kazandı. Hatta Hasan Bülent Kahraman’ın yorumuna göre, Demokrat Parti halkı kucaklamadı, halk Demokrat Parti’yi kucakladı.

Düşünün ki, 1923’ten sonra uygulanan öyle tuhaf ve seçkinci uygulamalar var ki, tek parti CHP’nin halkı nasıl hor ve hakir gördüğünün de resmidir. Mesela, Ankara’da Yenimahalle semtinde, yabancı ülke elçiliklerinin bulunması sebebiyle, sokağın iki başında jandarma bekletilmekte, pejmürde ve fakir kılıklı köylülerin bu sokağa girmesi engellenmekteydi. Elçilikler Türkiye’nin fakirliğini görmesin diye. Resmi bir karar yoktu, böyle bir kanun mevzubahis değildi. Tamamen keyfi olarak köylü halkın bu sokakta gezmesi yasaktı.

Böyle bir ortamda ezici bir çoğunlukla iktidara gelen ve halkın isteklerini göz ardı etmeyen Demokrat Parti, yaptığı yatırımlar, geliştirdiği iç ve dış politikalar ile 10 yıl iktidarda kalmıştı. Belki darbe olmasaydı 10 yıl daha iktidarda kalacaktı.

Ama neticede Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk darbesi gerçekleşti. 27 Mayıs’ta bir grup cuntacı subay 10 yıldır iktidarda olan Demokrat Parti’yi iktidardan düşürdü ve yargıladı. Atatürk’ün başbakanlarından Celal Bayar da dâhil.
Ülkenin içinde “çıkarılan” karışıklıklar, 6-7 Eylül olaylarının sorumlulukları Demokrat Parti’ye kesilmişti fakat asıl neden “Ezan” ve “Kuran Kursları ve İmam Hatipler”di.

Darbenin bağıra çağıra geliyor oluşunun işaretlerini okuyamayan Menderes, naif bir şekilde, ordunun darbe yapma ihtimalini hiç düşünmedi.

Mahkeme safahatı ayrı bahis, çeşitli işkencelere, dayağa ve kötü muameleye maruz kaldılar. “Düşükler” diye lakaplar takıldı. Bir anda vatan haini ilan edildiler.

27 Mayıs 1960 darbesi
, TBMM’yle birlikte Büyük Doğu’nun da kapısına kilit vurmuştu. Birkaç ay sonra, Necip Fazıl 1.5 yıl zindana kapatılacaktı. Derken zindanda ‘Zeybeğin Ölümü’nü yazacaktı. 1964’te Büyük Doğu’nun 11. devresini açtı. Adnan Menderes’in hatırası için kaleme aldığı ve derginin birinci sayısında yayınladığı ‘Zeybeğin Ölümü’ şiirinden dolayı yine takibata uğradı, sorguya alındı. Takibata alınacağını bile bile yayınladı bu şiiri.
27 Mayıs mahkemelerinde Necib Fazıl da yargılandı. “Örtülü ödenek” davası sebebiyle. Savunmasında, hayatında hiçbir gizli kapaklı sır bırakmayan Necib Fazıl, savunmasını da gayet açık yaptı:

“Bütün aldıklarımı, mücadelesini ettiğim yolda harcadım. Ve sadece harcamakla kalmayıp, evimdeki eski koltuk ve halılara kadar da bu uğurda satmaya mecbur oldum. Zira Adnan Beyin “bir kere başla, sonu gelir” diye ettiği her yardım, Demokrat Parti iktidarının menfî kutbu tarafından engellenince, kendisine bir ev yaptırılmaya başlanıp, birinci katı çıkmadan yüzüstü bırakılan bîçare gibi, elimdekini avucumdakini sarf etmeğe, üstelik büyük bir borç altına girmeye mahkûm oldum. Yani örtülü ödenekten bana verilen paralar, şahsıma bir şey getirmek yerine, benim bütün imkânlarımı yedi, bitirdi ve neyim varsa götürdü. Böylece Adnan Menderes, örtülü ödeneğiyle beni kullanmış değil, asıl ben onu idealim uğrunda kullanmaya teşebbüs etmiş, fakat iradesiz ve sebatsız karakteri yüzünden muvaffak bulunmuş olamıyorum. Benim, bir dava uğrunda bir nevi vergi hakkiyle alabildiğim, reklam parasına bile yetmez, gülünç meblağlara karşılık, kendisinden milyonlar devşirip şimdi gözünü oymaya bakan, Büyük Doğu’yu örtülü ödenek beslemesi olmakla suçlayan ve hesap vermeğe davet edilmeyen bazı gazetelerin hali, masumluk ve ulviliğimizin ters tarafından mükemmel bir ifadesidir.” Bütün bunların teferruatı, “Benim Gözümde Menderes” kitabında mevcuttur. Dileyenler okuyabilir.

27 Mayıs darbesi, Türkiye Cumhuriyetinin darbe tarihinin ilk ve en şiddetli darbesidir. Demokrat Parti’nin içindeki dindar bile olmayan pek çok vekil yıllarca hapis yattı. Hatta Ermeni bir milletvekili mahkeme sürecinde gördüğü işkence sebebiyle öldü. Tüm bunlar, yine tekrar edelim, Ezan ve Kuran Kursları meseleleri sebebiyle gerçekleşti.
Gelinen noktada, şöyle bir düşünürsek, Menderes’i Atatürkçü ve Laik darbecilerin elinden “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarması kurtarmadı.

Baran Dergisi 567. Sayı