İslâmcı camiada hem “İslâmî kavramlar-İslâmî bir dil”in gereğinden bahsediliyor, hem de yeni bir dil ve diyalektik olan BD-İBDA yeterince kavranamıyor. Demek ki mesele biraz sözde konuşuluyor.
Fıkhın fehm-anlayış mânâsına geldiği ve İmam-ı Gazali’nin bunu çok güzel bir şekilde izah ettiği anlaşılmıyor veya sadece zahirde anlaşılıyor. Fıkıh anlayış demek, İslâma muhatap anlayış. Fıkhın özünden ziyade, -ki özünün İslâm’a muhatap anlayış demek olduğunu söylemiştik- fıkıh ilmi metinlerinden günümüze cevaplar veriliyor, bir nevî nakilcilik yapılıyor.
 “Din Anlayışı”, “Din Telakkisi”, “Anlama Sistemi”, Usûl-u Fıkıh” deniyor fakat bu kavramların, tam da İslâm’a muhatap anlayışa, BD-İBDA sistemine denk geldiği düşünülmüyor. Ya kendin sistem kuracaksın (tabiî böyle bir çapın varsa) yahut kurulmuş sisteme (Mutlak Fikre bağlı Vasıta Sistem’ine) uyacaksın. İşin özünü-ruhunu verici, öncelikleri serdedici, dil, diyalektik ve sistem kurucu mütefekkirin zarureti ve bu açıdan Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun misyonu görülmeli…
Parça ilim olan fıkıh ilmi ile bütün olan fıkıh-anlayış arasındaki fark anlaşılmadığı gibi, tasavvuf da sadece zahidlik ve nefs tezkiyesi olarak anlaşılıyor. Üstad Necip Fazıl tasavvufun dindeki önemini çok iyi özetlemiş: “İslâm’ın bâtını tasavvuf, zahîri şeriat”. Ve İslâm bir bütün, “zâhir ve bâtın” tercihe kalan birbirinden ayrı unsurlar değil; zâhir-bâtın bütünlüğü söz konusu. Tasavvufu da, dervişlikten ibaret değil de, “anlayış-şuur-hâl” mânâsında anlamak lazım. Zaten “iman” da batın işi, ruh işidir; İslâm kalbin yolu…
İlim üç mertebedir. 1. İlm-i taklidî. 2. İlm-i istidlalî. 3. İlm-i hakiki. En üstün mertebe olan ilm-i hakikîye ilm-i rusuhî de denilir. Bu ilim(ilm-i hakiki) imanla bitişen bir ilimdir; ilim bedeni, iman ruhu inşa eder. Ruhları inşa eden sistem. Tefekkür, hikmet, irfan gibi kavramlar ilmi de kuşatıcı kavramlardır. İç içe geçmiş üç daire farzedin, en dıştaki hepsini kapsayıcı daire tefekkür, ortadaki ilim, en içteki tekniktir.
İlm-i hakikî  sahibi mütefekkir Necip Fazıl’ın terkip, teşhis ve tesbitleri, her anlayışın üstünde, keza aynı vasıflı Salih Mirzabeyoğlu’nun da… Bu kişiler terkibî hüküm sahibiler…
Necip Fazıl, ilm-i istidlalînin de üstünde olan ilm-i hakikî sahibi olarak Hayretin Karaman’ın belediye nikahını dini nikah yerine koyucu fetvasını(!) dini nikahın ruhunu ve özünü çok güzel bir şekilde tesbit edici şu fetvasıyla çürütüyor. Böyle bir bakış ve anlayış ancak mütefekkirlerde olur:
“İçinde, Allah huzurunda, Allahın emri ve Resûlü’nün kavli şuur ve ilânı bulunmayan her evlenme İslâm indinde batıl ve herhangi bir çiftleşmeden farksız olduğuna göre, rejim hesabına ne söylenirse söylensin, fakat din adına böyle bir fetva nasıl verilebilir?”
Üstad Necip Fazıl’ın edeb ölçülerine dair hassasiyetini hiçbir ilahiyatçı vs.  hocada görmek mümkün değil. Mesela: Allah Resûlü’ne has ismiyle hitap edilmemesi gerektiği, velilerin en büyüğünün Sahabilerin en küçüğünün derecesinde olamaması hikmeti, diyalektik ölçülerinin gerekliliği, İslâm’ın derinlik buudu olan tasavvuf, İslâmın estetiği, aşk ve hassasiyeti gibi birçok mevzuların vurgulanmasını ve sistemleştirilmesini BD-İBDA İslâma muhatap anlayışında bulabiliriz. 
Nikahta rıza ve iki şahit şartı var, zâhiren böyle. O zaman Hayrettin Karaman haklı mı? Peki bâtın şartı nerede? İşte İslâm’ın bâtını, ruhu, özü; tasavvuf bu. Sadece zâhirî delillerine bakmayla olmuyor bu işler. “Kur’an zü-vücuhtur” herkes kendine bakan bir yol bulabilir ve delil diye ayetleri sıralayabilir. Müçtehid taslakları-reformistler de burdan türüyor zaten. Ölçüler yerli yerinde ama ölçülere bakan göz nerede? İşte İslâma muhatap anlayış zarureti bu sorudan doğmuştur.
Aslında söz konusu olan şu hayati sualdir: Her örgüsü tezatsız bir bütün olan BD-İBDA’nın ölçülendirme ölçüleri mi, bizim okuldan, çevreden, şuradan-buradan oluşturduğumuz aklımız mı? Veya “Kuran’dan yapalım” diyen, herbiri birbirinden farklı akıllarımız mı?
Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun tasavvuf, Ehl-i Sünnet, fıkıh vs. meselelerdeki bakış açısını referans almayıp kendince bu mevzuları yorumlayanlar akıllarını öne çıkarıyorlar, kendi mütefekkirliklerini, kendi müçtehidliklerini ilan ediyorlar demektir; varsa anlayış sistemlerini ortaya koymaları gerekir. Bizim böyle kişilere tavrımız: Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu anlayış sistemi mi, yoksa senin aklın ve seviyen mi?
İslâm kaynaklarına, İslâm metinlerine bakan göz ve yorumlayan akıl hangisi? Ehl-i Sünnete bakış, tasavvuf ve fıkıha bakış ve değerlendiriş ölçüleri hangisi? İnsan ve toplum meselelerine çözümlerimiz hangisi? İmam-ı Azam-ı, İmam-ı Gazali’yi, sahabileri ve Allah Resûlü nasıl anlamalı? İmam-ı Azam’ı bile kendi akıl ve anlayış seviyemizde anlıyoruz. ÜSTÜN VE DOĞRU BAKIŞ hangisi? ÜST DİL- ÜST DİYALEKTİK?    
Bir misal daha: Zâhirci fıkıhçılara sorsak abdestin şartı dört derler. Zâhiren şekil şartı olarak doğru, fakat ben soruyorum: Niyet olmazsa abdest olur mu? Bu da bâtın şartı ve tabiî ki de olmaz.
Üstad Necip Fazıl bundan dolayı, bu ihtiyaçtan dolayı “ilmihâl” yazmıştır ve adını “İman ve İslâm Atlası” koymuştur. Ölçüler yerli yerinde ama ona bakan göz nerede? “İmam-ı Zehebi şöyle demiş, İmam-ı Subki” böyle demiş ama bakan göz ve yorumlayan akıl hangisi? “İman ve İslâm Atlası”nın diğer ilmihâllerde görmediğimiz şu alt başlığı da mevzuumuzu işaretliyor: “Şekil-Ruh, Amel-Hikmet”. Evet zâhir ve bâtın birlikteliği, sistemli işleniyor bu ilmihâlde. Fıkıhçı jandarma demektir, İslâm binasını tehlikelerden, tehlikeli fikirlerden korur demektir.
İslâm hikemiyatı kurucusu mütefekkir Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun  İbn-i Teymiyye hakkındaki tesbitleri de pek kıymete haiz. Bu mütefekkirlerin İslâmi idrak ve hassasiyeti, aklı, değerlendirmeleri, fikrî mimarisi önemli ve değerli? Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’yla ne kadar farkımız var, bunu ciddi ciddi düşünmemiz lazım. Bu kararı doğru vermedikten sonra kendi aklıyla gidenler, “mezhepsizlik, dinsizli’ğe giden köprüdür”e çıkar.
Çağımızın İslâm hikemiyatı, çağımızın İslâm diyalektiği, Büyük İslâm stratejisi, Büyük İslâm siyaseti, İslâm iktisadı, ayrı ayrı değil, sistem bütünlüğünde nasıl olacak? İslâm devrimi nasıl olacak? Bütün bunların cevabını zâhirci fıkıh nakilcileri veremez, çünkü kaynaklarda bunlar yok, prensipler var ama terkipçi kafa lazım, mütefekkir lazım, yeni bir sistem kurabilmek için. Fikirde sistem kurulacağı gibi, hareket sistemi de kurulacak (Necip Fazıl-Salih Mirzabeyoğlu). Mesela: Değişim yolunu belirlemek? Bu sorunun cevabı verilmeden İslâm aksiyonunu tezgahlamak mümkün değil. İşin edebiyatıyla olacak işler değil bunlar, kuru nakilcilikle olacak işler değil.
Necip Fazıl’ın “Arınma Çağında İslâm” diyerek Doğru Yolun Sapık Kolları’na topuz gibi inmesi ve İbn-i Teymiyye gibiler hakkında belki de ilk sayılabilecek çerçeveleyici hükmü koyması çağımızın Ehl-i Sünnet mütefekkiri ve İslâma muhatap anlayışın yenileyicisi vasfı gereğidir. İlme de yön verici tefekkür buudundan İslâmın özü ve aslına uygun  yenileyiciliğin “nasıl”ını ve “niçin”ini yerine getiren iki mütefekkir-iki müceddid, Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu, Müslümanın kuşanması gereken zaruri “ilmî”hâlidir. “Hâl”, durum, çağın hâkim anlayışı, kuşanılması gereken şuur mânasına. Eşya ve hadiseler zemininde her an gereken değerlendirme ölçüleri mânasına. Kuru nakilcilik değil, kuru akılcılık da değil, yaşayan-yürüyen İslâm anlayışı için.   
-“Fıkıh, tababet ise, hadîs ilmi de eczacılıktır”... Buradan da, her örgüsü tezatsız bir sistemin, anlama sisteminin, usul-u fıkhın zarureti görünüyor...
Fıkıh, anlayış demek, İslâma muhatap  anlayış... Müminde olması gereken feraset ve basiret demek... Allahın nuru demek... “Müminin ferasetinden korkunuz; çünkü o Allahın nuruyla nazar eder” hadisi malûm. Allahı sevmek ve tanımak için bilmek gerekiyor, bilginin de sınırlarını bilmek gerekiyor. Buna irfan, kalb gözü, feraset, “aczin idraki” denir. Fakîh Salih Mirzabeyoğlu, İslâmî tefekkür ve tahassüsle ciltler dolusu Külliyatını verir herşeyi “vahdet sırrı”na bağlayıp Allaha “yakîn” getirirken, işin neticesini “aczin idrakı” na bağlıyor. İlmi arttıkça aczinin idrakı da artıyor... Allahı takdis ve tasdik şartı... Cahilin aczi ile alimin aczının idrakı arasındaki fark; Allahtan hakkıyla âlimlerin korktuğu ölçüsü... Doğrulanan Allah, doğrulayan ise Allahın kulu,bunun hakikati de iman, tasdik, yakîn...
İlimlerin en üstünü Allahı tanıma bilgisidir. Tevhid ilmi, Marifet, İslâma muhatap anlayış... Her mevzu ve meselede Allahın birliğini tasdik eden anlayış... Parçalanmaz bir bütünlük arzeden tevhid akidesi... Allahı herşeyde birleme...
İlm-i hâl bilgisi her müslümana farz... İlm-i hâl, “şimdi” manasına değil de “durum, hâl” manasına... İmam Burhaneddin Ez-Zernûcî, ilm-i hâl bilgisinin farz olması mevzuunda şöyle diyor: “Eğer bir memlekette meydana gelen meseleler hususunda hiç kimse bilgi sahibi olup hüküm veremezse, o beldenin ahalisi bütünü ile günahkar olur, günahta ortak olurlar.” Hatta bu ifadelerin devamında bu bilgilerin öğrenilmesi için ahâli zorlanabilir deniyor... Ve yine bu mevzunun devamında yemek gibi elzem olan bu bilgiden(İslâma muhatap anlayış)  bahsediliyor:
“Her zaman kendi nefsi üzerinde vukua gelen hallerle ilgili bilgileri öğrenmenin, insan için yemek gibi lüzumlu olduğuna hüküm edilmiştir.
Zarurî “ilmî” hâlimiz İBDA Diyalektiği...



Baran Dergisi 21. Sayı