Geçen hafta kaleme aldığım “Yakın Tarihe Dâir Merak Ettiğim Birkaç Husus” başlıklı yazıda Mütefekkir Mirzabeyoğlu'nun Tilki Günlüğü eserinde geçen ve esasen “Arabistanlı Lawrence” namıyla meşhur, İngiliz Ajanı Thomas Edward Lawrence'in kastedildiği satırları, kitapta kastedilen mânânın ötesinde farklı bir mahreçte değerlendirmiş oldum, bu vesileyle okurlardan özür dilerim...

Bunun yanında, aksi bir mânâya da yol açmamak için, sıradan, herhangi bir Müslümanın, İslâma karşı duruşu ile nam salmış olan, ismi, cismi yahut titri ne olursa ve kim olursa ona karşı tavrının ne olduğu da bellidir, alakasına binaen hatırlatmış olalım...

Tabiî, işin, yani benim hataen kastettiğim mevzuun diğer tarafında ise Mustafa Kemal var! Neticede ister sevelim ister sevmeyelim kim olursa olsun hakkını teslim etmek lazımdır.

Bu sebeble, bahis mevzu yazıya tesadüf edenlerin yanlış anlamaması için ona dair de bir şerh düşmek icab ediyor.

Bir kere, evvela Lawrence için söylenen “İngiliz Casusu” sözü Mustafa Kemal için söylenemez ve bu mevzuda ikisi arasındaki fark kıyas bile kabul etmez; çünkü Lawrence, yani Çöl F....... lakaplı Gertrut Bell'in yetiştirmesi bu veledi zina casus, hakikaten bir İngiliz Casusu idi ve yaptığı işler koca bir devletin bütün işlerine nazaran sadece bazı faaliyetlerini kapsıyordu! Mustafa Kemal ise, koca bir devlete ve onun bütün işlerine hakimdi! İnsan kendi yönettiği devletin casusu da olamaz ya!

Ayrıca, iddialara göre, Mustafa Kemal herhangi bir casus gibi İngilizler lehine faaliyette bulunmamış, İngiliz Büyükelçisi Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilen ve Martin Gilbert isimli gazeteci tarafından The Sunday Times'a (London) haber olan telgrafa göre Mustafa Kemal tek seferde, tamamen bütün devletin tamamının İngilizlere verilmesini istemekteymiş...
Bu hâdisenin gün yüzüne çıkışı şöyle:

Mustafa Kemal devrinin İngiliz sefiri Sir Percy Lorein'in oğlu Piers Dixon, babası hakkında bir kitap hazırlıyor ve Hutchinson Yayınevi tarafından basılan Türkçe tercümesiyle ismini söylersek “Çifte Diplomat” isimli kitabta bahis mevzu telgrafı yayımlıyor, gazeteci Martin Gilbert ise bu kitaba dayanarak hâdiseyi haberleştiriyor.

Mevzuun ve bu iddianın geçtiği 11 Şubat 1968 tarihli gazetenin bu nüshasında Martin Gilbert tarafından yayımlanan “How Our Man Declined To Rule Turkey” isimli makalenin Türkçe tercümesinin diğer bölümleri de bu iddia kadar enteresan. Belki bazı teferruatlar gereksiz görülebilir fakat mevzuun tam idrak edilmesi kasdıyla bu makalenin Türkçe tercümesini paylaşmak istiyorum:

“Atatürk’ün vefat döşeğinde, üzerinde en fazla tefekkür ettiği mesele; kendisinden sonra programını tatbik edebilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu. ...

...Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgraf da vardı. Telgraf İngiliz tarihinin en mühim senetlerinden birisi idi. Loraine, vefat döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakâtı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.

Bu vesikada Loraine, Lord Halifax’a şunları yazıyordu:

… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Reis (Mustafa Kemal), hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi. Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi. Beni hiçbir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu.
Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.

Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mülâkatlar yaptım. Fakat bu, son mülâkatım olabilirdi. O, uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından birçoğunu (kendisinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin birçoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu. Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyette meşveret ediyordu. Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme salahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişten sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) 'Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!' şeklinde cevab verdim. Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum; hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mülâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım.

Ekselansları (Mustafa Kemal) yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin (İngiliz kralının) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu. Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben halihazırdaki işimde birkaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum. Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir cevab taleb etmekteydi.

Kendilerine şu cevabı verdim:

“İdarî işleri iyi yapıp yapamıyacağımdan şüphe ediyorum. Türkiye’nin Reisicumhurluğu’nu yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere Sefirliği arasında çok büyük fark vardır. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi bildiriyorum!”

Ben konuşmamı bitirdikten sonra ekselansları (Mustafa Kemal) çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı.) Ekselansları ikinci defa konuşmaya ibtida edebildiğinde kendisine bildirdiğim kararda müessir olan hususları idrak ettiğini söyledi. Durumu henüz verdiğim cevabdan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden başka bir cevab alamayacağını idrak edince “Reislik” için İsmet İnönü’yü tavsiye etti. Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal roller oynayacağımı belirterek teşekkür etti ve kendinden tekrar geçti.

Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum. Şayet yapmış olduğum teşebbüslere dair ekselanslarından te’vidli bir mesaj alabilirsem pek müteşekkir ve mesrur olurum.
Lütfen Kral’a da bildiriniz!..”

Yazının kaynağı: Martin Gilbert, The Sunday Times (London), February 11, 1968, page: 8

İşin tuhaf tarafı, bir diğer kısmı da şu ki, mevzu bahis iddianın ardından Türkiye-İngiltere arasında gerginlik oluşunca (1968'te), başka bir İngiliz diplomat olan Charles Mott-Radclyffe bahis mevzu telgrafı kendisinin çektiğini, bunun da “şaka” için olduğunu söylemiştir. (Bkz: Geoff Berridge, 2009, British Diplomacy in Turkey)

Şimdi, bu hâdise hakikaten bir şakanın abartılması mı, yoksa gerçek mi?

Şahsen bilmiyorum, hakkında yorum yapacak kadar da malumat sahibi değilim; fakat Martin Gilbert'in bu yazıya mevzu olan ve bir bölümünü yukarıda aktardığım makalesinin giriş kısmındaki Mustafa Kemal tasviri epey dikkatimi çekti. Şöyle diyor Gilbert:

“Kasım 1938 Türkiye’nin şefi Kemal Atatürk’ün vefat ettiği tarihtir. O, 15 senelik katı diktatörlüğü döneminde Türkiye’yi, halkı istemediği halde cebir ile Garb medeniyetine götürmeye çalışmıştı. O, sarık ve çarşafı men etmiş, İslam’ın kuvvet ve kudretini kırmış, hatta Latin alfabesini bile kabul ettirmişti.”

Baran Dergisi 620. Sayı