İslâm birliği davasının lideri Halife Yavuz Sultan Selim Kürtlere şöyle demişti: "Sizin yaşadığınız yerlere Kürdistan dedim ve size 25 sancak gönderdim."... Sünni Kürt lideri âlim İdris-i Bitlisî de Yavuz'daki İslâm Birliği gayesini görüp onun yanında yer alıyor ve Şii tehlikesine karşı Kürtler, Osmanlı saflarında Şah İsmail'e karşı savaşıyordu... Bundan sonra da 500 yıldır Kürtler Osmanlı Devleti ile bir sorunları olmadan rahat yaşadılar. İç işlerinde, örf ve adetlerinde, dil ve geleneklerinde serbestçe yaşadılar. Çünkü Osmanlı bir ırk devleti değil, ırkların harman olduğu bir ümmet devleti idi... 

Kürtler, Osmanlı Halifesinin düşmanlara karşı açtığı bütün savaşlara da sancaklarını alıp katıldılar. Ulu Hakan Abdülhamid Han, Hamidiye alaylarını Kürtlerden oluşturdu; İslâm Devletine bağlı bir kavime güvenini böylece gösterdi... Tanzimat’la beraber başlayan Batılılaşma hareketleri icabı, Kürtlere verilen haklar geri alınmaya kalkışınca Kürtler itiraz ettiler: "Halife Yavuz Sultan Selim'in bize verdiği hakları geri vermeyiz" dediler. Ve bazı isyanlar oldu. Tanzimat idaresinin kurallarına göre Doğu'da Beyliklerin kaldırılması gerekiyordu ve tabii ki Kürtler böyle bir şeyi kabul etmiyorlardı. Ve haliyle bu yanlış adımlardan daha sonra geri dönüldü. Tanzimat idaresinden kaynaklanan bazı olayları öne sürüp Kürtlerin 500 sene Osmanlı içerisinde huzur içinde yaşamış olmalarına gölge düşürülemez. Ve Apo dahi: "Kürtler en huzurlu dönemlerini Osmanlı'da yaşadı" diyerek bu gerçeği kabul etmişti. Osmanlının ümmetçilik anlayışından dolayı imparatorluktaki bütün kavimlerde de aynı rahatlık vardı.

Derken Osmanlı Devleti dış ve iç düşmanların ortaklığıyla yıkıldı ve yine iç ve dış düşmanların işbirliğiyle Batıcı çizgide T.C. isminde bir devlet kuruldu. Bu devlet kurulur kurulmaz Müslümanlara savaş açtı. Hilafeti ilga etti; laiklik denen İslâm karşıtlığını yerleştirdi. İslâm alfabesini kaldırıp  Latin alfabesini zorla dikte etti. Şapka giymeyen halkını Hamidiye zırhlısıyla topa tuttu, öldürdü. İstiklâl Mahkemelerinde birçok Müslümanı astı; İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Esad Efendi gibi. Menemen ve Dersim olaylarında halkını katletti. Şeyh Said ve arkadaşları, İslâm adına Doğudan bu küfür rejimine başkaldırdı. Muzaffer olup bu rejimi yıkamadılar ve şehid oldular. Said Nursi, Süleyman Efendi ve Necip Fazıl bu devlet tarafından türlü zulüm ve işkencelere reva görüldüler. Kemalist devlet, İslâm düşmanlığı adına halkını ezerken Kürt, Türk ayrımı yapmamıştır. T.C.'nin zulmüne maruz kalmada Türkler ve Kürtler aynı kaderi paylaşmışlardır. Müslüman Türk ve Kürt de omuz omuza Kemalizme karşı savaşmışlardır.

Osmanlı, tarihteki diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi her kavmi kucaklayıcı bir isimle ortaya çıkmıştı. Türk, Kürt, Laz, Çerkez vs. unsurlar içinde yer alabiliyordu. Osmanlı düşmanı T.C. ise, belli bir ırk adı ile kuruluyordu ve ırkçılık güdüyordu. İslâm dinini de laiklikle rafa kaldırıyordu. Dini boşaltılan bu kavim de içi boş şişeye dönüyor ve günümüzdeki durumuna düşüyordu. Yani, Türk kavmine en büyük  kötülüğü Batıcı çizgide T.C. devleti yapmıştı. Hem de “Türk” diye diye. Onu ruhsuz, dinsiz, imansız bırakmıştı. Nerede, Batıyı dize getiren, bir mektupta titreten Osmanlı milleti; nerede, Batı uşaklığı seviyesine getirilen şimdiki bu millet?.. Bu milleti bu duruma getiren, onun ruhunu boşaltan T.C. rejimidir. Şunu da söyleyelim ki, bu devletin her ne kadar adı Türk ise de, bu devleti Türkler idare etmiyor. İşbirlikçiler, Batı uşakları idare ediyor. Türk ve Kürt işbirlikçileri... Asıl Türkler bu devletten hesap sormalı: "Bizi, emperyalistlere peşkeş çekerek adımızı, şerefimizi, namusumuzu zelil ettin" diye. Aynı hesap sorma Kürtler için de geçerlidir.

Kumandanımızın, dergimizin 17. sayısındaki Türkün-Kürdün meseleleri, Türkçü-Kürtçü sınıflandırması İslâm'ın ümmetçilik anlayışı, Osmanlı, T.C., PKK, vs. değerlendirmelerini bir fikir ziyafeti halinde Baran Dergisi’nin 17. sayısında yayınlanmıştı. Röportajdan yakın tarihle alâkalı bir tesbit: "Sakarya'da Yunanlıları yendikten sonraki, yenilişlerinde asıl sebeb, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylardır. İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihi gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek...'' 

Şu noktalara dikkat edelim: Son İslâm devleti Osmanlı için Türküyle, Kürdüyle bütün Müslümanlar Millî Mücadele ile savaşmış, Maraş'da, Müslüman kadının peçesine düşman askeri uzandı diye kurşun sıkılmış idi. Daha sonra kurulan Kemalist devlet Kürdüyle, Türküyle Müslümanları ayırım yapmadan darağacına göndermiş ve Maraş'ta şehid verilen Müslüman kadının peçesi de, içimizdeki hainlerin kurduğu bu rejim tarafından yerlere atılmıştı. Kurtuluş Savaşı emperyalistleri kovmak için yapıldı. Fakat içimizdeki kuyrukçular, efendilerinin çıkardığı çizmeleri giyip, halkının tepesine binmiştir. Bize göre (BD-İBDA), gayesine ermemiş savaş bitmemiştir ve Kurtuluş Savaşımız 70 seneden beri devam etmektedir. 

Bizim anlayışımıza göre milliyetçilik; bir keyfiyet davasıdır. Vatan ise; fikrin tecelli planıdır. Yani vatan, dinimi yaşadığım, dinimin hükümleri geçerli olan yerdir. Bu açıdan bakarsak, mesela: Tarihte bir ara kurulma durumuna gelen "Kars İslâm Devleti" kurulsa ve yaşasa idi vatanımız sayılırdı... Daha önce vatanım olan ancak şimdi dinime ve fikrime baskı uygulayan bu rejimle savaşmak boynumun borcudur. Düşman dıştan saldırabileceği gibi, içte de olabilir. T.C.'nin işgal devleti olmasında olduğu gibi. Önce iç düşmanla savaşmanın ehemmiyeti meydandadır.

Bizce üstünlük, Allah korkusundadır. İslâm'a bağlanan bir Rum, İslâm'a bağlanmayan bir Türkten kat kat üstündür. Müslüman olan Rum Beyi Mihal Gazi, Osmanlılardaki Akıncı Teşkilatının kurucusu bir yiğit adamdır ve akıncılar 300 sene boyunca bu aileden gelenlerce yürütülmüştür... Kimsenin Mihal Gazi'ye itirazı olabilir mi? Türkçüler buna ne diyecek? Osmanlı'yı parçalamak için ırkçılık tohumlarını atanlar da Yahudiler ve İngilizlerdir. Yani Türkçülüğün kurucuları Yahudiler ve dönmelerdir.

Kemalizm, sadece Kürtlere değil, Türklere de büyük zulümler yapıyor. Doğuda Kürtlere zulüm yaparken Batıda da, mesela; 2. İBDA-C Operasyonunda arkadaşlarımıza günlerce işkence yapılmış ve halen cezaevinde tutulmaktadırlar. Cumhuriyetten beri zulüm gören Türk-Kürt İslâm büyüklerini daha önce zikretmiştik.

Bu rejim ile Kürtlerin Güneydoğu'daki savaşlarına gelince: T.C. Allah'ın buyruğuna karşı olan bir devlet olduğu için; "Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye kabile kabile yarattık. Allah katında en üstün olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır" ayetini de çiğnedi. Yıllarca, Allah'ın bir kavmi olan Kürt kavmini inkar etti; "karda yürürken çıkan kart-kurt seslerisiniz”, “Türkün dağ görmüşüsünüz" gibi saçmalıkları dayattı. Kürtler bunun üzerine silaha sarıldı ve Kemalist rejim çaresiz kalınca namlunun ucunu öptü! Lafta da olsa; "Kürt realitesini kabul ediyoruz" dedi. T.C. bunu çok istediği için değil, politikası iflas ettiği için kabul etti.

Bu rejim 70 senedir halkına zulmetmektedir. Kürt halkını katliama tabi tutmasını kabul edemeyiz, alkışlayamayız. Bilakis T.C.'nin karşısında dururuz. Bizim Güneydoğu ve Doğu ile ilgili tavrımız budur. Mesele, PKK meselesi değildir. Mesele, Kürt halkının T.C. esaretinden kurtulmasıdır. Aynı esaret altında Türk halkı da bulunmaktadır. lnşaallah beraber kurtulacağız. Türk ve Kürt halkının ortak düşmanı T.C.'dir.

Mevcut rejimin zayıf düşmesi İslâm inkılapçısının işine yarar. Bu görülemez bir siyaset değildir. Kürt politikamızı tayin eden önemli bir unsur budur. Bunda İslâm gayesi faydası vardır... Bu  durum İslâm inkılabının yolunu açmaktadır... Asıl düşmanımız T.C.'yi kuvvetlendirecek politikalardan uzak durmamız pek tabiidir... Menfaatimize uyan politikalar izlemek başka, benimsemek başkadır. Politik noktada birlikte görülmek, fikir ve mânâ olarak bir olmak değildir. Bir misal: Muhalefet partileri,  iktidar partisine  karşı olmakta  birdirler, fakat fikir ve programları bir değildir. Beraber iktidar partisine karşı bir hareket edebilirler...

Rejim, 12 Eylül'den önce sağ-sol kavgası ile milleti birbirine kırdırmış ve bundan istifade ederek kendini yaşatmıştı. 12 Eylül'de nice Türk ve Kürt gençleri işkencehanelerde ağırlanmış ve neticede de Kemalist devlet dökülen kanlar üzerine iktidarını sağlamıştı. Sola karşı mücadele veren ülkücüler, 12 Eylül'den sonra tabutluklarda çürütülmüşler ve sonuçta bundan rejim kârlı çıkmıştı. T.C. şimdi de böyle bir oyuna Türk ve Kürt gençlerini getirmek arzusunda; ama kimse bu dolmuşa gelmiyor.

Laik Kemalist ordu Kürdistan’da toplu mezarlar meydana getirmekte, Kürt kadınların ırzına geçmekte, çoluk çocuk katletmektedir. TSK'nın uçakları orada halkını bombalamaktadır. Bosna'ya, Azerbaycan'a bir şey yapamayan ordu, kendi halkına gelince aslan kesilmektedir. Bu ordunun 70 senedir yaptığı halkına dipçik dayamak, Kur'an'ları yırtmak, Müslüman kadınların giyimine karışmaktır. Atatürkçü ordudan başka ne beklenebilirdi ki?

İnsan ve toplum meselelerini İslâm'a nisbetle çözecek Büyük Doğu devleti kurulduğunda ümmetçilik anlayışıyla ırk meselesi de çözülecektir. Bu sistem içinde herhangi bir çözüm yolu yoktur. Kendi halkına karşı izlediği bu bölücü siyasetle T.C. kendi sonuna doğru gidiyor.

Şu da bilinmelidir ki Batıcı Türk ve Kürt işbirlikçileri devlete hakim olup malı götürürken birbirleriyle "sen Türksün, yok sen Kürtsün" diye hiç kavga etmezken, ben Türk olarak ne diye Kürt ile kavga edeyim?

Biz Türk düşmanı değiliz, Kürt düşmanı da değiliz. Kavminden dolayı bir insana düşmanlığı da tasvip etmiyoruz. Türkçü ve Kürtçü düşmanı olmak, Türk ve Kürt düşmanı olmak demek değildir. Türkçülük ve Kürtçülük; "bir ideolocya değil psikolocyadır", "Bu psikoloji, çayırda sıçrayan bir sıpanın kendi fizik imkanından duyduğu memnuniyetten fazla kıymete haiz değildir... Kavmiyetçiliğin verdiği heyecanın, üstün fikir önünde kıymeti bu kadar!.." Türkçülüğe olduğu kadar Kürtçülüğe de karşıyız.

Bizim politikamızı tabii olarak İslâm gayesi belirler. Kimseye ırkından dolayı dalkavuk bir tavra giremeyiz. Pazarlıksız olarak Allah ve Resûlünü kabul eden her kim olursa dostumuz, reddeden ise düşmanımızdır.

Biz, T.C.'nin yapısını kabul etmiyoruz, bu rejimi reddediyoruz. Dolayısıyla onun sembollerini de kabul edemeyiz. Vatan ve bayrak bizim için kutsaldır. Fakat dinimin vatanı ve dinimin bayrağıdır kutsal olan. Zaten laiklikle kutsallık birbiriyle uygun düşmüyor; yakışmıyor.

Nerede Nizam-ı Alem ve İla-yı Kelimetullah için üç kıtada fetihler yapan Osmanlı Devleti, nerede laik T.C. devleti?.. Devlet Osmanlı'da din ile beraberdi. Yani devlet, din devletiydi. Onun için Osmanlı mezar taşlarında "Ne mutlu din ü devlet uğruna ölene" diye yazar. Fakat cumhuriyetle bu değişti. Devlet geleneğimiz yıkılarak İslâm düşmanı bir devlet zorla kuruldu. Bir işgal devleti-T.C. , Müslümanların Osmanlı'dan kalan devlete bağlılığını istismar edip bunu kendi küfür rejimi adına kullanmaktadır. "Devleti koruyorum" diyerek rejimi, düzeni yaşatanlar buna misaldir. Şu bilinmelidir ki, rejim devletle ayrılmaz. Rejim , devletin karakteridir, modelidir. Devlet, rejimin teşkilatlanmış şekli olan bir organizmadır. Rejimin yaptırım gücü devlettir. Devleti benimseyen, rejimi de benimsiyor demektir, T.C., Osmanlı düşmanı bir devlettir; Osmanlı'nın mirasını İslâm devleti olduğu için reddeden ve ondan nefret eden bir devlettir. Onun için, Kemalist rejimden yana olan Osmanlı düşmanıdır. Devlet geleneğimiz ise Osmanlı'dan sonra kesilmiştir. Zor ve hile ile kurulan halkının düşmanı bu rejim, halkının İslâm'a bağlı tarihi ile bağını kesmek için alfabesini değiştirmiş ve Fatih'in fethettiği Ayasofya'yı müzeye çevirmiştir.

Bu rejimin "bölünmez bütünlüğü"ne gelince: "Vatan; fikrin tecelli planıdır" diye daha önce açıklamıştık. Dolayısıyla bizim için mühim olan, İslâm'ın bölünmez bütünlüğüdür. Kemalist rejimin bölünmez bütünlüğünü onu kuranlar ve laikler düşünsün. Bizim mücadelemiz, İslâm'ın bütün halinde kendi devletimizde uygulanmasıdır. Bunun için biz, bu bütünlüğü sağlayan dünya görüşüne bağlanmaktayız. Bu da İslâm'dan zerre feda etmeyen Büyük Doğu-İBDA dünya görüşüdür... Şişe ile suyun sentezi gibi bir saçmalık olan Türk-İslâm sentezi, İslâm'ın bütünlüğüne aykırıdır. İslâm’a muhatap anlayışı örgüleştiren Üstadımız, her fikir kendi zıddını dışında bırakır hikmetince tüm İslâm dışı yolları işaretlemiştir.

Bizim kavgamız; İslâm'ın eşya ve hadiselere tatbiki olan Büyük Doğu­-İBDA Fikir Sistemi içindir.

Bizim kavgamız; Başyücelik devlet modeli için iktidarı ele geçirmektir.

Bizim kavgamız; İslâmî Büyük Doğu Anadolu Devleti'ni kurmaktır. 

Diğer bütün olaylar vesile, bahane ve vasıtadır...
 
Taraf. 21. Sayı, Kasım 1992