İnsanı kandırmanın en gelişmiş hâlini şu zamanda net bir şekilde yaşıyoruz. Eski insanlardan daha çok bilgiye sahip olmamıza rağmen (işlenmeyen bilgi) nedense ileri teknolojinin o dışı güzel görünen tarafına aldanıyoruz. İnanmak için artık bir çabamız da yok. Gözümüzün önüne gelen şey, doğrudan bilinçaltımızda yerini buluyor ve binasını oraya dikiyor. Evet, birileri bizleri kandırıyor. Kurnazlık yapıyor. Müslüman kardeşini aldatıyor; bunun ismi de ticaret oluyor. Zamanında Batı’da “Kişisel Gelişim” diye bir ahlâksızlık furyası çıktı. İnsanın kişiliğiyle, fıtratıyla, özüyle, karakteriyle oynadı. “Hızlı koş”, “Onun önüne geç”, “Ezmezsen ezilirsin”, “İkinci olmayı kabul etme”, “Pusuda bekle”, “Sakın güvenme” gibi söylemlerle dayanışmacı insan ruhunu tahrib etti. Batı’da yaygın olan bu hastalık çeşidi almış başını gidiyor. Her şeyin hızlısı, her şeyin makinesi, her şeyin kolay tarafı Avrupa’da insanı insandan uzaklaştırmış makinelere esir etmiştir. Çabuklaştırılmış şeylerle ruhu arka plana atarak insan bedenine ilişkin her türlü malzeme öne sürülmüştür. Aynı zamanda ticaret şekilleri de bu aidiyet üzerine kurulmaya başlandı. Herkes birbirini aldatarak meslek sahibi olmayı, birbirinin kuyusunu kazarak üste çıkmayı bir yetenek olarak addediyor.

Anadolu insanı yukarıda bahsettiğim ahlâksızlıklara uzak yaşadı hep. Onun karakterinde önce Allah rızası vardı. Önce kardeşi vardı, sonra kendisi gelirdi. Kuyusunu kazmak ne kelime, bir tehlikeyi görse kendini öne atardı. Ticarette de terazide de hassas olurlar, ne ise onu söylerlerdi. Batı’daki ahlâksızlık zamanla Doğu’ya da bulaştı. Pazardan tutun reklamlara, reklamlardan TV kanallarındaki din üzerinden piyasa yapmaya kadar…
Yolda yürürken her adımımıza koyulan reklamlardan, en ufak fırsattan istifade edilerek araya sıkıştırılan reklamlardan, telefonumuza iznimiz olmadan hak talep etmeden, paldır küldür gelen reklamlardan, bir şeyi izlerken araya giren reklamlardan artık millete gına geldi. Bir bıkkınlık geldi. Kapitalizm bir nevi isteğini yaptırıyor, söylemek istediğini senin sevdiğin şeylerin arasına koyarak gösteriyor kendini.

Piyasayı böylece kendi amacına bağlayabiliyor. İlk yadırgadığımız şeyler devamlı yapılınca da seni o işe alıştırıyor. Numaranı falan filan şirkete vermediğin halde onlardan gelen reklam mesajı seni ilk şaşırtmış, daha sonra homurdanmaya itmiş, ardından “normal” bularak (mecburen “normal” bulmak) gelen mesajları okuyup veya okumadan silmişsindir.

Reklam ile aldatma

Öyle bir aptal muamelesi görüyoruz ki şu reklamlarla; heyecanlı heyecanlı anlattıkları şey sanki hayatımızda hiç duymadığımız, hiç görmediğimiz bir şeymiş gibi lanse ediliyor. “Bakınız, bu balı daha önce hiç tatmadınız” gibi aldatıcı cümlelerle insana o havayı veriyorlar.

Milletin dinî duyguları üzerinden piyasa oluşturmaya çalışanlar ise bu reklam yapanların en şerlisi. En ahlâksızı. Dini ayaklar altına alırcasına, pis ağızlarına Allah’ı ve Peygamberimizi alet ederek Anadolu insanının o dine olan hassasiyetlerini suiistimal edercesine yaptıkları hainliği hangi kategoriye sokabiliriz ki?
Sırf para kazanmak için kurulan “TV 2000, Bal TV, Kıble TV, Hakikat TV” gibi İslâmî isim verdikleri kanallarla ve programa koydukları sakallı hocalarla(!) piyasada arzı endam ediyorlar. Reklam ise şu: “Üç tane çörek otu yağı sadece 49 liraya. Yanlış duymadınız, 50 değil, sadece 49. Fakat sadece alttaki yazan Peygamberimizin ilk hanımının ismini bilmek şartıyla” diyerek ekranın sol alt köşesine de sesli harfleri olmayan H.T.C ismini vererek “Bakın biz Peygamberimizin sünnetini sizlere ulaştırmak için uğraşıyoruz. Çörek otu yiyin faydalıdır diyor Peygamberimiz. Aman ha, alın bol bol, komşuya akrabaya verin, stoklayın evinize. Bak çok kolay sadece ‘Hatice’ olan harflerin yerine ne gelecek” diyerek güya çaktırmıyormuş gibi yaparak ismi de söylüyor cümleleri arasında. Bunları geçtim, en ağırıma gideni ise; “Hatice” ismini verdikten sonra “Ay ağzımdan kaçtı ya, neyse duymayanlar olmuştur” diyerek pis bir sırıtışla reklama devam ediyor. Daha sonra “Bakın elimde belge var, Peygamberimizin ilk eşini bilemeyenlerin listesi. 250 kişiden 25 kişi bilmiş. Haydi son 19 kişi” diyerek yalan söylemeye devam ediyor. Bununla da yetinmiyor tıyneti bozuk: “Bu TV neyle geçiniyor sanıyorsunuz kardeşlerim. Sizlerin duası ve parasıyla tabii. Siz alın ki biz de elektriğimizi, suyumuzu, doğalgazımızı ödeyelim. Almazsanız size sohbetler yapamayız, ilahiler söyleyemeyiz ki” diyerek avanak bir tabirle karşısındaki o insanları eşek yerine koyuyor.

Diğer bir TV’de ise bal reklamı… Balın pahalılığını bilmeyenimiz yoktur; fakat nedense bu TV’lerde bal 5 lira. Bir de satmak için sarf edilen çaba ise yetenek isteyeninden. “Madem kaliteli ve katkısız, neden 5 lira” diyesim geliyor. Sanırım babamızın hayrına yapıyorlar!

Mevlana piyasası da hakeza… Mevlana ve Şems üzerinden ne ekmek yediler bu “Mevlanacı”lar. Dini romantizme çeviren salya sümük kitaplar. Sinan Yağmur’un “Aşkın Gözyaşları”, Hikmet Anıl Öztekin’in “Elif Gibi Sevmek”, Elif Şafak’ın “Aşk” gibi kitaplarla milletin dinî duygularını da vıcık vıcık ediyorlar. Mevlana üzerinden, Şems üzerinden zengin oldular. Mevlana Hazretleri’nin ilmî boyutuna hiç giremeyen, kelam ilmindeki bilgisini görmeyen, tasavvuf yolundaki hikmetlerden hiç anlamayan bu adamlar, nedense Mevlana’nın “aşk” ile alakalı sözlerini süsleyip püsleyip milletin önüne koyuyorlar. İştihası asla doymayan, doymayacak olan kapitalist sermaye din üzerinden ekmek yemeye de böyle izin veriyor.

Ticaretin de bir adabı varken, insanın insana olan böyle iğrenç saygısızlığı karşısında bakanlıklar neden tepkisiz, anlamış değilim? Onu geçtim, din görevlileri neden sessiz? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın acil bu adiliğe karşı basın açıklaması yayınlaması ve bu gibi aldatmaya yönelik hele din, Allah ve peygamber üzerinden yapılan çalışmaların sonlandırılması için çareler bulmaları ve önlemler almaları gerekiyor.

Allah, Hud suresinde “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin” diye buyuruyor. Allah Resulü terazide hassas olmamızı ve insanları aldatmamamız gerektiğini buyuruyor. Fakat bu işi kapitalizmin çarklarına kendilerini kaptırmış olan hoca görünümlü sakallı şeytanlar yapıyor.
Bir zamanlar bir Müslümana küfredildiği zaman ayağa kalkan İslâm âlemi var iken, artık sessiz ve umursamaz olan bir İslam âlemi var. Rahatsızlığı gitmiş, Müslümanca öfkesi kaybolmuş, kolayca sindirebilen, sabrı zelile çevirmiş, yerini benimsemiş tipler artık Müslümanım diye dolanıyor. 
Dinimiz üzerinden yapılmaya çalışılan bu tarz şeylere daha gözü açık olunmalı, etrafımızı uyarmalıyız. 

Baran Dergisi 415. Sayı