Bir yanda rejimin baskıcı tavrı ve tesettürlüye tüm kapıları kapatan hukukî, ahlâkî ve insanî olmayan yasaları; diğer yanda, tesettürlü kadınların veya gençlerin kendi kendileri imha ve tahrif eden tavırları giyimleri. Mü’min ve mukaddesatçı kadın hem dışa karşı mücadele etmek hem de Müslüman kadınları içten kuşatmaya ve yıkmaya, nihai olarak da yok etmeye yönelik bu fesat hareketine karşı mücadele etmek zorunda… Korkunç bir işgüzarlık ve boş vermişlik var. Ve yine bir takım sözüm ona tesettür mağazalarınca inanılmaz bir iğdiş ediş ve tahribat yapılmakta. Kadını cemiyetin içine bir cazibe merkezi olarak çıkarmayı görev edinmiş bu işyerleri “taptıkları paradan dolayı” kızları diri diri toprağa gömmekten daha beter bir işlevle büsbütün cemiyet pazarına ikram etmekte ve gencecik dimağları kirletmektedir. Uzatmayalım meselemiz şu;
Çıplak üstü çıplaklık…” Üstada mahsus ifade. Altta blucin, üstte daracık tişört ve daha üstte başörtüsü… Bütün uzuvlar ve mahremler olabildiğince süslenmiş ve pazara çıkmış gibi arzı endam ederken bir de başörtüsü. Örtünmüş olmak!!!
Çıplak gezse yüzüne, bedenine ve mahremiyetine belki iğrenilerek bakılacak ve bir müddet sonra çıplaklığın ötesinde bir arayışa giren ruh doyumsuzlaşacak, lâkin durum öyle değil. Acayip bir giyim ve estetik kurgu-kesim ile hazırlanan elbiseler, mantolar, başörtüler, blucinler kişiyi soymaktan beter bir hâle getiriyor ve kadına has bütün sır cazibesini cemiyet meydanının iştahına sunuyor. Ve bunu tüm beğeni unsurlarını tahrik, bütün şehvet mekanizmalarını harekete geçirerek yaptığından hem alıcı buluyor hem sayısız model. Sokaklara yayılan “tesettürün ruhuna yabancı” bu zatlar bir taraftan kötü model olmakla İslâm medeniyetinin iffet ve hayâ sembolü kadınlarını yanlış istikamete sevk edip günah batağına düşüyor diğer taraftan da şahsen Allah’a meydan okuyor; Yarabbi ben senin çizdiğin modeli beğenmedim bak böyle değiştirdim tahrif ettim. (Haşa)
Kazağa benzer bir şeyi, on santim uzunlukta ki daracık, lastik gibi sımsıkı bedenini sarmış blucininin üstünden indiriveriyor aşağı. Örtünmese hani şöyle böyle der, bahanelere müracaat ederiz. Lakin belli ki örtünmeye dair ya kendisi ya ailesi ya şu ya bu endişe sahibi. Bu yüzden başında bir başörtüsü. Ama inanılmaz bir sarış. Sanki Allah’tan intikam alır gibi, sanki kendisine bu işi telkin edenleri bozar gibi. Rengarenk, bir ileri bir geri üst üste ve kafayı sıkıca sarıp gömleğin-kazağın-tişörtün içine gömüş… Keşke örtünmese diyeceksin ama, Allah en iyisini bilendir. Sen başörtüsüne dayanıp altını düzeltme telaşındasın, ya!
Sırrı muhafaza etmek ve sır dairesi içerinde şahsa mahsus kılmak zarureti diniyeden. Bu hususta Üstad Necip Fazıl’a kulak verirsek;
“Kadın, İslâm’da, her şeyden evvel derin bir hayâ mevzuudur: ve bütün mahrem köşeleriyle çepçevre hisarlar ortasında yükselen bir saray gibi, edep, ismet ve gizlilik surlariyle halkalanmıştır.
Mukaddes İslâm Şeriatı, kadını, her noksaniyle kocasının nazarlarına helâl olarak teslim ettikten sonra, onun cemiyet hayatını, mahremi bulunduğu veya bulunmadığı insanlara karsı ayrı ayrı görünüş sekilerliyle ve son derece sarahatle tanzim etmiştir. İslâm cemiyet ve
beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından
başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder. Tek
bir saçın bile dâhil olduğu bu hayâ ve hicap şartları yerine geldikten sonra kadın, aynı İslâm
cemiyet ve beldesinin aynı meydanında en faal ve en vazifedâr bir unsur olabilir.”
            Genelde son beşyüz yıl özelde ise son iki yüz yıldır İslâm Milletinin kılığı, giyimi ve iffeti ile sürekli uğraşıp duruyorlar. Müslüman olmayan fahişeler ve yine Müslüman olmayan kadınlarla başlayan bu avlama ve modelleme süreci 1900’lü yıllardan sonra özellikle Batı hayranı erkeklerin ve makam düşkünü zevatın eşleri üzerinden devam ettirilmiştir. Bir dönem o hâle gelinmiş ki özellikle 1900’lü yıllar ile 1930’lar arasında maaşla tutulmuş ve işi sadece kendilerine verilen kıyafet ve belirlenen yürüyüş ve yılışma ile sabahtan akşama kadar şehrin en gözde yerlerinde gezmesi için kadınlar tutulmuş. Alışma ve yadırgamama, duygusal olarak erozyona tabi tutma ve erkeklerin gözlerine tahrikkâr ilgi çekiciliği yerleştirme, arzuları kamçılama. Günümüzün bu hayâsız erkek bakışlarının ve tacizlerinin ve yine kadınlarımızın o hayâdan ve iffetten uzak giyimlerinin ilk nüveleri tohumları işte böyle atıldı. Bugün artık bu modelleme ve özendirme işini yazılı ve görüntülü medya yerine getirmektedir. Ve yine bu tiplerin içinde azımsanmayacak derecede kendine İslâm davası dairesinde paye biçmiş kimselerde vardır. İnsanın aklına şu gelmiyor değil. Dün parayla şehrin en gözde yerlerinde arzı endam etmesi için tutulan kadınların yerine şimdi de bunlar mı aldı?
            Magazin dergiciliği bu işleyişin en adi ve çirkin yüzüdür. 1980’lerle başlayan porno benzeri cinsel içerikli dergi satışları, yine aynı döneme denk gelen ve her şehirde birden fazla bulunan porno ve erotik film oynatan sinemalar ve ardından bir zamanlar her köşe başında bulunan kahvehanede kurulu olan video oynatıcı ile porno film oynatan yerler “kadın ve erkek” algısını iyice tahrip etmişlerdir. Bugün yaşı 15 ile 20 arasında olan çocuklar o dönemin gençlerinin çocuklarıdır. O günün şartlarında zihinlerini muhafaza edememiş, ahlâkî anlamda kalbini doyuramamış, inançlarını kuvvetlendirememiş ve bilerek ve bilmeyerek bu tuzağa düşmüş gençler yani bugünün “orta yaş” yetişkinleridirler. Sıkıntı da buradan kaynaklanmaktadır. Nefsini dizginleyememiş, kontrolünü kaybetmiş ve bununla kalmayıp onlarca çocuğun ve gencin zihnini de bulandırmış bu tiplerin çocukları babalarının kaldığı yerden hayatı sürdürmektedirler.
            Kısa bir not düşmek icap ederse; aslında mesele rejim meselesidir. Hangi meseleye el atarsanız atın “bir dünya görüşü” kendini getirip dayatıyor. Mevcut Batıcı lâik rejim kendi doğrusunu tatbik ederken canhıraş, çalışırken, kendini İslâm’a muhatap kabul eden Mü’minler niye teslimiyet içerisine girip bütün unsurları ile İslâm Milletinin tahribine izin veriyorlar. Evet mesele “dünya görüşü” meselesidir.
            Bir dünya görüşü evet Batı’ya ve Yahudi’ye karşı değil; kendi inancını yaşama ve yaşatma adına ortaya koyacağın bir dünya görüşü. Bunu ortaya koyduğun an kime niçin karşı olduğun ve senin dışında kimlerin kaldığı kendiliğinden açık olur. Bu dünya görüşü ile hem inanç ve ahlâkını, iman ve şeraitini, mal ve neslini muhafaza etmiş olacak hem de ilahî emir gereği Allah’ın dini için en zarif üslup ve en keskin kılıçla mücadele sahasına çıkmış olacaksın. İBDA bu manada samimiyetini ve liyakatini kanıtlamış bir dünya görüşünü içinde barındırmaktadır. Uzatmayalım Büyük Doğu dünya görüşünden bir sahneyi paylaşarak yazımızı nihayetlendirelim;
“Edep hadleri mahfuz bulundurulmak şartiyle kadın kılığında, ne kadar süs, zarafet, güzellik unsuru varsa tatbik olunabilir.
Yepyeni ve misilsiz şartların çerçeveleyeceği Büyük Doğu âleminde kadın, hadleri mahfuz tutarak, zevkî ve bediî her bakımdan zenginleştirmek ve bütün cihana örnek diye takdim etmekle mükellef olduğu kılığını, bir taraftan mücerret kadın zarafet ve şahsiyetinin en ileri ifadesi, öbür taraftan da İslâmî ve ahlâkî edeplerin en mükemmel tecellisi halinde âbideleştirecektir.
Büyük Doğu âleminin kadını, bu kılığa girdikten sonra, artık ona, ev, mektep, salon, daire,konser, konferans, merasim; zatiyle dinî bir yasak belirtmiyen her yer açık ve serbesttir.”



Baran Dergisi 289. Sayı