The Economist’te 18 Mayıs 2013 tarihli, yedi sene önceye ait bir yazıyı okumak istiyorum. Ekonomist dergisi tarihteki en eski ikinci dergi. Birincisi İskandinav ülkelerinden birinde çıkan bir dergiydi fakat ismini hatırlamıyorum, pek de ehemmiyeti yok. The Economist yayın hayatına hâlâ devam ediyor. Bu derginin 18 Mayıs 2013 tarihli sayısının 23. sayfada Türkiye ve Suriye ile alâkalı bir yazı bulunuyor. Başlığı “Patlayıcı Sınır” olan bu yazıyı o günkü vaziyet ile bugünkünü karşılaştırmak adına okumak istiyorum:

“Türkiye hükümeti Suriye’ye yönelik katî politikası sebebiyle içeride saldırı altında. Patlamalardan birkaç dakika sonra yerel halk Suriyelilere karşı öfkesini dışa vurdu ve birçok kişinin kaçmasına sebep oldu. Patlamada camları kırılan yerel bir gazetenin editörü olan Hasan Özdemir, “Hükümet, mültecilerin kasabalarda ve daha önemlisi sınırın bu kadar yakınında yaşamasına asla izin vermemeliydi. Muhalif savaşçıları silahlandırmak ve onlara sığınak sağlamak, en feci hataydı.” dedi.

Durgun bir sınır kasabasıyken 11 Mayıs’taki en az 51 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin ise yaralandığı çifte bombalı araç saldırısının ardından, savaşın harabeye döndürdüğü Suriye’yi andıran Reyhanlı’da bir matem çadırının yanında duran genç Yusuf “Erdoğan buraya ayak basmasa iyi olur, bu onun suçu, hükümet istifa diye bağırdı. Yakın zamana kadar Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalesi olan Reyhanlı’da ticaretin merkezini yerle bir eden saldırıların ardından yerel halk müdahaleci Suriye politikası sebebiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı (o dönemde başbakandı) suçluyor.

Reyhanlı ve civarındaki köyler, 2011’den itibaren Türkiye’ye akın eden on binlerce Suriyeli mülteci ve muhalif savaşçıya ev sahipliği yapıyor. Patlamalardan dakikalar sonra yerel halkın Suriyelilere karşı öfkesi açığa çıktı ve birçok Suriyelinin kaçmasına sebep oldu. Patlamada pencereleri kırılan yerel bir gazetenin editörü Hasan Özdemir, “Hükümet mültecilerin kasabalarda ve en önemlisi sınırın bu kadar yakınında yaşamasına asla izin vermemeliydi. Muhalif savaşçıları silahlandırmak ve onlara sığınak sağlamak, en kötü hataydı.” dedi.

Türkiye patlamalardan Suriye hükümetini ve Suriye istihbarat servisi ile yakın bağları olan yerel bir sol örgütü sorumlu tuttu. Hepsi Türk olan dört şüpheli tutuklandı. Ancak Özdemir’in görüşleri, Türkiye’nin Suriye iç savaşına sürüklendiğinden endişe eden AK Parti taraftarları da dahil olmak üzere birçok Türk tarafından paylaşılıyor. Ayaklanma öncesinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Erdoğan’ın en iyi dostuydu. Erdoğan’ın öyle bir etkisi oldu ki, birçok kişi Suriye’nin Osmanlı döneminde olduğu gibi bir kez daha Türk eyaleti olduğu esprisini yapıyordu.

İsyanın ilk günlerinde Türkiye’nin Suriye politikasının mimarı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Esad’ın kendi halkını katletmeyi bırakıp iktidarı muhalefetteki Müslüman Kardeşler ile paylaşması için elinden geleni yaptı; ancak hiçbir etkisi olmadı. Ağustos 2011’de Türkiye’ni açıkça rejim değişikliği politikasını benimsemesi ve kapılarını binlerce Suriyeli mülteciye açmasıyla ani bir değişiklik yaşandı. Türkler, isyancıları silahlandırdıklarını reddediyor. Fakat Reyhanlı’daki derme çatma bir rehabilitasyon merkezinde yaralı Suriyeli savaşçıların eşya taşıyıp sigara içerken yaptığı konuşmalar aksini iddia ediyor. Liva el-Hak isimli Selefî grubun savaşçılarından Hani el-Agha “Türkiye bize hafif silahlar veriyor, Türkler bizim kardeşimiz, şükran (teşekkürler) Erdoğan.” diyor.

Türkiye’nin, ABD’nin askerî müdahalede bulunacağı ve Esad’ın hızla düşeceği şeklindeki hesaplaması yanlıştı. ABD’nin desteği olmadan Türkiye, Reyhanlı provokasyonuna cevap veremez, tıpkı geçen sene Suriye’nin Akdeniz üzerinde bir Türk keşif jetini düşürdüğünde (2012’de düşürülen Türk keşif jetinden bahsediyor) cevap veremediği gibi… Tüm ekonomik ağırlığına mukabil Türkiye’nin bölgesel liderlik iddiaları artık boş görünüyor. Giderek çaresizleşen Erdoğan’ın bu hafta Washington’da Barack Obama’ya uçuşa yasak bölge için lobi faaliyeti yapması bekleniyor. Fakat Obama hayır diyecek ve bunun yerine Rusya ve Esad’ı muhaliflerle müzakere masasına oturtmaya yönelik çabası için yardım arayacak. Ayrıca, ABD’nin “terörist” olarak kabul ettiği el-Kaide bağlantılı Nusra Cephesine olan hoşgörüsünden dolayı Erdoğan’ı paylayacak ve Gazze’ye yapacağı geziyi ertelemesini isteyecek.

Türkiye’nin başkenti Ankara’da bulunan düşünce kuruluşu ORSAM’dan Hasan Kanbolat, az sayıda da olsa yabancı mücahitlerin Türkiye’deki varlığının yerel toplulukları etkileyeceğini düşünüyor. “Camilerimizi kullanıyorlar ve sıradan insanlarla kaynaşıyorlar. Türkiye yeni bir Pakistan olabilir.” diyor. Çoğunluk olan Sünniler ile Esad’la aynı inancı paylaşan ve ona şiddetle bağlı az sayıdaki Alevi nüfus arasındaki mezhepsel gerilim de bir başka endişe kaynağı. Reyhanlı’da bazıları Alevileri gizlice bombalama olaylarına katılmakla suçladı. Erdoğan’ı eleştirenler, onun Müslüman Kardeşler’i desteklemesinin Levant’ta ve ötesinde Sünnî-Şii rekabetini körüklediğini iddia ediyor.

Bu endişeler abartılı. Yine de Suriye politikasının ters tepmesi, Erdoğan’ın önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde Türkiye’nin halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı olma hayalini gerçekleştirmesini zorlaştırabilir. Eski müttefiki ve Türkiye’nin en etkili İslâmcı ağının dini lideri Fetullah Gülen ile çatışıyor. Onun medya imparatorluğu Suriye politikasını eleştiriyor. Erdoğan, Reyhanlı olayı öncesinde Gülencilerin içine sızdığı iddia edilen polis teşkilatı ile şiddetle AK Parti yanlısı olan MİT arasındaki iletişimin zayıf olduğunu söyledi. Reyhanlı’daki bir mahkeme, eleştirenleri susturmak adına beceriksiz bir kararla bombalama mahallinde yayın yasağı getirerek protestoların hedefi oldu.

Kamuoyu yoklamaları, Türklerin çoğunun Suriye ile savaşa karşı olduğunu gösteriyor. Soru şu: Savaş nasıl sona erdirilecek; Erdoğan’ın cesur çabalarıyla 29 yıldır isyanı süren Kürtlerin-PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşerek mi yoksa Irak’ın petrol zengini Kürtleriyle bağları derinleştirerek mi? Muhtemelen Erdoğan’ın pragmatizmi galip gelecektir. Batılı diplomatlar, onun ABD ve Rusya’nın plânını desteklemek zorunda kalacağı, hatta öngörülen konferansa İstanbul’da ev sahipliği yapacağı tahmininde bulunuyor. Yani Türkiye isyancıları hâlâ dizginleyebilir.

Mayıs ayının başında Suriye’nin doğusundaki Rakka şehrine açılan Akçakale sınır kapısı, Suriyelilerin Türk sınır muhafızlarıyla çatışarak bir polisi öldürmesinin ardından kapandı. Savaşçılar, tüm sınırların kapatılmasından ve böylece zayıflayacaklarından korkuyorlar. Bu arada muhaliflere silah akışı da durdu ve Esad yer yer üstünlük kazanıyor. Bir isyancı komutan ise “Zaten destek almak için mücadele ediyoruz.” diyor.”

Bu çok enteresan bir yazı. Çünkü yedi yıldan fazla bir zaman önce kaleme alınmış ve meselenin nereden nereye geldiğini çok net bir şekilde görmemizi sağlıyor.

Aynı dergide dikkat çekmek istediğim başka bir yazı daha var; bu da Gülenistlerle alâkalı. “Türkiye’nin Siyasî İmamı: Gülenciler Karşılık Veriyor” başlıklı yazı:

“Amerika’daki Müslüman bir din adamı Türkiye’de şaşırtıcı bir siyasî güce sahip.

Türkiye’nin en güçlü din adamı olan Fetullah Gülen son konuşmasında kibre karşı vaaz verdi.

Gülen’in kendi kendini sürgün ettiği Pensilvanya kırsalında verdiği vaaz heyecan verici bir etkiyle web sitesinde yayınlandı. “Kutsal adam”, Türkiye’nin giderek otoriterleşen başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı mı imâ ediyordu.

Gülen, medya kuruluşlarını, okulları ve hayır kurumlarını ihtiva eden global bir ağa sahip Hizmet hareketinin ruhanî lideri. Bu kurumlar onun pasifist ve modern İslâm anlayışını yaydılar ve genellikle aşırı Selefîlere karşı övüldüler. Bu ağın büyük çoğunluğu Anadolu işadamları tarafından finanse ediliyor.

Balkan Müslümanları geçtiğimiz günlerde bir öğleden sonra New Jersey’in ormanlık bir bölgesinde kuzu ziyafeti yaptılar. Afrika ve Asya’da da benzer etkinlikler düzenleyen Hizmet elemanları ezan sırasında pantolonlar katlandı, abdest alındı ve namaz kılındı. Ancak en büyük etkileri Türkiye’de. Laik generaller tarafından uzun süre zulüm gören Hizmet, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2002’de iktidara gelmesiyle rahatladı.

Erdoğan’ın siyasî kariyeri 1997’de ordu tarafından başbakanlıktan indirilen Necmettin Erbakan’ın geleneksel İslâmcı “Milli Görüş” hareketiyle başladı. Farklılıklara rağmen AK Parti ve Gülenciler, laik generallere karşı güçlerini birleştirdi. AK Parti 2007’de başlayan ikinci dönemiyle birlikte “Ergenekon davası” çerçevesinde darbe teşebbüsünde bulunduğu iddia edilen generallere saldırmaya başladı. Bu hususta Gülen’e yakın olduğu söylenen savcılar tarafından yardım edildi. Fakat ittifak, Hizmet’in yargıya ve polise sızdığı iddialarıyla yıprandı. Gülen’in imajı, Ergenekon’un kan davasına dönüştüğü yönündeki iddialarla zedelendi. Bir gözlemci, “AK Parti ile iktidarı paylaştılar ama daha fazlasını istemeye devam ettiler.” diyor.

2010 yılındaki Mavi Marmara hadisesinde (Biliyorsunuz Mavi Marmara’da benim avukatlarımdan olan Lübnanlı Hani Süleymani de yaralanmıştı.) İsrail komandolarının Gazze açıklarında gemiye çıkarak dokuz Türk’ü öldürmesinin ardından anlaşmazlık daha da netleşti; Gülen, yardım filosunun denize açılmaması gerektiğini söyledi. İstanbul’dan bir savcının, Erdoğan’a yakın isimlerden olan MİT Başkanı Hakan Fidan’ı isyancı PKK bağlantıları hakkında sorgulamak için çağırdığında anlaşmazlıklar daha da büyüdü. Kızgın olan Erdoğan, herhangi bir MİT personelinin yargılanmasını hükümet onayına tabi tuttu ve Hizmet tarafından yönetilen dershaneleri kapatmakla tehdit etti.

Türkiye’nin laikleri ellerini ovuşturuyor. Ancak sevinçleri kısa sürebilir. Erdoğan ve Gülen, pratik ve kararlı bir pragmatizmi paylaşıyorlar. Bazıları ilk yumruğu sallamanın bir pazarlığın başlangıcı olduğuna inanıyor, çünkü en azından Erdoğan’ın destekçilerinin birçoğu Gülen’i tasvip ediyor, Gülen’inkiler de Erdoğan’ı. Bir analist, “Hiçbiri diğerine olan düşmanlığı ikna edici bir şekilde haklı çıkaramaz. Bu kavga ikisi için de kaybet-kaybettir.” diyor.”

Yedi yıl önce kaleme alınan bu yazılar ilginç. Gerçek şu ki Erdoğan kaybetmedi, kazandı. Gülenistler kaybettiler ve ülkeden sürüldüler. Sistemin onların kontrolünden çıkmasının ardından Türkiye gerçekten bağımsız bir ülke hâline geldi. Bağımsız Müslüman bir ülke… İlk makalede bahsi geçen, Kürtlere karşı verilen savaşta ise Kürtler ABD tarafından manipüle ediliyor, son olarak da Suriye hükümeti tarafından kurtarıldılar. Okuduklarım aktüel tarihin ta kendisi…

Biz kazanacağız; gerçek Müslümanlar kazanacak!

Allahü Ekber!

24.10.2020 - Tercüme: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 720.Sayı