Esselâmü aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim; ılık da bir hava var burada, iyiyim. 

Herhangi bir haber var mı bana vereceğiniz?

(Av. Yılmaz, yeni bir gelişme olmadığını, fakat mahkemenin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu hakkında vereceği “yeniden yargılama” kararını beklediklerini söylüyor. Gönüldaşların Kumandan Mirzabeyoğlu’nu “dün” ziyaret ettiklerini, kendisinin iyi olduğunu ve Carlos’a hem devrimci selâmlarını hem de dualarını gönderdiğini ekliyor.)

Allah razı olsun, Allah yardımcısı olsun.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor Carlos’a.)

O hâlde başlıyorum.

Geçen bir hafta boyunca, hattâ ondan da önce başlayan bir süreç hâlinde, berbat şeyler oluyor Filistin’de. Üç genç İsrailli kolonicinin –yerleşimcinin- ortadan kaybolmasıyla başladı herşey. Bir “komplo teorisi” üretmek istemiyorum ancak bu hâdise çerçevesinde çok tuhaf şeyler sözkonusu.

Herşeyden önce, bu tür bir savaşı nasıl yürüteceğini bilen “otorite” vasıflı ve tecrübeli bir kişiyle de konuştum bunu, ona göre yapacağım değerlendirmelerimi.

Evet, üç genç İsrailli ortadan kayboluyor ve hemen “Filistinliler kaçırdı bunları!” diye bir yaygara kopartılıyor. Ancak diğer yandan da İsrail devletinin bir güvenlik yetkilisi, “hayır; gençlerin ortadan kaybolduğu bu yer, yüksek güvenlikli bir bölge. Bu bakımdan, Filistinlilerin buraya girmesi sözkonusu olamaz!” diyor.

Zaten, silâhlı bir komandonun buraya girip de, bir değil tam üç genci, üstelik –çocuk değil bunlar!- yetişkin cüssesinde üç genci derdest etmesi, sonra da zorla götürmesi öyle mümkün gözükmüyor; fiilî olarak imkânsız, neredeyse imkânsız. O bölgeyi en iyi bilen kişi ben değilim kuşkusuz, İsrailli bir güvenlik yetkilisinin değerlendirmesi böyle; herhangi bir kaçırılmanın sözkonusu olamayacağını vurgulayan onun sözlerini tekrarlıyorum.

Daha önce de söylemiştim. Direnişin bölünmüş olmasını ister İsrailliler. Maalesef bu bakımdan, direnişte, Arab dünyasında, İslâm dünyasında çoktandır devam edegelen yanlış bir gidişat var, yâni –onların istediği türden- bir bölünme var.

İşte bu gençlerin ortadan kaybolmasından hemen sonra Netanyahu’nun çıkıp Hamas’ı suçlaması, başından beri bu doğrultuda açıklamalar yapması da bu yüzden.

Çok kızgındır Netanyahu, çünkü Hamas ve el-Fetih bir anlaşma yapmış; başbakanın Hamas’tan, devlet başkanının ise el-Fetih’ten olmasında mutabık kalmışlardır. Böylece, Hamas ile el-Fetih arasındaki o sun’i, o aptalca çatışma da bitmektedir ki, bu da çok güzeldir kuşkusuz, direnişin güçlenmesi demektir. Bundan sonra tüm mü’minler birleşip, ortak düşmana yâni siyonist İsrail devletine, siyonist harekete karşı yoğunlaşacak demektir.

Evet, Netanyahu çıkıp, “bunu Hamas yaptı, sorumlu onlardır!” demiş, ancak Hamas da “hayır, bizim bu hâdiseyle bir ilgimiz yok, bu gençleri biz kaçırmadık!” şeklinde resmî bir açıklama yapmıştır.

Kaldı ki o gençleri gerçekten Hamas militanları kaçırmış olsaydı, hemen bir açıklama yapar ve “evet, bu gençleri biz kaçırdık, onları çok sayıda Filistinli mahpusla takas etmeye hazırız!” derlerdi. Zaten mesele budur, hep de böyle olmuştur. Bu gençleri hakikaten kaçırmış olsaydılar, amacı da bu olurdu yalnızca. Ancak Hamas, “hayır, bizim bu olayla bir alâkamız yok!” demiştir. Ne var ki, Hamas’ın açıklamasına itibar etmemiştir İsrail ve hemen ordusunu harekete geçirmiştir.

Daha bu gençler ortadan kaybolmadan önce, İsrail hükümeti adına Netanyahu’nun yaptığı şu çerçevedeki açıklama, bu bakımdan dikkat çekicidir: 

- “Filistin hükümetiyle yürütülen tüm müzakereler artık durdurulmuştur, çünkü başbakanın Hamas’tan, devlet başkanının el-Fetih’ten olması kabul edilemez!”

Niye? Filistinlilerin bölünmüş olmasını istiyorlar da ondan. Kaldı ki, Filistin tarafında olup da direnişin bölünmesinde rol oynayan herkes, fiilen düşman ajanı yâni ABD veya İsrail ajanı olmasalar bile, haindir zaten.

Sonuç olarak, eğer Hamas veya başka bir örgüt çıkıp da “biz bunun sorumlusu değiliz!” diye bir açıklama yapıyorsa, gerçekten sorumlu değiller demektir bu. Öbür türlü olsaydı, amacı mahpus takası olurdu ve bunu yaptıklarını da hemen kabullenirlerdi zaten.

Fakat Filistinlilerin bu yöndeki açıklamalarına aldırmadı İsrailliler ve kaybolmuş gençleri arama bahanesiyle önce Batı Şeria’ya ve civardaki bazı mülteci kamplarına saldırıp bazı Filistinlileri öldürdüler, sonra da ordularını Gazze’ye doğru harekete geçirerek, birliklerini, tanklarını, zırhlı araçlarını Gazze sınırına yığdılar.

Bu askerî saldırıya karşı savunma amacıyla Hamas da harekete geçti elbette ve onlar da roket göndermeye başladılar İsrail’e. Kuşkusuz bu roketlerin pek bir etkisi yok, yalnızca gürültü maalesef. Ve şimdi bu çerçevede devam ediyor çatışma. İsrail tarafında bir kişi yaralanırken, aynı ânda 20 kişi ölüyor Filistin’de ve büyük de bir tahribat yaşanıyor Gazze’de.

Oysa, bu şekilde davranarak düşmanın tuzağına düşmüş oluyoruz. Ben, Gazze’den İsrail’e roket fırlatılmasına hep karşı oldum. Yanlıştır çünkü; bir çözüm olmadığı gibi, İsraillilerin oyun oynamasına da fırsat vermektir.

Evet, üç İsrailli genç kayboldu demiştik. Derken, o üç gencin cesedi bulunuyor İsrail’deki bir tarlada. Bu da çok tuhaf. Çünkü şayet Filistinliler kaçırmış ve öldürmüş olsaydı o gençleri, cesedlerini bile İsrail’le mahpus takası için kullanabilirlerdi. Ama böyle de olmuyor.

Ne İsrail askerî istihbaratı ne de Mossad, suçu Hamas’ın üstüne atmak için üç İsrailliyi kaçırıp öldürmez, bu onların hareket tarzı değildir. Burada başka birşey, başka sorumlular var. Fanatik dindar yahudilerden oluşan bir grubun işi olabilir bu; propaganda için kullanmak istemiş olabilirler bunu.

Kaçırılan İsrailli gençlerin cesedleri bulunduktan sonra, bu defa da Kudüs’teki bazı siyonist fanatikler harekete geçiyor ve sabah namazına gitmekte olan genç bir Filistinliyi kaçırarak diri diri yakıp öldürüyorlar. Filistinli gencin kaçırılma ânı ve kullanılan araba kameralara takıldığı için, bir müddet sonra tutuklamalar falan da oluyor. Tabiî, çıldırmış siyonist fanatiklerin işi bu. Yahudi geleneğine de terstir insanları diri diri bu şekilde yakmak.

Filistinli gence yönelik bu saldırı, İsrailli üç gencin kaçırılıp öldürülmesine bir cevab olarak gerçekleştiriliyor, ama o İsraillileri Filistinlilerin kaçırdığını kim biliyor, kim nereden çıkarıyor ki?!

Diğer yandan, -az önce söylediğim gibi- bu üç İsrailli gencin öldürülmesinin ardında İsrail resmî güvenlik servislerinin olduğu da söylenemez. Onlar her türlü cinayeti işleyebilir, her tür provokasyonu yapabilirler ama bunu “yahudi kurbanlar” yoluyla yapmazlar. Onlar için bile bir “kırmızı çizgi”dir bu. 

Aynı şekilde, Netanyahu’nun bunun ardında olduğunu da söylemiyorum. Fakat ilk ândan itibaren bu hâdiseden yararlanmış, bu hâdiseyi İsrail kamuoyunu işgal altındaki Filistin’e bir ordu operasyonu yapmaya ve Hamas’a savaş açmaya ikna etmek üzere kullanmış, bu amaçla Hamas’a suçlamalar icad etme yoluna gitmiştir.

Şimdi Arab ülkeleri İsrail’i protesto ediyorlar güya. İsrail’in müttefiği Mısır bile! Mısır ordusu, İsrail ordusunun müttefiğidir oysa. Erleri kasdetmiyorum; kurum, liderlik ve kurmay kadro olarak yıllardır böyledir ve işgal altındaki Filistin’in güneyindeki İsrail savunmasının esasî parçasıdırlar. Hakikattir bunlar.

Öbür tarafta ise, Mısır’a Hamas’la savaşma bahanesi veren o saldırılar yâni Mısır asker ve polisine, özellikle Mısırlı sınır muhafızlarına yönelik “terörist” saldırılar da saçmalıktır. Çözüm getirici falan da değildir. Mısır ve Gazze arasında öyle gizli saklı tünellere ne lüzum var ki? Kara yoluyla “normal” biçimde de yapılabilirdi bu sevkiyat.

Hep yalan, hep yolsuzluk, hep ihanet...

Tüm Arab ülkelerinin yanısıra, Türkiye ve Erdoğan da kınıyor şimdi İsrail’i. Hâlbuki Türkiye, dünden bugüne İsrail’in ana müttefiğidir o bölgede. Ticarette olsun, askerî işbirliğinde olsun, herşeyde beraberdirler dünden bu yana. Hernekadar erlerin çoğu karşı da olsa, Türk ordusu müttefiğidir İsrail ordusunun. İnsanlar karşı da olsa, İsrail’in “devlet” olarak müttefiğidir Türkiye.

Arab ülkelerinden veya İslâm ülkelerinden, İsrail’e bir savaş açmalarını ve gidip İsrail’i ele geçirmelerini taleb etmiyorum. Maalesef, Suudî Arabistan, Katar, Emirlikler, Kuveyt başta olmak üzere tüm geçen yıllar boyunca tek yaptıkları şey, nasıl kullanacaklarını bilmedikleri modern silâh sistemlerine servet üstüne servet harcamak oldu. İsrail’e karşı bir savaşta kullanılamayacağı için, faydasızdır bunlar.

Oysa yapılabilecek çok basit bir şey var: Arafat el-Fetih’in başına geçtiği ânda hep beraber alınan o karar gibi, İsrail devletine ve tüm İsrail şirketlerine yönelik bir “boykot” kararı alınıp uygulanabilir.

(Carlos, Ford arabalarının geçmişte Arab ülkelerinde satılamadığını, çünkü Ford’un İsrail müttefiği olduğunu söylüyor. Baba Ford’un siyonist olmadığını, aksine Sovyetler’e ve Nazi Almanya’sına yakın olduğunu, ancak kendisinden sonrakilerin böyle olmadığını vurguluyor. Coca Cola’nın, siyonist İsrail devletinin başlıca destekçilerinden olduğunu ilâve ediyor.)

Boykotun öyle diplomatik problemler çıkartıcı bir yönü de yok üstelik. Niçin yapmıyorlar peki bunu? Arab ligi niçin yapmıyor bunu?

Fiilî olarak İsrail’e ve İsraillilere zarar verdiremeyen roketler göndermekle yetinmek yararsızdır. Tamam, siyonist hedefler elbette vurulsun, ama bu yüzden Batı Şeria ve Gazze’deki binlerce müslümanın kanıyla bedeli ödenmeyecek tarzda, dünyanın her tarafındaki meşru siyonist hedefler vurularak gerçekleştirilsin bu. Hattâ İsrail’e sızacak komandolar da vurabilir işgalciyi. Dünyada o kadar çok meşru siyonist hedef ve saldırı yolu var ki!

Hamas lideri Halid Meşal, Suriye’yi terkedip Katar’a gidiyor, ancak aynı Katar’da İsrail’le açık açık ticaret yapan ofisler var! 

Neyse...

(Carlos, BARAN için daha önce de söylediği çerçevede, Suriye devletini “örnek” görmediğini, ancak İsrail’e karşı ön saftaki bu cebhe ülkesinin bugün iç çatışmalarla zayıflatıldığını, kendisinin itikadî ve ideolojik olarak Şia’yla aynı noktada olmamasına rağmen, “politik” olarak İsrail’e karşı bölgede tek güçlü ve sağlam ülke olarak İran’ın, İsrail’i mağlubiyete uğratan tek örgüt olarak da Lübnan’daki Hizbullah’ın kaldığını vurguluyor. Bu Şiî ülkelerin, Saddam’ın devreden çıkartılmasından sonra, Hamas başta olmak üzere Filistin direnişine silâh ve eğitim sağlayan yegâne ülkeler olduğunu ifâde ediyor. Mısır’ın ise, Müslüman Kardeşler döneminde bile Hamas’a boykot uyguladığını, sınırları Gazze’ye kapattığını hatırlatıyor. İsraillilerle iyi ilişkilerin sonuçta kimseye bir faydasının dokunmayacağını, Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas’ın bile yarın İsrail tarafından öldürülmeyeceğinin bir garantisinin bulunmadığını belirtiyor.)

Şu safhada yapılması gereken ilk iş, İsrail’e karşı topyekûn bir boykottur. Böyle bir boykot, tüm dünyayı sömürerek ayakta duran o sun’i devletin sonunu bile getirebilecektir.

Allahü Ekber.

12 Temmuz 2014


Baran Dergisi 392. Sayı