Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da ne kaybetti?

Eğer manevî açıdan soruyorsanız bu soruyu; tabiî ki güçlü bir kredi kaybettiğini söyleyebilirim. Dr. Henry Kissenger’in kitabında bahsettiği “Pax Americana”nın çöküşünü izledik… Dr. Kissenger, “Diplomasi” isimli kitabında Amerikan iç değerlerinin, bütün dünyaya hâkim olacağı, sonuç itibariyle de tüm dünyanın Amerika’ya dönüşeceğini hedefliyordu. Fakat bu olmadı. Afganistan’da, Irak’ta ve hatta başka yerlerde de olmadı. Çünkü, ilgili toplumların kültürel-tarihî an’enevî yönlerini bir yana bırakıp, kendi zorlama kültürünüzle hedeflere ulaşmaya çalışırsanız bu iş tutmaz. ABD, George W. Bush’un 11 Eylül’ü bahane etmesiyle Afganistan’a girdi. Bütün İslâm coğrafyasına taarruz başlattı. Büyük saldırının yenilgisiyle de karşılaştılar…

“Haçlı Seferi” olarak niteledi bu saldırıyı.

Evet… Haçlı Seferi olarak niteledi. Açıkça. Bush, Barack Obama ve Donald Trump döneminde yaşadığımız Evanjelik-Siyonist saldırının tamamı, bu “Haçlı Seferi” ile başladı. Milyonlarca masum insanın hayatına mâloldu. Olmaya da devam ediyor. Sovyetlerin Afganistan hikâyesi de var tabiî. Ama ABD dönemindeki erozyonu, büyük yıkımı ayrıca hesaba katmalıyız. Büyük yıkım… Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, Sudan’a baktığımız zaman büyük yıkımları görüyoruz. İslâm coğrafyasındaki ülkelerin başkentlerinin tanınmaz hâle geldiği, Musul ve Halep gibi şehirlerin neredeyse haritadan silindiği dönemler yaşadık. Bütün bu dönemlerle beraber, yeni bir sürece gidiyoruz anladığım kadarıyla.

Nasıl bir süreç?

ABD, Rusya gibi emperyal güçler açısından “savaş kaybetme” diye bir kavram yoktur. Savaş kaybetme kavramını, içselleştiren böyle bir durumla karşılaştığında çok ciddi sorunlar yaşayan güçler ulus devletlerdir. Emperyal güçler, kendi stratejileri doğrultusunda yirmi yıl savaşabilir, yenilebilir; ama tıpkı ABD’de gördüğümüz gibi kamuoyunun büyük bir kısmı Joe Biden’i açıkça destekledi. Muhalif Cumhuriyetçi kesim haricinde, Demokrat ve diğer unsurlar çıkıp da Biden’dan yenilginin hesabını sormuyor. Benim gördüğüm kadarıyla, ABD zaten savaşlara kazanmak için başlamıyor. “Sonsuz savaşlar” dönemini yaşıyor. Yâni, ABD bir savaşa uzun süre savaşmak için başlıyor. Bunun nedeni de, doymak bilmeyen ve kendini her zaman siyasetin üstünde bir şemsiye gibi gören güçlü savunma sanayi kuruluşları. ABD, 2.3 trilyon dolar harcamış Afganistan savaşına. Bu 2.3 trilyonu Afgan halkına verseydi, bambaşka bir Afganistan ile karşılaştırdık.

Çakal Carlos 763. sayımızdaki yazısında; “ABD Afganistan’da harcadığı parayı, dünya insanları için harcasaydı belki aç insan kalmazdı.” demişti.

Çok doğru. Fakat ABD asla böyle bir harcama yapmayacaktır. Sadece ve sadece, kendi savunma sanayini doyurmak için harcayacaktır o paraları. Sistem buna göre kurgulanmış. Dünyadaki açların, işsizlerin, mültecilerin yahut çoluk-çocuğuyla Latin Amerika’dan Meksika’dan geçip Amerika’ya gitmeye çalışanların bir değeri yok! Günümüz emperyalist kast sistemi “altta kalanın canı çıksın” çerçevesinde, dünyanın çok geniş bir nüfusunu “kara bir kalabalık” olarak görüyor; onu korumayı düşünmüyor. O nedenle, ABD bir yerden çekiliyorsa, başka yere gidiyordur, diye bakıyorum. Bu çekilme, tipik bir çekilme değil. Ulus devlet askerini belli bir coğrafyadan çekip, ülke topraklarındaki askerî bir karargâha getirdiği anlamına gelmiyor. Çekilen askerler yakın bir gelecekte yeniden bir patlak verecek kriz çerçevesinde, büyük bir olasılıkla Güney Doğu Asya ve Pasifik bölgesinde zorlu bir savaşın içine girecektir. Bakınız, bunu niye söylüyorum? Rakamlar üzerinden konuşmak lâzım. ABD’de veteran askerler var. Veteran, tam çevirdiğiniz zaman “gazi” anlamına geliyor ama; bizim anladığımız türden değil. ABD bütçesinden maaş alan, Amerikalı savaş gazilerinin sayısı 18.5 milyondur. Şu anda ABD’de yaşayan 18.5 milyon erkek ya da kadın bir şekilde savaş alanında bulunmuş. Bu esasında 23.5 milyon idi 5-6 yıl öncesine kadar. Vietnam gazilerinin ölüm oranı arttıkça, rakam 18.5 milyona geriledi. Bu neyi ifade ediyor? Sürekli savaşan bir ekonomi ve durmadan savaşan emperyal güç. Amerika’nın Afganistan’dan çekilerek morali bozulmaz. Daha önce de yenildi ABD. Granada ve Panama’yı sayabiliriz… O yüzden, yeni bir macerayı hedefleyen yeni bir askerî bir hazırlığın içinde olabilir ABD.

ABD yöneticilerinin de eskiye nazaran daha fazla stratejik hata yaptığını düşünüyor musunuz?

Soğuk Savaş yıllarının mantalitesi açısından bakarsak, ABD’nin hataya açık bir kadrodan oluştuğunu düşünüyorum.

Şu anki yönetimi kastediyorsunuz değil mi?

Evet. Bunu artık kendileri de itiraf etmeye başladı. Küresel bir gücün, bölgesel kültürlerden bu kadar habersiz hareket etmesi bir zafiyet. ABD’nin beyin takımı, herhangi bir bölgeye müdahale ederken, kendi konseptleri ve kavramlarıyla hareket ediyor. Karşı tarafın tarihsel, kültürel ve dinî kavramlarını çözebilmiş bir yapıda yürümüyor. Mesela Irak işgalinden önce bütün dünyaya “Saddam isimli diktatörü deviriyoruz. Diktatörler devrilince o ülkeye demokrasi gelir.” denildi. Ama gelmedi! Tam tersine, dinî bölünmüşlük arttı, sözde seçimler sonucunda da hep şaibeli kişiler yönetime getirildi. İsimler yolsuzluklara karıştı. Tuhaf yönetilen bir ülkeyle karşılaştık. Bunu yapanların ya kötü niyetle kötü plân yaptığını yahut da iyi niyetli olsalar bile hiçbir şey anlamadıklarını gördük. Aynı durum Afganistan için de geçerlidir. Afganistan, tıpkı Libya’daki gibi aşiret kültürünü barındırıyor. İnanılmaz boyutta derinlik kazanan, dinî ve etnik gruplaşmaların arasındaki fay hatlarının yüksek olduğu coğrafyada, siz uluslaşma sürecini nereden tetikleyeceğinizi bilemezsiniz. Nitekim, bilemediler de. Afgan ordusunun bu kadar hızlı silah bırakmasının tek bir nedeni var; ülkesine güvenmiyor… Ülkenin başındakiler, dışarıdan gelen yardımları kendi aralarında bölüştü başka da bir işe yaramadı. Ülkeyi açlık ve sefaletle başbaşa bırakıp, İsviçre’deki hesaplarını dolduran sözde “Afgan” siyasetçiler için de ölmeyi asla düşünmediler. İş burada bitti. ABD şimdi kendi kendine konuşuyor: “Güvey Vietnam’da başarılı olamadık. Irak’ta da başarılı olamadık. Afganistan’da da böyle oldu.” Amerikalılar orduları üretirken, kendi ordularını baz alıyorlar. ABD ordusunun personeli sonuç itibariyle, Latin Amerika’dan şuradan buradan gelmiş, Greencard için çaba gösteren ve ordudaki varlığını ekonomik faaliyet olarak gören unsurdur. ABD ordusu böyle, emperyal bir güç neticede. Senin ulusal düzeyde kurduğun ordunun, silahtan, tanktan, hava savunma sisteminden önce “vatan” denilen şeye bağlılık ve ortak bir millet ruhuna sahip olması gerekiyor. Başarılı olamadılar, bundan dolayı! Sanıyorum, ABD’nin bir daha böyle bir ordu yapma gibi eğilime gireceğini rafa kalkmış bir düşünce olarak görebiliriz.

Afganistan meselesiyle alâkalı şöyle yorumlar yapanlar var: “Üst akıl oyun oynuyor.” ABD’nin yenilip çekildiğini kabul etmeyenler mevcut. ABD’nin yenilemeyeceğini düşünenler hatta daha ileri gidersek “ilah” yerine koyan zihinler görüyoruz. Amerikan hegemonyasının yıkılma sürecine inanamıyorlar. ABD hegemonyasını ayakta tutanlar da zaten bu zihinler değil mi?

Son yetmiş yılın öğrenilmiş çaresizliğinden başka bir şey değil bu. Zaten ABD’nin en büyük gücü bu. Teslim almak için önce beyinleri işgâl ediyorlar. Bunda da önemli başarılar elde ediyorlar ama yirmi yıl sürmüş, yenilgisi mukadder bir savaştı Afganistan. Artık dünyanın neresine gidip de yirmi yıl işgâl edeceksin? Çin, Tibet’i işgal etti ama, Tibet’i de yok etti. Çin halkçılığı, Tibet diye bir kültür bırakmadı.

Bence emperyal güçleri de çok fazla yabana atmamak lâzım. Çünkü emperyalizmin bir de kendine ait esnekliği var. Biraz önce de söylediğim gibi savaş kaybetmekten korkmuyor, acısını yaşamıyor. Unutuyor, çabuk da unutturuyor. “Nerede kalmıştık?” deyip, bıraktığı yerden başka şekilde devam etmek istiyor. 21. yüzyıldaki bütün anti emperyalist hareketlerin çok iyi analiz etmesi gereken bir mevzu bu. Bir trilyon dolarlık bir maden yatağı var Afganistan’da. Bu maden yatağından üç tanesi çok stratejik önem taşıyor: Lityum, kobalt ve nikel. Çünkü, 2030 yılı itibariyle bütün dünyaya devreye girmesi plânlanan elektrikli araçlarla başlayacak, güçlü bataryalar lâzım. Fosil yakıtları ortadan kaldırmaya plânlı “yeşil ekonomi devrimi”nin üç ana maddesi: Lityum, kobalt ve nikel. Bataryalar yapılıyor bunlarla. Savaşın uzun sürdüğü bölgelerde madencilik yapamazsınız. Madencilik yapacaksanız, o madenlere gerçekten yakın bir gelecekte ihtiyacınız olacak ise o madenleri birilerine emanet edip, orada çalışmalarınızı sürdürmeniz belki de daha akılcı metottur. ABD emperyalizminin Afganistan’ı yakın bir gelecekte hiç de kendi kaderine terk edeceğini düşünmüyorum. Tabiî Taliban’ın nasıl bir reaksiyon vereceğini de merakla bekliyorum. Gördüğüm kadarıyla, Taliban kendi ilkeleri doğrultusunda iç siyaset yaparken, dışarıda daha esnek, hareketli bir diplomasi öne çıkaracak gibi gözüküyor. Kim derdi şunu: “ABD’nin yıllarca büyük paralar harcayıp, yıkımlar getirdiği Vietnam, bugün Pasifik bölgesinde bir Amerikan müttefiki olacak.” diye?

Bu da işin farklı bir boyutu. Peki ABD’nin iç siyasetindeki vaziyet nedir? Trump’ın politikalarına hararetle karşı çıkan Biden’ın ve demokratların, Trump’ın politikalarını seyrettiğini görüyoruz. Bunu nasıl yorumlamamız lazım?

Bence bir eksen değişikliği var. ABD çok pragmatist bir emperyal güç. “Yeşil ekonomi devrimi” arkasından 4. Sanayi Devrimi gibi konulara yoğunluk verdiği için Orta Doğu’dan çekiliyor. Tabiî Orta Doğu’dan çekilmesi demek, buradaki etkilerini azaltmaya başlaması demek; hem bölgeyi biraz seyredip kendi hâline bırakması anlamına da geliyor.

Bölgedeki kaotik hâdiseler biraz da ABD’nin Pasifik’e kaymasından kaynaklanıyor değil mi?

Tabiî. Orta Doğu’daki enerji kaynaklarının yakın bir gelecekte “anlamı” kalmıyor. Yeşil ekonomi dediğimiz devrimin, fosil yakıtların zaman içinde sıfırlanacağı bir sürece gireceğiz. İklim koşullarının ne hâle geldiği de ortada. Bunu yapmak durumundayız. Yâni, ABD’nin bölgeyle alâkasının hızla azaldığını okuyabiliriz. Fakat ABD’nin birtakım garantileri var. Nedir? İşte İsrail’in yeni başbakanı Bennett gitti Biden ile görüştü. İyi kötü konuştular. ABD’nin geleneksel İsrail politikasının devam ettiği yönünde açıklama yapıp yetindiler. Bu çok olağan bir şeydir. Sonuç itibariyle Orta Doğu coğrafyasında herkesin kendine göre bir manevra alanının doğduğu açık bir gerçektir. O yüzden Trump’ın üzerinde çok çalıştığı, Arap dünyasını İsrail ile barıştırma (Abraham Accords) işlemi bu mantık çerçevesinde Biden’in de işine geliyor. Çünkü başka bir savaş istemiyor Biden burada. Irak Başbakanı Kazımî, ABD’ye gitmişti geçtiğimiz günlerde. Yanılmıyorsam Aralık 2021’nin sonuna kadar ABD askerlerini Irak’tan çekmeye karar verdiler. Ürdün Kralı II. Abdullah, Biden adına manevralar yapıyor. BAE, Trump döneminde ABD için yaptıklarına benziyor bu. Bir sürü yeni gelişme yaşıyoruz. Eski dengelerin bölgede kalmadığını, herkesin kendi bacağından asılacağını göreceğiz biraz. ABD, Çin ile hesaplaşacak!

Yâni bir sıcak çatışma ya da savaş muhtemel mi?

Büyük bir hesaplaşmaya hazırlanıyor… Öyle böyle değil. Maazallah yâni. Çin’in gerçek anlamda bloke edilmesini istiyor Amerika. Açıkladılar da zaten, “Çin, ABD’nin sistemsel düşmanıdır.” diye. Çin’e yapacağı şeylerin hazırlığı var. Çin’in Afganistan olayında, İslâmî gelişen bir harekete bu kadar kapı-pencere açmasını da doğal karşılamıyorum. Ama bu da bir paniktir…

Teşekkür ederiz.

Kolay gelsin.

Baran Dergisi 764.Sayı