Türk Hükümeti Libya’da Ne Yapıyor?

Bulunduğum cezaevinde dün bir rehin alma hâdisesi yaşandı. Bir mahkûm, gardiyanın birini saatlerce rehin aldı. Türkiye’de basın vermedi mi?
(Av. Güven Yılmaz, haberlerinin olmadığını, böyle bir habere rastlamadıklarını söylüyor.)
Fransa’da çok büyük bir hâdise oldu bu. Benim hücreme de öyle uzak değildi olayın gerçekleştiği yer. Eylemi gerçekleştirilen mahkûm, İslâma geçmiş genç bir Fransız ve bu da onun dördüncü rehin alma vukuatı. (Gülüyor.)
Bişkek’ten haber var mı?
(Av. Yılmaz, yeni bir gelişmenin olmadığını söylüyor.)
Ali Osman Zor hâlâ cezaevinde yâni. Ya Albay Suyunaliyev?
(Av. Yılmaz, Albay Suyunaliyev’in iyi olduğunu ve durumunda herhangi bir problemin sözkonusu olmadığını söylüyor.)
Güzel, güzel. Mektubumu aldı mı peki?
(Av. Yılmaz, mektubun oradaki gönüldaşların eline ulaştığını söylüyor. Hemen peşinden, “Türk hükümeti Kaddafî’yle tüm diplomatik münasebetlerini kesti, Kaddafî muhaliflerini desteklediğini ilân etti ve onlara para yardımı yaptı, biliyorsunuz. Türk hükümetinin bu tavrı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?” şeklinde bir soru yöneltiyor.)
Size birşey söyleyeceğim. Komor Adaları’ndan başlayarak malûm Arab ülkelerine ve Moritanya’ya uzanan coğrafyadaki tüm mevcut Arab rejimleri arasında, Albay Kaddafî’nin Libya’sı dışında, Türkiye’ye dost bir tane bile rejim yoktur. İşte bu yüzdendir ki, Türkiye’nin Libya’dan çekildiğini ilk duyduğumda çok ama çok şaşırmıştım.
Tamam, Osmanlı İmparatorluğu, tarihin geniş stratejik konsepti bakımından değerlendirildiğinde, çok iyi yönleri olan bir devlettir. Ne var ki, mahallî çerçevede değerlendirdiğimizde, Sultan’ın kimi temsilcileri, kimi vâlileri, sözkonusu bölgedeki halka karşı bazen çok sert, bazen zâlimce, bazen de çok ağır vergi taleb edici tarzda davranmıştır. Bu yüzden, Türk hâkimiyeti döneminden kalma hatıralar her zaman çok olumlu değildir. Yemenliler meselâ, Türkleri hiç sevmezler, üstelik Yemen’i “Anadolu Türklerinin mezarı” şeklinde isimlendirirler. İşte böylesi bir arka plânı olan bir coğrafyada, Türkleri destekleyen yegâne Arab hükümetidir Libya. Hele, Türkleri seven ve onbinlerce Türk işçi çalıştıran Türk şirketlerine tüm kapıları ardına kadar açan biricik Arab devlet adamıdır Albay Kaddafî.
Fakat âniden, Batı ajanlarıyla Senusî fanatiklerinin, fırsatçı siyasî figürlerin ve kabile anlaşmazlıkları dolayısıyla harekete geçenlerin bir karışımı olan kitle bir isyan başlatıyor Libya’da.
İsyanın başlangıcında Türkiye’nin tutumu, olumlu, âdil ve insaflıdır. Durumu iyi tahlil etmenin ifadesi bir tutumdur Türkiye’ninki. Türkiye’nin stratejik çıkarlarına hizmet eden bir tutum. Akdeniz’in güney kıyılarındaki biricik dost ve müttefik ülkeye bakışı çerçevelemektedir.
Derken, Türk rejiminin tutumu değişmeye başlıyor. Önce Türkiye devlet başkanı, sonra da dışişleri bakanı ve nihâyet başbakan –ki onunki çok sertti- Kaddafî aleyhine açıklamalar yapıyor. Başbakanın karakter olarak bazen çok sert açıklamalar yaptığı malûm. Kaldı ki bu her zaman kötü bir şey de değil. Ancak burada Kaddafî aleyhine yapılan şey, hiç de hoş değildi. Nereden icab etti de böyle bir tutum değişikliğine gitti Türkiye?
Türkiye’nin Libya’ya karşı başlangıçta takındığı müsbet tutumu değiştirmesinin temelinde, Amerikalı efendilerinden aldığı talimat yatmaktadır. Türkiye bağımsız bir ülke değil, biliyorsunuz. Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlığıyla kıyaslanamasa bile, belli yönlerden daha bağımsızdı bugünkü Türkiye’ye göre. Ama ne zamanki Türkiye, ABD ve NATO adına  Kore’ye –ölüp gitsinler diye- binlerce kişilik bir tugay gönderdi, Türkiye’nin bağımsızlığı o gün hepten yitirildi. Başlarındaki birçok subay da dahil, sayısız Türk askeri boşuboşuna öldü orada.
Kore Savaşı’nı takiben Türkiye, o Sabetaycı anti-komünizm politikası sebebiyle, şiddeti günden güne daha da artan bir şekilde yanlış yolda gitti. Amerikalı ve İsraillilerin –bugün de aynıdır- diledikleri yerde diledikleri gibi at oynattığı bir ülke hâline geldi.
Bana dışarıdaki arkadaşlarımdan, Filistinli kaynaklardan ulaşan bazı raporlar var ki, MOSSAD’ın Türkiye’de eskisi gibi rahatça operasyon yapabildiğini, pasaportlarıyla canlarının çektiği yere gidebildiklerini ifade ediyorlar. Ne oldu peki Mavi Marmara’ya? Bitti tabiî. Hükümet tarafından daha fazla oy getirici bir propaganda olarak kullanıldı ve şimdi bir kenara bırakıldı.
Şu ân Türkiye, kendi belirttikleri ağırlık bakımından bir hiç olan isyancıları tanıyor. Doğudaki geçiş hükümetiyle diplomatik ilişkiler kurarak, Libya’daki tek meşru hükümetle bağlarını kopartıyor. Yetmiyormuş gibi, ABD ve NATO’nun baskısıyla Misurata’ya savaş gemileri dahi gönderiyorlar. İnanılır gibi değil. Bana sorarsanız, yine Amerikan baskısı sebebiyle, isyancılara silah da gönderiyorlar. Dikkat ediyorsanız, başlangıçta etkili biçimde Libya’yı bombalayan ve isyancıların önünü açmak isteyen ABD, artık bu bombalamayı başkalarıyla beraber yürütüyor, masrafları diğer müttefiklerinin de paylaşmasını dayatıyor. Türkiye de bunlar arasında elbette.
Bu arada, Bingazi’deki isyancıların, siyonist düşmanın Filistin’deki işgalini -tek bir kelimeyle bile olsa- kınadıklarını ne gördüm, ne işittim, ne okudum. O siyonist düşman ki, sadece Arabların değil, tüm Müslümanların ve dünyanın ezilmiş tüm insanlarının da düşmanıdır aynı zamanda. Bu isyancıların kendilerine Senusî’yi temel aldıklarını işitiyoruz. Senusîler iyi Müslümanlardı, iyi Sufîlerdi. Bildiğim kadarıyla, hiç de İsrail yanlısı, siyonizm yanlısı falan değillerdi.
Türkiye’ye gelince; bu türlü bir tutum değişikliğine gitmelerinin sebebi, ABD’nin çizdiği bir kırmızı çizgidir ve burayı geçemezsiniz demesidir. Şimdi iktidarda olan iyi insanların, bu pragmatik insanların siyonizm taraftarı olduklarını söyleyemem, ancak aldıkları bu aptalca ve Türkiye’nin kendi çıkarlarına ters siyasî kararların gerisinde Amerikalı efendilerinin ve siyonist müttefiklerinin bulunduğunu görmek durumundayız. Bu aptalca kararlar, sadece hükümetin değil, hem tarihî, hem aktüel, hem de iktisadî bakımdan bizzat Türkiye’nin çıkarlarına terstir. Niçin peki bu kadar aptalca kararlar alınıyor? Maalesef Türkiye’de son sözü süpergüçler ve siyonist müttefikleri söylüyor da ondan! Yabancı servisler de, İslâmî tandanslı bu reformcu hükümete tehdid oluşturmaya yetecek ve sözünü geçirtecek kadar güçlüdür yine Türkiye’de. Bunları söylemek zorunda kalmaktan ötürü gerçekten çok üzgünüm.
Ben, ideolojik olarak hiç değişmemiş ve sosyal adaleti savunan bir sosyalist olmama rağmen, hükümet işlerinde pragmatik bir insanım. Neticede, kimi güçlü kimi zayıf komşu veya düşmanlarınız vardır. Diplomasi de zaten, mümkün olan en az zararla en büyük faydayı devşirme ve uzlaşma sanatıdır. Fakat bugünkü hükümetin yaptığı gibi, en büyük zararla en az faydaya razı olma teslimiyetçiliği değildir.
Sanıyorum, Türkiye’nin bu çocukça politikasında, bugün Amerika’nın elinde bulunan Türk kanaat lideri Fethullah Gülen’in yönlendirmelerinin de payı büyük.
Türkiye’ye düşen, İslâmî hassasiyetler temelinde ortak bir platform oluşturmak; buraya Kemalistler de dahil, milliyetçi Türklerin ve Kürtlerin iştirakini temin etmek; NATO’yu, emperyalist unsurları ve siyonistleri ülke dışına çıkarmak; Osmanlı haşmetine giden yolda birlik ve bağımsızlık sağlamaktır, tek kelimeyle hakikaten “millî” bir hükümet tesis etmektir. 
Allahü Ekber.
9 Temmuz 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan