Esselâmü aleyküm.
Bugün “Türk stili” giyinmiş olarak sizinle konuşuyorum. Sizi daha önce arayamadım çünkü beni geçen hafta âniden La Sante cezaevinden Poissy’ye getirdiler ve hazırlanmam için de sadece bir saat verdiler. İki gün öncesine kadar da burada sizi arama imkânım olmadı, çünkü telefonlarımı bağlamadılar. Bu yüzden ancak şimdi arayabiliyorum.
Bu arada, kapağında benim fotoğrafımın olduğu BARAN dergisini de aldım. Hani İBDA işaretini yaptığım fotoğraf! (Av. Güven Yılmaz gülüyor.)
Bunlar beni Paris’in güney doğusundaki rezil bir hapishâneye sevketmek istiyorlardı aslında, bunun haberini almıştım. Ben de yargılanmam esnâsında bu büyük oyunu açıkça kınadım ve reddettim. Böyle olunca, şimdilik bu fikirlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Ayaktayım ve direniyorum.
Bakın bir de ne oldu:
Yargılanmam geçerli değil! Şimdi niçin olduğunu açıklayacağım. Mahkemenin arkasında bir oda var. Hâkimlerin oturup mütalâa yapmaları için tahsis edilmiş bir oda. İşte oradan, hâkimlerin biri çok eski bir saat çalmış! Çantasına koyup götürmüş. Tüm bunlar olurken, odadaki gizli kamera da herşeyi bir güzel kaydetmiş. Böyle olunca, adam da saati çaldığını itiraf etmiş. Korkmuş ve sonra da saati geri getirmiş. Adını henüz öğrenemedik bu hâkimin. Şimdi bu hâdiseyi örtbas etmeye çalışıyorlar. Çünkü şayet hâkimlerden biri mahkeme sırasında bir suç işlerse, yargılamanın geçerli olmadığı anlamına gelir bu. Yâni en baştan yeniden başlamalıyız. Anlayacağınız, bize ve bana bu süreçte yapılanların hepsi kanun dışı! Şimdi bu hâdise üzerine eğildik ve meseleyi açığa çıkarmaya, hırsızlık yapan hâkimin adını öğrenmeye ve yargılanmayı iptal ettirmeye çalışıyoruz.
Bir de karşıma çıkarılan sahte belgeler, kalpazanlıklar meselesi var. Bunları mahkemede açıklıyorum, savcısı çıkıyor ve ortadaki gerçeği reddediyor.
İşin aslı, herşeyi örtbas etmeye bakıyorlar. Siz de geldiniz ve yaşadıklarımın bir kısmına şâhid oldunuz. Türkiye’de bile kimseye bu kadarını yapamazlar, ama bana karşı burada yapılıyor. Kazanmamız gereken büyük bir savaş var önümüzde ve bu hiç de kolay değil. Çünkü mesele Carlos’un şahsına karşı verilen bir savaş değil, “Carlos efsanesi”ne karşı veriliyor bu mücadele ve herşey bu “efsane”yi yerle bir etmek için! CIA, Amerikalılar, beni bunun için getirdi buraya. Hepsi bu!
Bu vesileyle, size de teşekkür etmek istiyorum. Buraya gelerek gösterdiğiniz dayanışma, mahkemeye yaptığınız baskı, sizin ve diğer avukatlarım Hasan Ölçer’le Ahmet Arslan’ın mahkemedeki varlığı çok önemliydi. Keşke tercüman da baştan sona sizinle bulunabilseydi. İnşallah bir dahaki sefere sizinle her zaman birlikte bulunabilecek bir tercüman ayarlarsınız ve ben de parasını temin ederim. Bu şekilde, ilk günden son güne kadar sizden bir avukat burada bulunur. Bir hafta biriniz gelir, o döner, diğer hafta da başka biriniz gelir. Hattâ genç avukat Ali Rıza Yaman da gelir. Son hafta ise hepiniz burada bulunursunuz. Çok güzel olur. Tabiî bunlar hep para işi ve inşallah bir dahaki sefere bunu çözer, bana uygulanan malî kuşatmayı yararız.
Mahkememdeki varlığınız bana şeref verdiği gibi, birtakım kimseleri de çok rahatsız etti sanıyorum. Çünkü siz Türksünüz, müslümansınız ve o hain takımından da değilsiniz. Ne kasdettiğimi anlıyorsunuz, değil mi? (Gülüyor.) İyi müslümanlar, iyi avukatlar, hem de hain olmayanlar, üstelik benim gibi siyasî bir mahkûmu gelip de savunabilecek olanlar, biliyorsunuz çok da fazla değil bu devirde.
İnşallah bir dahaki sefer benim mahkememi sadece BARAN değil, sadece AYLIK değil, Sabetayist basın da dâhil, tüm Türk basını takib eder. Çünkü Fransa, fırsatçı biçimde Türkiye’ye saldırıyor bu günlerde.
Onlar için önemli olan, Ermenilere karşı I. Dünya Savaşı’nda yapılan saldırıların kendisi değil aslında. Türkiye ve Osmanlı’ya saldırı var bunun merkezinde. Kimse meselâ Osmanlı mahkemelerinin bu saldırıları kınadığından, hattâ bir Osmanlı jandarma generaliyle başka bazı subayları idam ettiğinden bahsetmiyor burada. Elbette bu saldırıların arkasında Sabetayistlerin bulunduğundan da burada hiç kimse bahsetmiyor.
Oysa Türkler değil, Sabetayistlerdir bu saldırıların arkasında olan! Kaldı ki mesele durduk yerde Ermenilere saldırmak ve katletmek de değildir. Çarlık zamanının Rus hükümeti Taşnak teşkilâtını ve Ermenileri kışkırtmış, Osmanlı’ya karşı bir isyan başlatılmış, bu çerçevede Ermeniler tarafından da kimi suçlar işlenmiştir. Tabiî, bunlardan da bahseden yok burada.
Kuşkusuz öncelikli olarak Ermenilere karşı işlenen suçlar kınanacaktır. Fakat bunun arkasındaki asıl sorumlu mercî yâni Sabetayistler telaffuz edilmek kaydıyla. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk, siyasî ve tarihî sebeblerden ötürü bazı şeyleri saklama ve örtbas etme yoluna gitmiştir. Çünkü hanedan taraftarı ve dindar kesimler kendisine karşıydı. Kendisi de bir Sabetayistti ayrıca. Fakat iyi bir Türk milliyetçisiydi. Ancak, Osmanlı kanun ve mahkemeleri önünde mahkûm edilmiş bu saldırıların arkasında Sabetayist suçluların, farmasonların ve kâfirlere karşı cihad ettiklerine inanan birtakım Kürt aşiret mensublarının bulunduğunu örtbas etmiştir. Hâlbuki hepsi bir “manipülasyon” neticesidir.
Şimdi Fransa, stratejik birtakım sâiklerden öte, seçmenlere yönelik bazı pratik hesablar dolayısıyla bu kadar aptalca bir kanunu gündeme getirmektedir. Bazı siyonist yahudi entellektüeller bile bu kanun tasarısını protesto etmekte ve “tarih tarihtir ve bunlar tarihî ve ilmî çerçevede tartışılmalıdır” diye konuşmaktadır burada.
Mesele “hukuk saygısı” falan da değildir ki, benim mahkemem vesilesiyle Fransa’da hukuka ne kadar saygı gösterildiğine bizzat siz üç Türk avukat da şâhidlik ettiniz. Sabetayistler de dahil, tüm Türk basını buna şâhidlik etmeli ve hem radyo, hem televizyon, hem de yazılı basında, bugün Fransa’da olup bitenler ve olmaya devam edenler açıkça tartışılmalıdır.
Niçin? Çünkü Fransızların Türkleri ve Türkiye’yi kınamaya hiçbir hakları yoktur ve Fransa’nın tüm tarihi hukuka nasıl saygısızlık edildiğiyle doludur. Siz o sırada yoktunuz; mahkemede 1947’de Fransızların Madagaskar’da işlediği suçları, aynı şekilde 1953’te Kamerun’da tam bir soykırım hâlinde nasıl tüm bir yerli halkın Fransız sömürgeciler tarafından katledildiğini anlattım. Cezayir’i anlatmaya gerek bile yok. Yine, altı ay içinde 50 bin insanın katledildiği Fas’ı. Ya şimdi Libya’da, Afganistan’da ve diğer yerlerde yapılanlar? İşte bunların hepsinin bir araya getirileceği ve hem bana yapılanların hem de Fransa’nın dünden bugüne yaptıklarının kınanıp teşhir edileceği ân bu ândır ve siz de Türk basını nezdinde böyle bir müdahalede bulunmalısınız diye düşünüyorum. Bu noktada bana katıldığınızı umuyorum.
Sadece Türkiye’de sözkonusu bir hâdise değildir Sabetayistlik. Fransa’da da Katolik görünen ama böyle olmayan yeni nesil Sabetayistler vardır. Şimdi bunlar tarafından Türkiye’ye yönelik olarak bir sürü çarpıtmayla ve iğrenç biçimde sürdürülen bu saldırı kampanyasına karşı, Türkiye’de sizin de üstleneceğiniz çok önemli roller bulunduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki müslüman görünen ama öyle olmayan Sabetayistler gibi, Katolik görünen ama öyle olmayan buradaki Sabetayistler de bugün Fransa’yı kontrol ediyor ve mahut kampanyanın başını çekiyor. Fransa’nın çok yakın zamanda bunlardan kurtulacağına ve tarihindeki seçkin mevkiini alacağına inanıyorum.
Hani başta “bugün Türk stili giyinmiş olarak konuşuyorum” demiştim ya, şu ân, çok güzel ve hoş bir hediye olarak –çok teşekkür ediyorum- bana getirdiğiniz yünlü siyah polo gömleği giyiyorum. Üzerimde bir de Malatyaspor eski başkanı Nurettin Güven’in hediyesi olan Türk malı bir deri mont var. Bilvesile, bu insan için cidden çok endişeleniyorum. Türk tarafının itirazı dolayısıyla, Türkiye’ye iadesi geçen hafta yine ertelendi. Kendisi çok ama çok hasta, maalesef ölümün eşiğinde ve mutlaka hastahânede ciddi bir tedaviden geçmesi gerekiyor. Hepimizden dua bekliyor.
Bugün, Kemal Atatürk’ün anlaşılabilir birtakım sebeblerle Türkiye’de yürürlüğe soktuğu Gregoryen takvimine göre yılın son günü. Mücadelemizin yeni yılında cezaevlerindeki tüm yoldaşlarımız için, fedaîler için, mücahidler için, devrimciler için, en başta Türkiye’deki direnişin sembolü Kumandan Salih Mirzabeyoğlu için kurtuluş diliyorum.
Allahü Ekber.
 
31 Aralık 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan