Başın başında; Anadolu merkezde olmak üzere tüm Ortadoğu, Mezopotamya ve Uzak Doğu ve Ön Asya olağanüstü hadiselere gebe. Yaşanan hadiselerin tamamı, gerçekleşmesi muhtemel büyük zuhurun acılı sancıları…

Dünya büyük inkılâp öncesi kemikleri birbirine geçen bir beden gibi can havliyle çığlıklar atıyor. Hadiseler o kadar hızlı cereyan ediyor ki, kelimeler kifayet etmiyor, mevzular sahiplerine zamanında yetişmiyor. 

Ve toprak ihtar ediyor; cenk zamanı

Ve gök ihtar ediyor; oluş zamanı

Ve zaman ihtar ediyor; cihad zamanı

Ve millet ihtar ediyor; imdad zamanı

Ve âlem kumandanını bekliyor; İnkılâp zamanı

Suriye harabeye döndü, Irak harabeye döndü, Libya ve Mısır hakezâ harabeye döndü. Ölüm ve kan kokusu adı geçen ülkelerdeki İslâm şehirlerini sardı sarmaladı. Sıra Türkiye’ye geldi. Türkü ve Kürdü İslâm’a karşı savaştırmak isteyenler bütün ‘şeytani’ güçlerini kullanarak ve şahsımın ‘medyatik büyüleme’ adını verdiği çok boyutlu algı yönetimi ile beyinleri iğdiş etme, dumura uğratma yarışına girdiler. Zihinler öylesine manipüle edildi ki, düne kadar kanlı bıçaklı olanlar ve yine hali hazırda birbirlerine kurşun yağdıranlar ‘İslâm Savaşçı’larına karşı müttefik oluverdi. ABD-İsrail- Marksist-Kemalist-Muhafazakâr-Ilıman hepsi Müslümanları öldürme noktasında ittifak ettiler. 

Kimse ABD’nin neden Irak’ta olduğunu sorgulamadı bile. Kimse İngilizlerin neden Irak’ta Müslüman köylerine bombalar yağdırdığını sormadı bile. Kimse İsrail’in Kerkük’te Erbil’de Peşmergeleri neden askeri anlamda eğitmeye ihtiyaç durduğuyla ilgilenmedi bile. 

Kimse Kâfir ABD ve Şii Sapık İran’ın ortaklaşa katlettiği 1,5 milyon kişinin, tecavüze maruz bıraktığı yüz binlerce kadının, işkencelerde kolu bacağı koparılmış sakat bırakılmış on binlerce gencin görüntüleri niye yayınlanmıyor diye hesap sormadı bile.

Kimse bu topraklarda yaşayanların “Arap, Türk ve Kürt” bin yıllık kadim kardeşler olduğunu ve neden Batı’nın bunları birbirleriyle savaştırmak istediği üzerine kalem oynatmadı bile. 

Sanki bölgenin tek sahibi ABD ve İngiltere imiş gibi onları önceleyen politika belirlediler, onlar gibi düşünüp bir yıl iki yıl daha iktidarlarını uzatma derdine düştüler. Ama dün kovdukları, evlerini ve şehirlerini elinden aldıkları çocuklar geri döndü. Şimdi evlerini ve topraklarını istiyor. Dün Musul’a, Kerkük’e, Bağdat’a ABD askerleri eşliğinde girerken nüfus dairelerindeki bilgileri yok edenler, evrakları yakanlar, bacası tüten her evi yağmalayanlar şimdi hesaba çekilme endişesi ile mazlum edebiyatı yapmakta. Dün komşunu arkadan vuranlar, bugün aynı komşusunun çocuğu tarafından hesaba çekilince her hainin yaptığı gibi efendilerinin eteğinin altına giriyorlar. Oysa bu toprakların insanı yüzyıl öncesine kadar Fatih Sultan Mehmet kadar Türk, Selahaddin Eyyubi kadar Kürd, Şeyh Şamil kadar Kafkas, Malcolm X kadar siyah, Hasan El Benna kadar Arab, Aliya İzzet Begoviç kadar Boşnaktı. Ve Doğudan batısına İslâm’ın adı ve sesi vardı. Küfre yer yoktu, nifaka yer yoktu, Yahudi'ye yer yoktu, İngiliz emperyalizmine yer yoktu. 

Sıra Türkiye’ye geldi. Gaza gelmiş olmanın verdiği ve güya arkasında büyük devletlerin olduğu rahatlıkla tek bir kurşun tanesi atacak olursa, bu kurşun tanesi iç savaşı körükleyici kıvılcımları tutuşturmak olur ki, bunun sonunu tahmin edememek cehalet. Kemalist iktidarın devamını arzu eden ‘Eski Türkiye’ kadroları ve ılıman ‘İslamcı!’ ihanet şebekesi, Ak Parti iktidarından rahatsız alevi-solcu kesim, her vesile ile rejimle savaşa tutuşmuş DHKP, TİKKO vb. örgütler, içte ve dışta İslâmi çizgisi ile tanınmış çeşitli örgütsel gruplar, PKK başta olmak üzere birçok Kürtçü grup ve hepsinden önemlisi iktidarda Ak Parti var diye sükûneti tercih eden fakat ilk fırsatta öfkesini sokağa yansıtacak Anadolu Müslümanları-Anadolu İnsanları.

Bırakın kaçınılmaz olan iç savaşı. Bu savaşın neticesi şuradan belli ki, bu ülkede artık hiçbir KÂFİR hüküm süremeyecek. Bu milletin KÜFÜR rejimlerine hiç tahammülü olmayacak. Ayağa kalkan halkın önünde bu milletin dinine, imanına, ahlakına, örf ve ananesine küfreden hiçbir kurum ve şahıs kalmayacak. Türkçesi KÂFİRLER kaçacak delik arayacak. Nihayetinde bu halk bir noktada hem fikirdir; bu vatanda KÂFİRLERİN borusu ötmez. 

Peki, kâfir kimdir?

Sünni de, Alevi de, Şii de bilir ki (veya bilmelidir ki), ABD kâfirdir, İsrail kâfirdir, İngiltere kâfirdir. Kâfirlerle birlik olmak ve Müslümanlara kurşun sıkmak, onların mayın eşeği olmak ve kâfirlerin ‘lojistik hizmet’ anlamına gelen ayak işlerini yapmak, herkesin malumudur ki, KÂFİRLİKLE eşdeğerdir. Bu topraklar yıllardır ne çektiyse bu işbirlikçilerden çekti. Ne zulüm gördüyse adı geçen kâfirlerden gördü. Bugünlerde yine aynı KÂFİRLER ARALARINDA İŞBİRLİĞİ YAPIP MÜSLÜMANLARA SALDIRIYORLAR. Ve yaydıkları yalan yanlış bilgiler ve psikolojik savaş taktikleri anlamına gelen ‘kara propaganda’ ile üstünlük elde etmeye, katliamlarını meşru göstermeye ve taraftar bulmaya çalışmaktalar. 

Her şeyden önce sormak lazım değil mi üzerine çöreklendikleri ülke kimin? Bu topraklarda ABD ve İsrail gibi dünyanın kanını emmekle meşhur olmuş KAFİRLER topluluğunun ne işi var? Iraklıyı, Suriyeliyi, Afganistanlıyı niye kendi başlarına bırakmıyorlar? Dertleri ne?

Bunların cevapları binlerce kez verilmiş ve neredeyse kundaktaki çocuğun bile dile gelip söyleyeceği tarza bürünmüştür. Kimi emperyalizm diyerek, kimi Siyonizm diyerek, kimi işgalci ve sömürgeci diyerek bu coğrafyanın insanlarının hiçbiri bu kâfirleri ülkelerinde istemiyor. Bu kâfirlerle işbirliği yapanları ister sağcı ister solcu, ister Türkçü ister Kürtçü hepsini reddediyor ve hâl diliyle bas bas bağırıyor; Bu topraklarda artık HİÇBİR MÜSLÜMAN, KÂFİRLERE TAHAMMÜL ETMEYECEKTİR. 

Son sözümüz ihtilal ve inkılâp sanatçısı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’ndan olsun. Ve bugün O’na her zamankinden daha çok muhtacız.

Marifetname’den “Çok geçmeden inkılâp zamanlan haline gelmeğe mahkûm itaatsizlik zamanlarında birçok şeyler yıkılır, ıstıraplı bir gerileme yahut yıkılma gözle görülecek hale gelir. Ben kendi hesabıma bu yaşadığımız günlerde, kahramanlar yolunun bu yıkılmazlığında, inkılâp hengâmelerine ait karışık enkazın ezmeğe kadir olamayacağı ebedî elması görüyor gibi oluyorum. Karışık enkaz kırklanacak, hattâ çatırdayacak ve etrafımızda her şeyi altüst edecek, fakat muayyen bir dereceden daha aşağıya düşemeyecektir. Kahramanlar, bir temel taşıdır ki, yıkılan şeylerin onun üzerine yeniden kurulmağa başlanması daima mümkündür. Elverir ki insan, herhangi bir mânâda kahramanları sevsin; ve biz, hepimiz, mutlaka büyük adamlara hürmet edelim. Bütün muhtemel yıkılmalar arasında güvenilecek canlı kaya bence budur; kenarı ve dibi görünmeyen yeni ihtilâl tarihinde tek sabit nokta bundan başka birşey olamaz.” (sh. 261)


Baran Dergisi 404. Sayısı