Türkiye karışacakmış… Aşk olsun, şüpheniz mi var? Pek tabiî ki karışacak. Ve hattâ o kadar çok karışacak ki, birkaç asırdır altüst edilmiş bulunan devlet ehramından başlayarak, her şey bu hadiseler silsilesinin neticesinde yerli yerine oturacak.
Böyle söyleyince akılda ilk olarak bir iç savaş veyahut Türkiye’de olsa olsa pogrom diye isimlendirilebilecek bir hadiseler silsilesi canlanıyorsa da tam olarak kastımız bu değil. Yarın bu ülkenin meşru siyasî iktidarı çıksa ve bir moloz yığıntısı görünümü arz eden ülkenin yapı taşlarını, büyük ve bu memlekete has ideal bir mimarî eser ortaya koymak üzere yeniden dizmeye kalksa, bunun adı da karışıklık olacaktır. Karışacak, dalgalanacak, çalkalanacak ve yeniden bambaşka bir formda sükûnet bulacak ki, asırlardır insan leşlerinden müteşekkil süflî bir enkaz altında bekleyen mutlak hakikatler böylelikle kurtuluşa erecek.

Tek bir ferd bile kendi varlığını kavramaya kalktığında buhrandan buhrana savruluyor, çile ateşiyle yanıp kül oluyor ve ancak bu meşakkatli, ızdırab dolu süreçten sonra küllerinden yeniden doğuyorken, millet çapında bir varlık/varoluş idrakinin öyle kolayı kolayına olmasını beklemek herhâlde safdillik olur.

Bu çalkantılı sürecinin içine çoktan girmiş bulunuyoruz, şuurunda olsak da olmasak da. Yoksa tabiî şartlar içinde bir ülkenin, hele ki Müslüman bir memleketin kadınlarının ellerinde (affınıza sığınarak yazmak zorundayım) “ben orospuyum” ve saire yazan pankartlarla şehrin en kalabalık meydanlarında dolaşması, Müslüman memleketinde kâfirlerin bile cüret edemeyeceği bir pervasızlıkla Ezan-ı Şerif’i protesto etmeye kalkışması başka hiçbir şekilde açıklanamaz.

Cumhuriyet Nesilleri
“Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin” tersine “oluş”u diyebiliriz aslında bu vaziyet için. Ulvî değil, süflî istikâmette ve neticesinde insanlaştıran değil hayvanlaştıran. Hem biliyoruz ki insan hayvanlaştığı vakit, hayvandan da aşağı bir seviyeye iner. Allah’ın, Kur’ân’ında “Belhüm adal” dediği hayvandan aşağı zümre.

Lâiklik, sekülerleşme, Kemalist düzen ve müntehasında kendisini “yılın fahişesi” ilân eden orospular imâl eden sistem. Eğitimden hukuka, ekonomiden siyasete dek bütün bir sistem meselesidir bu. Herkesin başını elleri arasına alıp, artık hakikaten de bir düşünmesi gerekmiyor mu? Bu ülkenin çözüm bekleyen temel meseleleri, o gece sokağa çıkan şeytanlaşmış kadınların “kumbaraları” merkeze alınarak çözülemeyeceğine göre, artık bu gidişe bir dur demek gerekiyor. Türkiye’de “orospu” olduğunu bangır bangır bağıran bir kesim ile bunların evlatlarından müteşekkil azınlığı ürkütmemek için lâik ve seküler Türkiye palavrası daha ne kadar sürdürülecek? Soru bu?

Bu ülkenin gerçek sahibleri siyasî iktidarı sandıkta seçiyor, meclis çoğunluğu yetmediğinde referandumla destekliyor, anayasayı değiştiriyor, yargı darbesini kaale almıyor, 15 Temmuz’da askerî darbe girişimini bertaraf ediyor, TL’nin değerini korumak için cebinden zarar ediyor, Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını evinin penceresinden dışarı uzattığı namlularıyla tescilleyip resmîleştiriyor; fakat kendisini bir türlü iktidar olmuş, muktedir hissedemiyor. Azgın, kuduz bir azınlığı memnun etmek için bütün bir millet öz vatanında parya muamelesi görüyor. He tabiî unutmadan, bu kuduz azınlığın aynı zamanda vatan haini ve millet düşmanı olduğunu unutmamakta fayda var. Bütün bir ömrü “kapağı bir gâvur memleketine atsam da kendim gibi hayvanlaşmış insanlar arasında rahat rahat yaşasam” diye geçinen soysuz ve köksüz tipler bunlar. Türkiye düşmüş, çıkmış zerre kadar umurlarında değil. Köpekler gibi çiftleşecekleri, domuzlar gibi yiyip içecekleri, konforlarını sürdürecekleri düzenleri muhafaza edildiği sürece Türkiye isterse işgâl edilsin, umurlarında mı?

Tüm bu manzaraya bakıldığında, Türkiye’de cereyan eden hadiseler karşısında siyasîlerin büründüğü mahkûm tavırdan kaynaklanan hayal kırıklığı, çaresizlik ve istikbâl endişesinin millî irade diye ifade edilen, milletimizin kahir ekseriyetini meydana getiren Müslüman Anadolu İnsanı’nda biriktirdiği öfke ve nefret duygusunun artık infilak etmek üzere olduğu gerçekten de görülmüyor mu? Ferdî planda böyle bir psikoloji ve içtimâî planda bu şekilde bir sosyoloji ile Türkiye bugüne kadar tanışmamıştı. Sandıkta, cebhede, ekonomide ve saire bedeli her ne olursa olsun ödeyen, her zaman kazanan; fakat iş iktidara geldiğinde ne hikmetse bir türlü muktedir olamayan büyük bir millet.

Dikkat ediyorsanız bunların 15 Temmuz’dan sonra hiç sesleri solukları çıkmıyordu. Bırakın kafalarını uzatmayı, dilleri lâl olmuştu. Aradan daha üç sene bile geçmemişken, kim üzerine düşeni lâyıkıyla yerine getirmedi de bunlar yeniden muktedir pozları kesmeye başladılar? Daha geçtiğimiz aylarda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için türlü tezgâhlar planlamışlardı da namlulardan çıkan kurşunların vızıltısından sonra bırak sokağa çıkmayı ekranların karşısına çıkmadılar, twit bile atamadılar da kim kendisine verilen bu desteğin hakkını ver(e)mediği için bunlar bugün yeniden bir seçim sath-ı mailinde kendilerinde yine bu cüreti bulabiliyorlar?

Kabahat yalnız bu belhüm adal sürüsünde değil. Bu ülkede dava adamı kılıklı mamacı teyze adamlar olmasa, onların muvazacı zihniyetleri olmasa, bir oy fazlası için kâfirleri bile yalamaktan tiksinmeyecek kadar midesiz olmasalar, üç kuruşluk çıkarları her türlü mukaddesatın önüne geçmese, bu süflî düzenden nemalandıkları için muhafazakâr kılığında düzen gardiyanlığı yapmasalar, kimse bu toprakların aslî sahiblerine yer göstermek cüretini kendisinde bulamaz. Kırar dizini, oturur kıçının üstüne yahut oturtmasını bilirler.

Tuzak Kuranların En Hayırlısı
Türkiye’nin içinde bulunduğu ahvâli bu sayfalardan defalarca izah ettik. Dört bir taraftan kuşatılmış, dışarıdan düşman ve içeriden işbirlikçileri tarafından nereden baksanız 8-9 senedir adı konulmamış bir kuşatma altında tutulmaya çalışılan Türkiye. Ekonomiden siyasete kadar son derece geniş bir planda, 1923 senesinde zihnen tutsak edilmiş bir memlekette, çok cebheli bir İstiklâl Savaşıdır bu yaşanan.

Belediye seçimi sath-ı mailine ilk girildiği vakit MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Bu seçimler Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni bile tartışmaya açabilir.” diye bir çıkış yapmıştı, hatırlarsanız. Hattâ biz de kendisini eleştirmiş, bu seçimler çöp toplamak yahut millete kimin hizmet edeceğinin değil, rantı cebine kimin indireceğinin yarışıdır ve buna gereksiz mânâlar yüklemek anlamsızdır demiştik. Aradan geçen zaman zarfında belediye seçimleri gerçekten de olması gerekenden çok daha büyük bir anlam kazandı. Hattâ öyle ki, bu seçimlerde büyükşehirleri kimin alacağı meselesi adeta İstiklâl Savaşı’na devam mı edilecek yoksa teslim mi olunacak sorusunun yanıt bulacağı bir referandum havasına sokuldu. İş bu mecraya taşındıktan sonra dışarıdaki düşman ile içerideki işbirlikçileri ellerindeki bütün silahlarla milletimizi köşeye sıkıştırmak, iradesini kırmak ve teslim almak üzere harekete geçtiler. Gıda fiyatlarındaki yükselişten tutun, Türkiye’nin Suriye’deki operasyonunu geciktirmeye kadar ellerindeki tüm imkânları adeta seferber ettiler. Milletimiz, böylesi manipülasyonların önünü alacak iradeyi senelerdir bir türlü sergileyemeyen ve sürekli palyatif çözümlere sarılan iktidardan artık sıkılmış ve gerçekten de başka yollara yönelmeye başlamıştı.
Hâl böyle iken Türkiye’yi bir kez daha ipten alan, yine bir Ayet-i Kerime’nin tecellisi oldu. “Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” Allah ve peygamber düşmanlığında müşterek olan Millet İttifakı, kararmış kalblerinde saklı tutmaya çalıştıkları kuduz İslâm düşmanlığını daha fazla saklayamadı ve 8 Mart kadınlar günü vesilesiyle çıkmış oldukları Taksim’de kusuverdi. Sergiledikleri envai çeşit rezalete ilâveten okunan Ezan-ı Şerif’i protesto etmeye cüret edişleri, henüz farkında olmasalar da Türkiye’deki süreci bambaşka bir mecraya taşıdı. Yine CHP’nin başrolünde diğer bir parti mitinginde selâ okuyan imamı hedef alan aşağılık sözler ile diğer bir parti toplantısında Fatiha sûresi ile alay edilmeye kalkılması ve tüm bunların ekranlarda ifşâ edilmesi millet ittifakının ipini çekti.

Provokasyon
Merak ediyoruz, İstanbul şehrinin, Beyoğlu ilçesinin, Taksim diye anılan muhiti kâfir tarafından işgâl edildi de bizim mi haberimiz yok? Bunun niçin soruyorum? Böyle bir işgâl söz konusu ise söyleyin, tekrar fethedelim. Yok, bir işgâl söz konusu değilse, bizim olan toprakların hiçbir karışında, hiç kimse, hiçbir sebeb ve ad altında İslâm’a, Allah’a, Peygambere, Ezân’a dil uzatamaz. Dil uzatan, aman canım sende diye rahatını düşünen ve buna karşı hareketleri provokasyon diye yaftalamaya kalkan herkes bunun bedelini çok ağır öder. Bakın çok açık ve tekrar söylüyorum, bedelini ağır öder.
***
15 Temmuz gecesinden bir hatıramızı da bu vesileyle anlatalım. Notlarıma göre saat 22:25 suları Ankara’da alçak uçuş yapan savaş uçakları ve Boğaziçi Köprüsü’ndeki askerî hareketliliği görür görmez bunun bir darbe girişimi olduğunu anlamıştık. Göz hasmını tanır hesabı, düşman nasıl ilk bakışta bizi tanıyorsa, biz de ilk bakışta düşmanımızı tanıyoruz tabiî. Gönüldaşlar üzerlerine düşeni yapmak üzere harekete geçerken, ben de bir yandan tanıdığımız gazeteci ve televizyon programcıları ile görüşmelere başladım, milleti FETÖ’nün askerî darbe girişimine karşı sokağa davet etmeleri için. Bugün ekranlarda ve gazete köşelerinde 15 Temmuz gecesi yaptıkları kahramanlıkları anlata anlata bitiremeyen tiplerin büyük bir çoğunluğunun vermiş olduğu tepki şuydu, “bu sizin düşündüğünüz gibi bir şey değil, münferit bir hadise, milleti provoke etmeye ne gerek var canım.” Bunu neden şimdi anlattım? Çünkü, 8 Mart’ta sergilenen rezaleti protesto etmek isteyen Müslümanları provokatörlük yapmakla suçlayanlar ile 15 Temmuz darbe girişiminin ilk saatlerinde “milleti provoke etmeyin” diyenler, aynı kimseler. Bunların kim olduğu tek tek kayıtlı.

İktidar
Fiilen iktidar göründüğü hâlde muktedir olamayan bir çoğunluk ve iktidarda olmadığı hâlde kendisini muktedir addeden azgın ve azılı bir azınlık. Siyasîler, kendilerine gösterilen teveccühün hakkını vermekten kaçmaya devam eder ve sırf bir oy uğruna (ki bu kafayla oy toplayamaz bilâkis oy kaybederler) kendi eliyle yaptığı büste kendi tapan, şeytanlaşmış, hayvandan aşağı tiplerin bu toprakların aslî sahiblerine yer göstermeye kalkmasına seyirci kalmayı sürdürürse, Müslüman Anadolu İnsanı’nda birike birike taşma raddesine gelen öfke ve nefret duygusunun yakında bambaşka bir surette tecelli edişine şahitlik etmeye hazır olalım.
***
En başta da dediğimiz gibi... Evet, Türkiye karışacak. Ve hattâ o kadar çok karışacak ki, birkaç asırdır altüst edilmiş bulunan devlet ehramından başlayarak, her şey bu karışma hadisesinin neticesinde yerli yerine oturacak.

Baran Dergisi 635. Sayı