1929, 1946, 1954, 1958, 1969, 1974, 1978, 1980, 1986, 1988-89, 1991, 1994, 1998, 1999, 2001, 2008, 2013, 2018. 

Bu seneleri neden sıralamış olduğumuzu merak edenler için hemen söyleyelim; bunlar, Türkiye’de ekonomik kriz yaşanan senelerdir. Bu seneler için kriz olan değil de, ekonomik krizin artık memleketin sevk ve idaresine kadar yansıdığı seneler desek daha doğru olur sanırım. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisi bugüne kadar büyük çapta 18 ekonomik kriz yaşamıştır. Diyelim ki, birinci kriz şundan dolayı oldu, ikinci kriz bundan dolayı, üçüncü kriz ondan dolayı. Yahu iyi de 18 tane büyük çapta krizden bahsediyoruz. Şimdi bu tabloya bakıp, bugün yaşadığımız ekonomik krizin de hâlâ şundan yahut bundan dolayı olduğunu söylemek herhâlde ayıp olur.

Yukarıdaki tabloya bakıldığında, Türkiye ekonomisinden sorumlu olanlar hariç herkesin görebileceği gibi Enflasyonla Topyekûn Mücadele ilân edip, sezon sonu indirimi yapmakla bu sistemin kurtarılamayacağı açık. Dışarıdan borçlanmak suretiyle ülkeye sıcak para taşımakla bu değirmenin orta ve uzun vadede döndürülemediği de ortada. 

Bizdeki ekonomik sistem yerli ve millî kaynaklar ile şartlara dayanarak kurgulanmadığı, ithal edildiği ve sonrasında da sebeb olduğu sorunların mahiyetine göre değil de alacaklıların dayatmalarına göre rötuşlandığı içindir ki; bu sistem Türkiye’nin kalkınmasından ziyade krize girmesine hizmet etmektedir. Bu sistemle Türkiye’nin yoluna devam edemeyeceği açık. 

Aynı şeyleri denemek suretiyle farklı bir netice alınması mümkün olmadığına göre, Türkiye’nin bu ekonomik sistemle yoluna devam etmesi hâlinde yukarıda sıralı listenin uzamasından başka bir netice elde edilmeyeceği muhakkaktır. 

Plan, Plan, Plan…
Üstad Necib Fazıl, Büyük Doğu Dergisi’nin 11 Haziran 1954 tarihli nüshasında, Türkiye’deki bütün ruhî faktörlerle beraber iktisadî faktör ve idrakin perişanlığından dem vurduktan sonra Türkiye’yi bir iktisad kongresi toplamaya davet ediyor ve diyordu ki:

En basit mânâda mahrum olduğumuz şey: İktisadî kafa, şuur, yani plan… Bu sahada büyük laboratuvar kıymetinden vazgeçtik; sadece tecrübeye müstenit bir kocakarı ilacı seviyesinde insiyakî bir idrake dahi malik değiliz.” Ve ardından ekliyor: 

Netice itibariyle zaruretlerin zarureti hâlinde başa alınması gereken iktisadî bir planın ana unsurları şöylece ortaya çıkmış oluyor: 

1-Yurdun her tarafında, muhtelif hayat seviyelerine bağlı her sınıfın iş sahasını tam mânasiyle çerçevelemek… (Mukayese ve murakabe işi)

2-Yurdun bütün iktisadî kaynaklarını, dünya çapında bir kıyas ölçüsüne tatbik ederek kıymetlendirmek… (Mukayese ve tahlil işi)

3-Mevcut kıymetlerle, mevcut olması istenen kıymetler arasında tam bir iş muvalası temin edecek olan, basit, açık, amelî, hayal ve nazariyeden uzak, maddî ve manevî bütün memleket şartlarına uygun bir teşebbüs manzumesi dokumak… (İbda ve terkib işi)”

Bu unsurları saydıktan sonra, muhtaç olduğumuz planın nasıl ve kimler tarafından yapılacağını ve teklifin hülasasını ise 5 maddede özetliyordu: 

1-Ticaret ve İktisat Vekâletleri, bütün iktisat ve tasarruf dünyamızın ihtiva ettiği bütün maddeler ve meseleler üzerinde belli başlı suâl tertipleri meydana getirecek ve her vilâyetin ticaret ve sanayi odalarından rapor istemekle işe başlayacaktır. Bu raporların tanzimi işine, vilâyet ticaret odaları heyetleriyle, muhitin ileri gelen salâhiyetli tüccarları ve türlü meslek erbabının iştirâki de vilâyetlere tamim edilecektir. Bankalar da aynı işe memur. 

2-Yine bu vekâletler, mütehassıs şahıslardan mürekkep grublar hâlinde birkaç heyet teşkil edecek, yurdun en canlı merkezlerinde bizzat ve daha şümullü tetkikler yaptırılacak ve bu tetkiklerle mahallî raporlar karşılıklı olarak beslenecek.

3-Yine ve daima bu vekâletler, memleket mütefekkirleriyle iktisat mütehassıslarını gereken plan mevzuunda hükûmeti aydınlatmak bakımından teşvik edecek ve bu hususta ikramiyeli bir müsabaka açmayı ihmâl etmeyecek. 

4-Vilayet ticaret odalarından gelecek raporlarla vekâletler tetkik heyetlerinin raporları ve müsabakaya iştirak edecek olan mütehassısların eserleri bir araya getirildikten sonra dâva umumî bir (Kongre), bütün vekâletlerin alâkadar ve mütehassıs mümessilleriyle, ticaret ve iktisat hayatının ileri gelenlerinden ve fikir ve eser sahibi olanlardan terekküp edecektir. 

5-Bütün bu ilk hazırlıklardan sonradır ki, nasıl terekküp edeceğini anlattığımız (Kongre)ye, muhtaç olduğumuz büyük iktisadî planın inşa ve ibda edilmesi işi teveccüh edecektir. Artık şu ana ölçüyü vazetmenin zamanı gelmiştir ki; memleket çapında bir iktisat ve tasarruf planını hazırlamak, tek vekâletin işi olmaktan çok uzaktır.

Bundan sonra niçin bütün millet ve topyekûn devletin bu işe memur olması gerektiğini izah eden Üstad Necib Fazıl’ın, bu bahsi kaleme almasının ardından tamı tamına 15 ekonomik kriz daha yaşandı. Bu sebebledir ki, biz, gereken siyasî irade beyanı ortaya konmadıkça, bu milletin makûs talihi hâline gelmiş olan ekonomik krizlerden bir ders çıkartılmayacağı ve tarihin her seferinde bir öncekinden daha acılı ve ıstırablı bir şekilde tekerrür edeceği hususunda hem fikiriz.

En Azından
Bununla beraber, sırf “bir halt olmaz” demiş olmamak için, en azından çarçabuk yapılabilecek birkaç hususa dikkat çekmeden de geçmeyelim:  

Bunlardan birincisi, bu memleketten kazanılan paranın yurtdışına kaçırılmasının önüne geçilmesi. Biz birikimlerimizi yurt dışına kaçıran taifeyi eskiden beri TÜSİAD başlığı altına toplar ve değerlendiririz; fakat son senelerde açıkça görülmektedir ki Ak Parti iktidarının başlıca ekonomik dayanağı olan inşaat sektöründen nemalanan şirketler de az biraz palazlanır palazlanmaz ellerinde parayı yurt dışında nereye nasıl yatırırım derdine düşmüş bulunmaktadır. Bir kere bu tasarrufların tekrar Türkiye’ye geri getirilmesi şart. Ve bununla beraber yeni sızıntıların önünü almak da… Bu birikimlere devlet el koysun da demiyoruz; getirsinler parayı, para buradaki hakiki bir kalkınma planının finansmanı için kullanılsın ama yurt dışına çıkmasına müsaade edilmesin. Para yine onların parası olsun; fakat yurt dışına kaçırılmasın.

İkinci husus ise şudur ki, devletin tanıdığı imkân ve sağladığı teşviklerin karşılığı özel sektörden bir türlü alınmamaktadır. Hatta son yıllarda özel sektör memleket hayrına bir iş peşine düşmekten ziyade öncelikli olarak bu teşviklerden nasıl nemalanabileceğinin derdine düşmüş vaziyettedir. Misâl de verelim: Babayiğit dediler, Türkiye’nin en büyük sanayicilerini bir araya getirip, önlerine her türlü imkânı sunmak karşılığında bunlardan yerli bir otomobil istediler. Acı da olsa gerçeği söylemek durumundayız ki, o ekipten değil yerli otomobil, yerli otomobil camı bile çıkmaz. Yabancı bir firmanın buradaki distribütörlüğünü kapmak ile montaj sanayinde faaliyet göstermek üzere göre dizayn edilmiş kadük kafalardan orijinal iş ve eser ortaya koymalarını beklemek ahmaklık olur. O yüzden bu işleri yapmak için devletin ya ortak ya da tamamen sermayesi kendine ait, bu işi yürütmeye hasredilmiş firmalar kurması şarttır. Denilecek ki bunlar zaten var ve KİT ismi veriliyor. Doğrudur, var ve isimleri de KİT. Kötü yönetimden ve liyakate göre değil torpile göre personelle doldurulmasından doğrudan KİT’leri suçlayıp özel sektöre satılmasının önünü açmak zaten büyük bir hataydı. Kendisi esasta bir KİT olan THY’nin başarısı, iyi yönetildiklerinde KİT’lerin ülkeye ne kadar faydalı olduklarına misaldir. Bizim hazırlopçu özel sektörden böylesi başarılar beklemek ham hayal; bizden söylemesi…

İkinci maddeyle bağlantılı üçüncü husus ise bilhassa Türkiye’nin stratejik ihtiyaçlarından olan yerli motor ve yerli işlemcinin üretilmesi. Belki ilk bakışta yüksek maliyeti ve piyasa koşulları dolayısıyla zararına görünen her iki yatırım da ne bahasına olursa olsun gerçekleştirilmelidir. Böylece hem Türkiye’nin savunma sanayiini dışa bağımlılıktan kurtarabilmek ve hem de bu iki hassas ürünü imâl ederken elde edilecek kabiliyetleri diğer sektörlere aktarabilmek mümkün olacaktır. Bunların artık özel sektörden beklenmesi anlamsızdır. Devletin Kamu İktisadî Teşebbüsleri’ni devreye sokulup, bu gibi yatırımlar planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir. 

Böylesi azimli ellerce yürütülecek yatırımların hakiki bir sanayi kalkınmasına vesile teşkil etmesi mukadderdir. Yürürlüğe girmiş olan Cumhurbaşkanlığı idare sistemi ile bu tür yatırımların karalılıkla gerçekleştirilmesi imkân dâhiline girmiştir. Artık koalisyon ihtimali olmadığından, yatırımlar açısından uzun vadeli hesaplar yapılabilecek, kayırmacılık, torpil olmadan bu yatırımların icraı mümkün olacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, THY bunun en güzel örneğidir. Belki de yeni idari sistemin en büyük yararı bu sahada olacaktır. 
***
Şu “kanserli” hastayı yara bandı misali palyatif çözümlerle tedavi teşebbüsünü bir kenara bırakıp Üstad Necib Fazıl’ın bundan 64 sene, 15 ekonomik kriz evvel söylediği hakiki iktisadî planlamayı gerçekleştirecek iradeyi kim beyan edecek? Türk siyasî tarihinin çöplüğü, bu irade beyanından kaçan siyasetçilerle dolu ne de olsa.


Baran Dergisi 616. Sayı