Amerika Birleşik Devletleri’nde Joe Biden’ın kazandığı başkanlık seçimlerinde, global salgın hastalık sebeb gösterilerek posta yoluyla oy kullanılmasına izin verilmesi ve Donald Trump’ın bu şekilde oylarının çalındığını iddia etmesi neticesinde yaşanan gerginlik her geçen gün büyüyor.

6 Ocak tarihinde Donald Trump’ın daveti üzerine Washington’da toplanan kalabalığın kongre merkezini işgâl etmesi esnasında yaşanan görüntüler hâlen gözlerimizin önünde. Joe Biden’ın yemin ederek göreve başlayacağı 20 Ocak tarihine yaklaştığımız bugünlerde ise Washington başta olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri’nin eyaletlerinin başkentlerinde askerî darbe yahut işgâl esnasında yaşananlara benzer sahneler medyaya yansıyor. Bilhassa Amerikan kongresi içinde yerlerde yatan askerler ile Washington adeta işgâl edilmiş bir ülkenin başkentini andırıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu ile onu güden ve onun tarafından güdülen Amerikan aşıkları çok da üzülmesinler diye hatırlatmak isteriz ki, Amerikan kongre binasında yerlerde sürünen askerlere kampet tahsis edilerek bu sefalete başka bir sefalet katarak da olsa son verilmiş. Artık kongredeki askerler kampetleri üzerinde, CHP zihniyetini taşıyanlar da huzur içinde yataklarında uyuyabilirler.

Bir Müslüman Olarak Amerika’nın Vaziyetinden Memnunuz

Amerika’da insan hakları, seçim güvenliği, seçmenin iradesinin sandığa yansıması gibi başlıklarda yaşanan krizlerden elbette ki her Müslüman gibi biz de derin bir keyif duyuyoruz. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkıldığı günden beri Müslümanları global sisteme entegre edebilmek için üzerimize tonlarca bomba yağdıran, çocuklarımızı yetim, anne babaları evlatsız bırakan, kadınlarımızın ırzına geçen, hâkim olamasa bile girdiği her yeri hem maddî ve hem de manevî planda içinden fil geçmiş zücaciyeci dükkanına çeviren Amerika’nın yaşadığı krizlerden memnuniyet duymanın aynı zamanda bir iman sağlaması olduğunu bile rahatlıkla söyleyebiliriz.

Hem zaten 15 Temmuz’dan beri FETÖ Türkiye’de eskiden olduğu gibi etkin olmadığı için, Amerika’da yaşanan sıkıntılardan dolayı gözleri tüllenecek, en azından bunu açıktan dile getirecek ve bize karşı çıkacak bir kahpe evladı da yoktur sanıyoruz.

Evrensel Değerler Palavrasının Çıplak Hakikati

İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmi mağlubiyete uğrattıktan sonra dünya çapında bir hâkimiyet hamlesi başlatan Demokrasyalar safının başını çeken Amerika’da, bugün demokrasisinin sorgulanır hâle gelmesi ve hem de bunun Amerika’da yaşayan Lâtinler, mülteciler yahut siyahîler tarafından değil de, tam mânâsıyla Amerikalı olan beyaz adamın kendisi tarafından yapılıyor olması bize kalırsa SSCB’nin yıkılmasından bile ehemmiyetli bir hadiseye işaret etmektedir. Bugün Amerika’da cereyan eden hadiseler dolayısıyla tartışmaya açılan Amerikan seçim sistemi, Amerikan demokrasisi yahut bu tartışmalar esnasında yaşananlar dolayısıyla Amerika’daki insan hakları değildir; bugün Amerika’da cereyan eden hadiseler dolayısıyla tartışmaya açılan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu, SSCB’nin yıkılmasından beri ise tek kutuplu dünya düzeninden neşet eden ve üzerine “evrensel” etiketi vurulan bütün değerler yahut palavralardır.

Üstad Necib Fazıl, “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinin “Türkün Muhasebesi” bölümünde “Bugünkü Dünya”yı değerlendirirken demişti ki:

“Medenî insanlık -ki Batı dünyasından ibaret biliyoruz- bundan evvel işaretlediğimiz şekilde, Batının binbir tezat ve buhranını, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlariyle kökünden tesviye ve tasfiye için ayaklanmış, bütün tezat kutublarına, bütün mevcutlarını teraziye atmak borcunu yüklemiş; kan ve ateş tarlası bir ufuk üzerinde, yarının büyük nizam ve muvâzene şafağını gerçekleştirmek adına, asrımızın bütün cemad, nebad, hayvan ve insan kadrosuna bir mahşer manzarası vermiştir. Şimdi bu mahşer, ruhlarındaki yırtığı, her ân biraz daha genişletirken, maddede kısa ve sahte bir mola, bir vurdumduymazlık devresine girmiş bulunuyor.”

Batı’nın madde planındaki kısa ve sahte mola, vurdumduymazlık devresinin sonuna gelindi artık. Bugün Batı için yeniden şimşekleri ufukta çakmaya başlayan büyük fırtınanın arkasında yatan saiklerin neler olduğuna bakalım.

Batı İçin Çöküş Devresinin Başı Değil, Sonu!

Üretim maliyetinin yüksekliği, yaşlı nüfus ve globalizm dolayısıyla üretim her geçen gün daha fazla Doğu’ya kayıyor. Markaları ve geliştirdiği teknolojiler dolayısıyla memleketler bazında bakıldığında Batı, Doğu’da yapılan üretimin kaymağını yiyor olsa bile elde edilen geliri, fiilî üretim yapmadığı için eşit bir şekilde milletine dağıtamıyor. Bu sebeble bir yandan hem batının kendi içinde ve hem de dünya çapında gelir dağılımındaki adaletsizlik her geçen gün artarken, Batılı memleketler kendi içlerindeki işsizlik sorununa çözüm getirmek noktasında aciz kalmış bulunuyorlar. İktisadın en karmaşık sahası olan finans planında son derece karışık işlemleri bile pratik hâle getirerek çözüme kavuşturabilen Batı, iş, iktisadın tarifinde bile kullanılan en temel ekonomik meseleler olan barınma ve beslenmeye gelince, bu soruna bir çözüm getirmek noktasında aciz kalıyor.

Bir tarafta, gerekirse dünya hükümranlığını bir kenara bırakıp, olmadı yalnız belli başlı başlıklara odaklanarak geri kalan meseleleri kaderine terk etmek bahasına kendi içine doğru çekilip, kaynakları kendi milletine tahsis etme; diğer tarafta ise global şirketlerin de baskısıyla kendi milletini ikinci plana atıp, dünya çapındaki hükümranlığı sürdürmek davası… Bu iki seçenek arasında muvazene kuracak üçüncü bir siyaseti haiz olmadıkları, beşerî meselelerin çözümü ile zaten alâkadar olmadıkları için de ortaya kendilerinin koyduğu ve dünyanın geri kalanına da medeniyetin, modernizmin olmazsa olmazı diye dayattıkları varlık sebeblerini bile inkâra varacak davranışlar içine girmek zorunda kalıyorlar.

Türkiye İçin Mahallî Süper Güç’ten Cihan Hakimiyetine Uzanan Yol Açılıyor

Amerika’da bu hâlin yaşanması elbette ki en çok Türkiye’nin işine yarıyor.

Son yıllarda Batılı kaynaklarda Türkiye için sıkça kullanılan bir ifâde var, “mahallî süper güç” diye. Gerçekten de çevremize bakıldığında görüleceği üzere, ki bu çevreye Avrupa’yı da dâhil etmek mümkün, Türkiye mahallî bir süper güç hâline gelmiştir. Buna karşılık mahallî bir süper güç olan Türkiye için global süper güçler hâlen tehdit arz etmektedir. Amerikan menşeili başarısız 15 Temmuz darbe girişimi ve bununla eş zamanlı olarak işletilen ve günümüze dek süren Türkiye’yi İslâm âleminden tecrit etmek üzere Suriye’nin kuzeyinde de facto bir devlet kurma girişimleri göstermektedir ki, Amerika Türkiye için en büyük tehdit unsurudur. Bu sebeble, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi içinde yaşayacağı bir kargaşa, iç savaş ve hatta dağılma sürecinden en çok istifade eden yine Türkiye olacaktır. Belki de Türkiye’nin mahallî süper güç sınıfından global bir süper güç sınıfına atlamasına bile vesile teşkil edebilecek hadiselerdir bunlar. Tabiî her zaman dikkat çektiğimiz üzere, Türkiye’nin bu süreçte kendi iç oluşunu tamamlaması son derece önemlidir; ve Amerika’nın böylesi bir vaziyetin içine düşmesinin, Türkiye’nin iç oluşu sürecinde olmazsa olmazı iç ihanet şebekeleri ile hesaplaşma noktasında önünü açacağından hiç şüphemiz yoktur.

Kısasta Hayat Vardır

Amerika’da Biden’ın şaibeli bir şekilde seçimleri kazanması dolayısıyla yaşanan olaylarla beraber gündemin bir diğer maddesi de başta Amerikan kongresinin işgâli olmak üzere bu olaylara sebebiyet verdiği iddiasıyla Donald Trump’ın cezalandırılmasının istenmesi. Cumhuriyetçilerin bile birçoğunun bu kanaatte olduğunu yapmış oldukları açıklamalardan görüyoruz. Şaibe karıştırıldığı iddia edilen bu seçimlerde Joe Biden’ın aldığı 81 milyon oya karşılık Donald Trump’ın aldığı oy sayısının 79 milyon olduğu ise nedense gözardı ediliyor. Türkiye’nin toplam nüfusu kadar sayıda oy alan bir adaydan bahsediyoruz.

Şimdi, biz de bu vesileyle diyoruz ki, Türkiye, Amerika’nın sabık başkanı Donald Trump’a, eğer ki orada yargılanması ve cezalandırılması gibi bir durum söz konusu olursa, siyasî sığınma hakkı tanısın. Donald Trump’a tanınacak siyasî sığınma hakkının açıklamasında da mutlaka ama mutlaka “sıradışı yetenek” vurgusuna yer verilsin. Bu “sıradışı yetenek” ibaresinin yanına ister siyasî, isterse tüccar vurgusu getirilsin ama muhakkak yer verilsin. Trump’ı sıradışı bir diğer yetenek olan Fettoş ile takas da edebiliriz yahut olası bir Amerikan iç savaşını bastırsın da hükmetsin diye Amerika’ya geri de gönderebiliriz.

Bunları hep Amerika’dan beklememek, arada bir de olsa inisiyatif almak gerek, değil mi?

Baran Dergisi 732.Sayı