Son 70 senedir Amerika’nın vesayeti altında yaşıyoruz. Ondan evvelki 25 sene de İngiliz hegemonyası altında geçmişti zaten. İkinci Dünya Savaşından sonra iki kutba ayrılan dünyada Türkiye’ye biçilen rol Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine karşı ileri karakol olmaktı. Devletin en hayatî organlarından ordu ve istihbarat teşkilâtı bu vazifeye göre baştan ayağa Amerika’nın emrine tahsis edildi. 15 Temmuz’dan sonra birçok FETÖ mensubunun ayıklanmış olmasına rağmen her iki kurumdan da buram buram tüten Amerikan kokusu, bu sinmişliğin alâmetidir. Dikkat buyurun, orduya ve istihbarat teşkilâtına sızmış değil, sinmiş...
***
Hürriyet Gazetesi’ne konuşan ABD’nin eski Büyükelçisi James Jeffrey diyor ki:
- “Erdoğan Washington’da sevilmiyor. Erdoğan Avrupa’da da sevilmiyor. Otoriter görülüyor ve iyi bir oyuncu olmadığı düşüncesi hâkim. Batı daha önce Erdoğan’dan daha otoriter olan çok liderle muhatap oldu, olmaya da devam ediyor. Ama fark şu; Suudlar, Mısırlılar – lisanımı maruz görün – her koşulda bize yaltaklanıyor. F-16’ları, müttefiklik ilişkilerini falan düşünerek bizimle aynı değerleri paylaşıyormuş gibi yapıyorlar. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor, dostumuz olmaya çalışmıyor. Ondan daha otoriter liderler ise dostumuzmuş gibi poz yapmakta beis görmüyor. Çok yakın zamana kadar Putin bile böyle davranıyordu. Erdoğan Washington’da bu yüzden sevilmiyor. Biliyorum hiç adil bir durum değil.

- “Erdoğan’ın da ötesinde Washington’da genel olarak Türklerden hoşlanmama durumu da var. Türk ordusu çok zor, selam çakıp IŞİD’le savaşmaya gitmiyorlar, aylar süren müzakereler oluyor. Başka ülkeler ise 4 uçak gönderip IŞİD’le savaşıyorum diyor. Aslında hiçbir şey yapmıyorlar ama olumlu puan alıyorlar. Yani demem o ki Washington’da genel olarak hükümetinize karşı bir güvensizlik var ve sevilmiyorlar. Washington böyle bir ruh hali içindeyken darbe teşebbüsü gündeme geldi.
***
Şunun artık net bir şekilde anlaşılması icab ediyor. Devlet erkânı ve bir kısım medyanın Üst Akıl diye tanımladığı, Amerika’yı bir mayın eşeği gibi maharetle kullanarak kendilerini gizleyen Siyonistlerdir ve bunların derdi para, pul değil. Bunlar kendilerini “Olimpos Dağı’ndaki tanrılar” olarak görüyor ve dünyanın geri kalanına da kul muamelesi yapıyorlar. Uzun bir süredir karşılarındaki kuyrukçulardan almış oldukları reaksiyonlar ile kendilerinin tanrı olduğuna da öylesine inanmışlar ki, aksi bir hâl ile karşılaştıklarında buna tahammül edemiyorlar. Üstad Necib Fazıl, Yahudiyi “onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyecek lânetlilerdir” diye tanımlardı hatırlarsanız.

15 Temmuz’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef almalarından evvel Şehid Saddam Hüseyin’e ve Muammer Kaddafî’ye karşı başlattıkları savaşın ardındaki temel saik de konuşulanın aksine petrol falan değildi. Bunların bütün dertleri mutlak (!) hükümranlıklarını kabul ettirmek… Oysaki dünya konjonktürü bilhassa bugün böylesi bir hegemonyayı kabul etmek zorunda değil. Senelerdir bilhassa doğulu Müslüman toplumlara yönelik olarak sistemli bir şekilde gerçekleştirdikleri kültür emperyalizminden bekledikleri verimi bir türlü alamıyorlar. Hele ki Ehl-i Sünnet toplumlar maruz kaldıkları Batılılaştırma operasyonu karşısında teslim olacakları yerde her geçen gün daha da bileniyor.

Bugün FETÖ vesilesiyle görüyoruz ki, Ehl-i Sünnet’e nüfuz edemediklerini kendileri de fark etmiş ve dini içten yıkmak üzere bir hain “prototip” imâl edip 40 sene boyunca ince ince işlemişler. Eğer ki başarılı olsa merkezde Anadolu’yu, ardından ikinci daire hâlinde İslâm âlemini ve ardından bütün bir doğuyu teslim alacak sırrı aslında keşfetmişler. Çünkü Ehl-i Sünnet Anadolu’nun düşmesi demek, bütün bir doğunun düşmesi demek. Rus bunu kendisi de görmüş ve ikrar etmiş vaziyette. O da diyor ki; “Amerika’nın mutlak güdümündeki Vahhabî-Selefî çizgi karşısında Şiî İran ile zaten ittifakım var ve bu ittifaka Ehl-i Sünnet’in lideri olması mukadder olan Anadolu’yu da çekebilir, Çin’i de bu ittifaka entegre edebilirsem, Amerikan hegemonyasını bertaraf edebilirim.” Tam da bu yüzden Vladimir Putin’in Akıl Hocası olan ve Siyonistler tarafından her fırsatta hedef gösterilen Aleksandr Dugin’i, 15 Temmuz tarihinde Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin kabri başında Büyük Doğu’yu selâmlarken buluyoruz. Aynı tarihte Henri Barkey ve Graham Fuller’in  FETÖ’nün askerî darbesi başarılı olsa geri kalacak Anadolu’nun leşini didiklemek için İstanbul’da akbabalar gibi beklediğini hatırlayacak olursak, Dugin’in selamını “alıyoruz!” Dostça uzatılan her eli sıkarız; fakat haince, sinsice Anadolu’ya uzanacak eller evvelâ 15 Temmuz’a baksın ve bir kez daha düşünsünler.

Global dünya düzeni içinde jeostratejik güç odakları belli... Bunlar arasında kurulu olan hassas denge de belli… Dolayısıyla bu denge içinde biz artık rol biçilen değil, rolünü arayan olarak kendi dengemizi inşâ etmek zorundayız. Her ne kadar tanrı kompleksliler zaman zaman darbe teşebbüsü gibi saçmalıklara yeltenseler de Türkiye’den vazgeçemezler. Böyle bir lüksleri yok! Hem zaten son üç asrın en büyük projesinin ellerinde patlamış olmasından kaynaklanan travmayı da öyle birkaç günde atlatamazlar.

Dünya dengelerinin üzerine kurulduğu Avrasya haritasında Türkiye kilit taşı noktasında bulunuyor. Bundan dolayı kimse fazla burnu havada dolaşmasın. Türkiye hangi tarafa meylederse, bir ânda onun kefesinin ağır basacağı bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla birinci önceliğimiz iç meselelerimiz.
***
En hayatî ve acil meselemiz memleketin “güvenlik bürokrasisini” ayakta tutmak. Başta dediğimiz gibi sızılmış değil, içine Amerika sinmiş bir güvenlik bürokrasisi var. Ordu, emniyet, yargı ve istihbarat müesseseleri son derece hızlı ve kararlı adımlarla tamamen millîleştirilmelidir. Sınavla adam almanın liyakat değil ihanet kriteri hâline döndüğü Türkiye’de, bu müesseselere “kefâletle” atamalar yapılması ve devletin kendi bekasından emin olması sağlanmalı…

Amerika, 15 Temmuz’daki darbe girişiminin başarısız olmasıyla beraber karşı tarafa düşmüş vaziyette… Dolayısıyla belki kendimizi toparlayana kadar NATO içinde kalmamız icab edebilir; fakat artık Amerika’ya karşı müttefik olarak herhangi bir yükümlülüğümüz kalmamıştır. Bu sebeble, NATO üsleri haricinde Amerika’ya tahsis edilmiş bütün askerî üsleri, kendi güvenliğimiz için kapatmamız icab ediyor. Kürecik vesaire dâhil hızlı bir şekilde Amerikan üslerini kapatmak son derece önemli…

İncirlik Üssü’nde NATO’nun Anadolu’ya konuşlandırdığı atom bombaları bize kalırsa son derece büyük bir tehdit altında… IŞİD’in bu silahları ele geçirmek üzere ciddi planlar yaptığı son gelen haberler arasında… İncirlik Üssü’nde görevli Amerikalı komutanın 15 Temmuz gecesinde oynadığı role bakacak olursak, artık onlara da güvenemeyiz ve bu silahları güvenli bir yere nakletmekle mükellefiz. Dünya kamuoyunun da, IŞİD’in ele geçirme ihtimâline karşı bize emanet edilmiş olan atom bombalarını emniyete almış olmamızdan rahatsızlık duyacağını hiç zannetmiyoruz. Gerek kendi, gerekse dünyanın güvenliği için bu hayatî görevin bir ân evvel yerine getirilmesi icab ediyor.

“Müttefik” Amerika’nın darbe girişimindeki alenî rolü, Anadolu’nun güvenliğinin artık sözde müttefiklerimize bırakılamayacağını acı da olsa bize ihtar etmiş bulunmakta. Bundan dolayı da geçtiğimiz senelerde rafa kaldırılan hava savunma sisteminin Çin’den bir ân evvel satın alınması veya milli bir hava savunma sisteminin son derece hızlı bir şekilde Anadolu’ya konuşlandırılması çok önemli. Artık üç kuruş pahalı, iki kuruş ucuz hesabı yapmadan bize ait bir hava savunma sisteminin kurulması gerekiyor.

Aciliyet ve hayatiyet arz eden bu maddî işlerin yanı sıra bir de iç meselelerimiz var. Bunların başında da kimlik, hüviyet meselesi geliyor. Türkiye’nin artık Anadoluculuğu samimi bir şekilde kendisine kimlik hâline getirmesi gerekir. Birçok ırktan insanın yaşadığı Anadolu bütünlüğünün korunması adına son derece ehemmiyetli olan bu adım, Anadolu’nun çimentosu İslâm’ın artık temel “referans” kabul edilmesine de vesile olacaktır.

E tabiî bu hüviyet ile beraber bir diğer mesele de Suriye’den kaynaklanan sınır tehdidi. Döndük dolaştık ve başta dediğimiz “Suriye meselesinde çözüm merci Amerika değil Rusya’dır” noktasına geldik. Artık bu işin de bir ân evvel hâlledilmesi hem güvenliğimiz ve hem de orada akan kanın durması için gerek. ABD nasıl ki 15 Temmuz’da Türkiye’ye karşı Fettoş’un yanında pozisyon aldı, aynı şekilde Suriye’de de Türkiye’ye karşı PKK’nın yanında duruyor. Bunu yaparken bir de hiç utanmadan Amerikan yargısının bağımsızlığına vurgu yapıyor. Amerika tarafını kendisi seçti ve dediğimiz gibi bu konjonktür içerisinde özgül ağırlığımız dolayısıyla tedirgin olması gereken biz değiliz, onlar... Artık biraz da onlar düşünsünler.
***
Bir de şu medya... Bunların fikir diye yaptığı dedikoduyu dinlemekten ve ciğerlerinin kokusunu saça saça mama peşinde oynadığı köşe kapmacayı seyretmekten midemiz bulanıyor. Kim buna bir dur diyecekse desin. Bir milletimizin ferasetine ve basiretine bakın, bir de medyada köşe tutan şu sefillerin çapsızlığına. Bu millet böylesine güdük tiplerin karanlığında boğulmayı hak etmiyor...
***
Hâsılı kelâm, bunlar tabiî bir iki günde halledilecek cinsten değil; biraz vakit alacak işler. Biz de bu vesileyle aciliyet arz eden hayatî hususların olabildiğince altını çizmeye çalıyoruz ki, bundan sonra meydana gelecek saldırılara tedbirsiz yakalanmayalım. Gelebilecek demedik dikkat ettiyseniz, gelecek dedik; çünkü bu tanrı kompleksliler haşa Allah’a dahi savaş ilân ettiklerini zannediyor ve hele ki bizi insan yerine bile koymuyorlar. E tabiî bu komplekslerinden dolayı savaş ilân ettiklerini sandıkları Allah’ın, bin senedir “Müntakîm” ismine bizi memur ettiği de hiç ama hiç akıllarına gelmiyor. Allah akıllarına gelmeyeni başlarına getirsin inşallah. 

Baran Dergisi 501. Sayı