IKBY yönetimini referanduma iten amiller nelerdir?
Türkiye’de IKBY referandumu Barzani’nin şahsı üzerinden yorumlanıyor... Referandumun Barzani’nin heveslerinin neticesinde gerçekleştiği söyleniyor. Referanduma gidilmesinin en büyük sebeplerinden birisi, Kürtler, mevcut durumun sürdürülemez olduğunu düşünüyordu. Özellikle 2007’den sonra Bağdat merkezî yönetimiyle IKBY arasındaki problemler artık çözülemez duruma gelmişti. Problemlerin çözülememesi neticesinde referandum gündeme geldi. Referandum mevzuu aslında sadece bugünün meselesi değil, uzunca bir süredir Kürdistan yönetiminin gündeminde olan bir mevzu. 2003-2005-2007 ve 2014’te referandumun yapılması zaman zaman gündeme geldi. Özellikle 2014’te Daiş saldırısıyla birlikte referandum yapmanın maddî şartları ortadan kalkınca, ertelendi. Aradan geçen süre içerisinde merkezî hükümet ile yaşanan sorunlar çözülmedi aksine daha da derinleşti. 2014’ten beri anayasaya göre Bağdat yönetiminin IKBY yönetimine göndermesi gereken bütçeden alınan payı gönderememesiyle sorunlar daha da derinleşti. Barzani yönetimi referandum için doğru zamanın bugün olduğunu düşündü. Yarın bir gün DAİŞ’in Irak’tan temizlenmesiyle birlikte Bağdat yönetiminin referanduma daha sert tepki vereceğini, hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini düşündüler. Dolayısıyla 25 Eylül’de referandum yapıldı. 

2014’teki kritik süreçten bahsettiniz. Türkiye o süreç içerisinde Barzani ile yakın ilişkiler sürdürüyordu. Referandum mevzuu Türkiye ile konuşulmuş muydu o dönem?
2014-2015’te çok tartışılan bir meseleydi referandum. Barzani’nin 2015’te Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı bir gezi var. O geziden sonra yaptığı açıklamada Bağımsız Kürdistan vurgusu söz konusu. Barzani’nin “Bağımsız Kürdistan” vurgusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorulduğunda, Erdoğan “bu Irak’ın iç işlerine dair meselesidir, birincil derecede onları ilgilendirir” dedi. Türkiye bu durumu o zaman da biliyordu. Dolayısıyla söz konusu referandumu yeni çıkmış gibi takdim etmek ve bunun üzerinden siyaset kurmak yanlış. Hem Barzani hem de IKBY bölgesi, Bağımsız Kürdistan’ı amaçladıklarını gizlemediler. Bunu her zaman açık bir şekilde dile getirdiler. Referandum bir günde ortaya çıkmış bir şey değil, böyle bir şeyin olacağı çok açıktı.

Türkiye siyasetinin o günden bu güne düştüğü tenakuzun sebebi ne?
7 Haziran’da bağımsızlık referandumunun yapılmasına dair karar alındığında, Türkiye son derece mutedil bir tepki gösterdi. Tarafları diyaloga davet etti, “istikrarsızlığa sebebiyet verebilecek herhangi bir adım atılmamalı” dedi. Bence bu siyasî adım olması gerektiği gibiydi. IKBY referandumun bir hafta öncesinden bugüne kadar gelen dil, eski ifadelerle tenakuz hâlinde. Bunun iki sebebi var. Birincisi, Türkiye IKBY referandumunu beka meselesi olarak kodluyor ve bunun üzerinden siyaset inşa etmeye çalışıyor. Oysa ben bu meselenin, Türkiye’nin beka meselesi olduğu kanaatinde değilim. Kaldı ki iki yıl önce beka meselesi olmayan bir şey, bugün nasıl oluyor da beka meselesi hâline geliyor. İkinci olarak da, ben daha çok iç siyasetin etkili olduğu kanaatindeyim. İktidar, son dönemde milliyetçi politikalar seyrediyor. Savunduğu milliyetçi argümanlar bu kadar sert bir dil kullanmalarını zaruri kılıyor. Yani bugünkü yapılan söylemlerin 2019 seçimleriyle ve Ak Parti’nin fiili olarak MHP ile yaptığı ortaklıkla yakından bağlantısı var. IKBY’ye gösterilen tepkilerin Türkiye’ye ne ekonomik olarak ne de diplomatik olarak yaradığını düşünmüyorum. Bu söylemler Türkiye’ye zarar veriyor.

Sürdürülemezlikten bahsettiniz. Ortada bir ulus devlet yapısı var. Bu ulus devlet yapısı Sykes-Picot sonrası Ortadoğu’yu paramparça etti. Osmanlı topraklarında küçük devletler meydana çıktı. Bugün de Suriye ve Irak’ta yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda, daha da küçük devletçikler oluşturulmak isteniyor diyebilir miyiz?
Kürdistan’ın şu anki bağımsızlığı fiilî bir durum ve hukukî bir sürece girilme çabasında. IKBY uzunca süredir devlet gibi hareket edip, devlet gibi muhatap alınıyordu. Bağdat merkezî hükümetiyle herhangi bir bağlantısı olmaksızın uluslararası aktörlerle siyasî ve ekonomik anlaşmalar imzalıyordu. Söz konusu anlaşmaları hayata geçirmeyi de başarıyorlardı. IKBY ile merkezi Bağdat yönetiminin arasındaki sürdürülemezlik var. Bu sürdürülemezliği “kutsal birliği korumak” diye savunmaya çalışmak çok çelişkili bir şey bence. Zaten Irak herhangi bir şekilde toprak bütünlüğünü savunacak yapıda olmadığı gibi bir birlik de değil. Özellikle Irak merkezi hükümetinin politikaları ülkedeki kamplar arasında ciddi kırılmalar meydana getirdi. İnsanların bir arada yaşaması çok daha zor hâle geldi. “Yeni Kürt devleti ortaya çıkmasın” diye mevcut statükoyu zorlamak ne Irak’a ne Kürdistan’a ne de Türkiye’ye fayda sağlamıyor. Yapılması gereken şey müzakere etmektir. Müzakereler neticesinde şartların göz önüne alınması gerekiyor ve en az nasıl zarar alınır onun hesaplanması gerekiyor. 

Irak’taki mevzu bu; ama ulus devlet yapılanmasıyla tüm İslâm dünyasında sürdürülemez bir politik atmosfer ortaya çıktı ve bu yüzyıldır zorlanıyor. Bu anlayıştan vazgeçmek gerekmiyor mu? 
Fiili olarak devletler bunun sorun olduğunu düşünmüyorlar. Şu andaki Arap devletleri kendi ulus devletlerinden vazgeçemiyorlar. Bunu da İslâm dünyasında bir problem olarak görmüyorlar. Çok sayıda Türk kimlikli devlet var, onlar da kendi ulus devlet yapılarından vazgeçme gibi bir çabanın içerisinde değiller. 

Türkiye IKBY referandumunu beka problemi olarak gördü. Peki, İran’ın bu denli sert tepki göstermesinin sebebi nedir?
Bunun da birkaç sebebi var... İran, Irak üzerinde hâkimiyet kurmuş durumda. Dolayısıyla Irak’ın kaynaklarını ve siyasetini doğrudan belirleyecek bir güç konumunda. Kürdistan’ın bağımsızlığıyla Irak’ın kaynaklarının bir kısmı da Barzani yönetiminin eline geçecek. İran’ın bu bölgedeki etkisi de kırılacak ve İran’ın Irak’tan sağladığı menfaat de azalacak. İran bunu istemiyor; çünkü, İran, Kürdistan’da doğacak bağımsız bir yönetimin ABD, Türkiye ve Batı ile yakın ilişkileri olacağını düşünüyor. İran bu senaryoyu istemiyor... Ayrıca İran Ortadoğu’da uzunca bir süredir yayılmacı siyaset izliyor. İranlı siyasî aktörlerden şu ifadeleri duymak mümkün, “şu anda dört tane Arap başkentini yönetiyoruz” gibi ifadeleri dile getiriyorlar. Kürdistan’ın kurulmasının, İran’ın yayılmacı politikasını engelleyeceği kesin. İran, Amerika’nın kendisini çevreleme siyasetinin yakında daha da yoğunlaşacağını biliyor. Bağımsız bir Kürdistan’ın ise bu siyasetteki önemli aktörlerden biri olacağından korkuyor. Bu nedenle çok sert çıkıyor.

İsrail, bağımsız Kürdistan’ın kurulmasına yakından destek verirken, ABD görünürde biraz çekingen davrandı. İran’ın Irak üzerinde etkisinin armasının da ABD’nin işgali vasıtasıyla olduğu düşünülürse, İran’ın korku ve kaygılarının bir hakikati var mı?
İran’ın şöyle bir geleneği de var; Kürdistan’ın bağımsızlığının bir dengeleme yolu olduğunu görürse, Kürdistan ile yakın ilişkiler içerisine girebilir. Yani Kürdistan’ı kendisine zarar veremeyecek bir yapı hâle dönüştürmek için birtakım adımlar atabilir. İran’ın Ortadoğu’daki siyaseti zaten hep bu mantalite üzerinden devam etmiştir. Amerika ise bağımsız bir Kürdistan’a karşı değil. Ama Kürdistan’ın zamanlamasına karşı. Amerika’nın şu an iki önemli önceliği var. Birisi DAİŞ ile mücadele. ABD, Kürdistan mevzuunun DAİŞ ile mücadeleye engel olabileceğini düşünüyor ve bunu istemiyor. Bir başka husus da 2018’de Irak’ın genelinde seçimler olacak. ABD bu seçimlerde İbadi’nin kazanmasını istiyor. İbadi kazanırsa, İran’ın Irak üzerindeki etkinliğini dengeleyebileceğini düşünüyor ABD. İbadi’nin kaybetmesi, Maliki’nin kazanması hâlinde bu ihtimalin ortadan kalkacağını düşünüyor. ABD bundan korkuyor; ama referandumdan sonra gelen açıklama da çok önemli. ABD, referandumdan sonra, “referandumun yapılmasını istemediklerini ve hüsrana uğradıklarını” ifade etti. Hemen arkasından ise “Kürdistan’la tarihî ilişkilerimiz var, bu ilişkilere zarar gelsin istemiyoruz” dedi. ABD referandumun öncesinde her ne kadar karşı çıksa da, sonrasındaki süreci ayrı bir şekilde ele alacak ve bunun üzerinden siyaset yürütecektir.

ABD yakın bir dönemde bağımsız Kürdistan’ı tanıma gibi bir hamle yapabilir mi?
Kürdistan yönetimi bu konuda acele etmeyecektir. Bağımsızlık referandumunun yapılması çok uzun süre verilen mücadeleden sonra gelinen bir aşama. Şu anda bölge ülkelerinin çok sert tepkileri var, ABD bu tepkilerin daha da artmasına sebebiyet verecek bir siyaset izlemeyecektir. Daha mutedil bir siyaset geliştirecektir. Kürdistan yönetimi ilk etapta bir müzakere döneminin açılmasını planlayacaktır. Bu müzakereler başta Irak merkezi yönetimi olmak üzere Türkiye ve İran gibi komşu ülkelerle gerçekleşecektir. Öte taraftan uluslararası kamuoyundan bağımsızlığa yönelik desteğin alınmasına dair diplomatik faaliyetler yürütülecektir. Çok kısa süre içerisinde bağımsızlık ilan edilmesini beklemiyorum. ABD ve diğer devletlerin de bunu tanıma teşebbüsünde bulunacağını düşünmüyorum.

İran Şii yayılmacılığı politikasıyla hareket ediyor. Bu da Türkiye’nin etrafında Şii hilâli oluştuğunda dair ifadelerin gündeme gelmesine sebep oldu. Türkiye’nin tabiî hinterlandı olan Sünni-Arap dünyasıyla kavuşmasını engelleyen bir hat ortaya çıktı. Türkiye’nin güneyinde PYD koridoru mevzuu gündeme geldi. Şimdi de Barzani’nin bağımsızlık referandumu. Türkiye için Şii İran’ın politikası mı beka problemi oluşturur, yoksa Barzani’nin bağımsızlık referandumu ve PYD koridoru meselesi mi? 
İster deklare edilsin ister edilmesin, Türkiye ile İran arasında bütün Ortadoğu’ya yayılmış ciddi bir mücadele var. Dengeleri belirleme, oyun kurma, en önemli aktör olma gibi amaçlar doğrultusunda bu rekabet sürüyor. İran’ın Türkiye’yi çevreleyen bir Şii hilâli kurma çabaları Türkiye açısından önemli bir tehlike. Nitekim hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de hükümet yetkilileri bunu defalarca dile getirdiler. Bu iki meseleyi de tarihe bakarak değerlendirmek gerekiyor. Kürdistan’a gelince, 1991’den beri gelen bir süreç var. Bu süreç içerisinde gördüğümüz şu ki, Türkiye önceleri Irak’ta federe dahî olsa bir Kürt yönetiminin oluşmasını kendisi için çok ciddi bir tehdit olarak algılıyordu; ancak özellikle 2005’ten sonraki süreç gösterdi ki, Türkiye’nin bu korkuları son derece yersiz ve gerçeklik tabanı yok. Referandum sürecine kadar, “Türkiye’nin bölgedeki en önemli müttefiki kimdir?” diye kime sorarsanız sorun alacağınız cevap “Kürdistan yönetimi” olurdu. Bir Kürt devletinin Türkiye için bir tehditten ziyade fırsat olduğunu düşünüyorum. Türkiye bu ilişkileri daha da geliştirebilecek bir zemine kavuşabilir. Bugün Kürdistan yönetiminin petrolleri Türkiye üzerinden dünya pazarlarına aktarılıyor. Almanya’dan sonra en fazla ihracatı Kürdistan yönetimine yapıyor. Ekonomik anlamda çok ciddi bir entegrasyon süreci söz konusu. Doğal olarak Türkiye’ye bakan ve Türkiye’nin çekim alanında kalacak bir Kürdistan’ın, Türkiye’nin bölgedeki elini güçlendireceği kanaatindeyim.

Anladığım kadarıyla uzun vadede bir devlet kurulacak. Türkiye’nin bu sahayı İran, ABD ve İsrail gibi devletlere bırakmaması gerektiğini mi söylüyorsunuz?
Evet, bu süreç uzun sürecek. Ne zaman bağımsızlık ilân edilir, uluslararası kamuoyu ne zaman hazır olur bilmiyoruz. Referandum Kürdistan’ın bağımsızlığını bir hukukî ve siyasî süreç hâline getirmiştir. Türkiye’nin de buna göre bir pozisyon alması gerekir. Türkiye’nin Kürt fobisinden arınması lâzım; çünkü Türkiye Kürtlerle birlikte daha büyük bir devlet olabilme potansiyeline sahiptir. 

Son sayımızda “İttihâd-ı İslâm Davasının Ayrılmaz İki Kardeşi Türkler ve Kürtler” manşetini attık. Tarihî olarak Türkler ve Kürtler birlikte mücadele etmiş, yekvücud iki millettir. Bu mücadelede karşı cephenin en önemli unsurlarından birisi ise Farslılar olmuştur. O durumdan, bugün, Türkiye’nin Kürtlere karşı İran ile birlikte hareket eder, aynı safta buluşur vaziyete gelmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Ciddi bir hata yapılıyor. İran ve Irak merkezî hükümetiyle birlik olup Kürtlere cephe almak Türkiye için çok yanlıştır. Tarihin önemli kırılma noktaları var ve bu önemli noktaların Türkler ile Kürtler arasındaki kardeşlik hukukunun geliştiği demlere tekabül ettiğini görüyoruz. İster 1071 Malazgirt Zaferi’nden başlatın, ister Millî Mücadele döneminden… Bu tarihî birlikteliğe zarar verecek bir siyasetten uzak durmak bir mecburiyettir. Bir de şunu asla unutmamak gerekir ki, dünyadaki Kürtlerin yarısından fazlası Türkiye’de yaşıyor. Dolayısıyla bir siyaset belirlerken bu sosyolojiyi de göz önünde bulundurup, onları herhangi bir şekilde rahatsız edecek bir dil kullanmamak gerekiyor. Türkler ve Kürtler’i ortaklaştıran birçok müşterek payda var. Aynı dinin, yani İslâm dininin mensubu olmaları başlı başına yeter ki, bugüne kadar Türkler ile Kürtler’in arasını açmaya yönelik hiçbir şey bu sebep dolayısıyla başarıya ulaşamamıştır. Türkler ile Kürtler, Türkiye’de iktisadî, içtimaî ve kültürel olarak iç içe geçmiş durumdalar. Bu birlikteliği güçlendirecek politikalar üretmek lâzım.

Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 560. Sayı