Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduklarını söyleyerek, Carlos’a nasıl olduğunu soruyor.)
Artık günden güne normal hayata geri dönüyorum.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl peki? (Av. Yılmaz, kendisini “dün” ziyaret ettiklerini, O’nun da iyi olduğunu belirtiyor.)
Durumunda herhangi bir gelişme yok mu? (Av. Yılmaz, olmadığını ifade ediyor.)
Kayınbiraderiniz cezaevinde mi peki; dışarıya çıktı mı? (Av. Yılmaz, Ali Osman Zor’un da hâlâ cezaevinde olduğunu söylüyor.)
Türkiye’deki Venezüella büyükelçisini unutmadınız değil mi? (Av. Yılmaz, sözkonusu büyükelçinin isim ve adres bilgilerini isteyen Carlos’a, unutmadığını, “gelecek hafta” göndereceği diğer dergi ve evraklarla beraber o bilgileri de postaya vereceğini ifade ediyor.)
İnternet dergilerini diyorsunuz, tamam, “avukat mektubu” olarak hepsini birlikte gönderirsiniz.
Hakkında konuşulacak birçok şey, devam etmekte olan birçok gelişme var. Dünyadaki bunca gelişme arasından birisini seçmek güç ama, Türkiye’nin dibindeki gelişmelerden, Suriye ve Irak’tan bahsedelim dilerseniz.
Irak’la ilgili olarak sözkonusu olan bir gelişme, cidden çok ilginç.
Biliyorsunuz, Amerika Birleşik Devletleri, Şehid Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in stratejik hatasından ve onun daha makûl bir şekilde yapabilecekken yanlış bir tarzda Kuveyt’i işgal etmesinden dolayı 1991’den itibaren Irak halkına saldırdı. Hattâ bir dönem, kötü beslenme, kötü içme suyu, ilaç yetersizliği ve Amerikan bombardımanı sırasında yayılan uranyumdan kaynaklı radyasyon sebebiyle, içinde bebek ve küçük çocukların da bulunduğu bir buçuk milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Bu süreçte, Irak tüm teknik altyapısını, aynı şekilde elektrik ve su arıtma tesislerini kaybetti. Şimdi, böylesine ağır bu yıkıma rağmen, orada hâlâ sağ kalan insanlar var. Ne var ki, doğru düzgün bir hükümet henüz teşekkül ettirilemedi orada.
Ümidim o ki, Baas Partisi’nden milliyetçi unsurlar ve direnişe katılan Şiî unsurlar kendi aralarında birleşip, bilâhare İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad ile de bir ittifak kurabilsin ve böylece Irak’ta daha iyi bir rejime vücud verebilsinler. Çünkü şu ânda mevcud olan hükümet, tamamen ortadan kaldırılması ve bir kenara atılması gereken bir yapılanmadır.
Aynı çerçevede, siyonistlere karşı ön cebhemiz olan Suriye’de de inşallah daha iyi daha güçlü bir rejim kurulur, Suriye’deki tüm azınlıkların hakları Kur’anı temel ilham kaynağı ilân eden bir anayasayla kanunlar tarafından teminata kavuşturulur ve bu sâyede, İran’dan Lübnan’a kadar sapasağlam bir platform hayat bulur. Şayet Suriye’deki Alevî azınlık diğer Suriyelilerin de tanınması gereken temel hakları bulunduğunu farkedemezse, bu tutumları tüm bölgenin yıkımına sebeb olacaktır.
Sizlerle paylaşmak zorunda olduğum gelişme şu ki, ABD, füze savunma sistemi kurma maskesi altında, işgalci siyonist İsrail devletine binlerce Amerikan askeri sokmuştur bugün. Henüz niyetlerini tam olarak netleştirmiş değiliz ancak yaşanan durum budur. İsrail gibi gelişmiş bir askerî uzmanlığın ve mühendisliğin mevcud olduğu bir yerde, birkaç yüz Amerikan teknisyeninin yeterli olacağı bir iş için binlerce Amerikan askerinin İsrail’e sokulması, bunların Suriye ve Lübnan’a saldırmaya hazırlandıkları ve bu saldırılar için bir üs oluşturdukları anlamına geliyor bence.
ABD’nin bölgedeki stratejisi açısından Türkiye de bir rol oynuyor. Ancak hâdise, bu kez NATO güçleriyle birlikte Lübnan ve Suriye’ye oradan saldırmak olarak görünüyor.
Dediğim gibi, niyetleri henüz tam net değil. Fakat Siyonist düşman ve onların Amerikalı emperyalist efendilerinin Libya’daki duruma bakıp, şimdi kendileri için bu bölgede de bir şans gördüklerini söyleyebilirim. Şöyle ki, Libya’da olup bitenler karşısında hem Rusya hem de Çin, Libya’yı yüzüstü bıraktı ve hiçbir şey yapmadı. Burada Şehid Kaddafî’nin hatalarını da zikretmemiz gerekiyor elbette. O ki Libya’daki iktidar mevkîlerini Batı taraftarı unsurlara emanet etti. Bu insanlar da Libya halkına, Libya devrimine ve aynı şekilde Kaddafî’ye ihanet etti. İşte Libya’ya kimsenin tepki göstermemesinden cesaret alarak, şimdi aynısını Suriye’de de yapmayı umuyorlar.
Ne var ki bu o kadar da kolay olmayacaktır onlar için. Tabiî, Suriye’de gerçek bir dahilî darbe olmaması kaydıyla. Gelecekte ne olur bilemeyiz ancak bugün Suriye ordusu, güvenlik güçleri, seçkin birlikler ve tugaylar, Amerikan ajanı olmayan unsurların kontrolündedir. Burası açık.
Böyle olsa da, siyonist ve emperyalist güçler, belli bir süreç dahilinde Suriye’ye müdahale edebilecekleri bir fırsat görüyorlar bugün. Amerikan ordusunun, Irak’ta kendilerinin kurdurduğu hain Şiî hükümetin arzusu hilâfına, yâni bu yozlaşmış unsurlar hiç de istememesine rağmen Irak’ı terketmesi, bu Amerikan güçlerine başka bir iş için ihtiyaç duydukları içindir. “Hain Şiî hükümet” derken, Şiî oldukları için hain olduklarını kastediyor değilim. Çünkü Şiî olup da bizim tarafımızda olan bir Arab çoğunluk da vardır orada. Irak’ın yüzde 60 Şiî nüfusu çoğu böyledir. Benim kasdım, hem Şiî hem de hain olanlar...
Evet, Irak’tan ayrılan bu Amerikan güçleri, artık Suriye ve Lübnan için hazırlanmaktadırlar. Bu yüzden, çok ama çok dikkatli olmalıyız. Türkiye’deki kardeşlerimiz de, Türkiye’nin bu meseleye dahil olması yönündeki teşebbüslere derhal tepki göstermeli, güya Suriye’yi istikrara kavuşturma yollu işgüzarlıklara engel olmalıdırlar. Örnek olarak, Türkiye-Suriye sınırında üslenmiş Hür Suriye Ordusu hâdisesi böyle bir meseledir. Bu çok nâzik bir nokta.
Bu tarz tepkilerin de ötesinde, belki bazılarının “tabiata aykırı” diye düşünebilecekleri şekilde de olsa, Türkiye’de “millî bir ittifak” kurmanın vakti gelip çatmıştır!
Mustafa Kemal diye bir adam vardır. Bu adamın bir fazileti vardır. Ailesi, çevresi, şusu busunun maneviyatı ayrı mesele, bu adam yozlaşmış bir kişi değildir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir lider olarak, ziyâdesiyle İslâm karşıtıdır; doğru. Fakat herşeye rağmen, bugün bir bölge gücü olan Türkiye diye bir devlet vardır hayatta. Türk halkının ortaya koyduğu zorlu emek sâyesinde, bu Türkiye ekonomik de bir güçtür aynı zamanda.
Şimdi, sizin gibi, siz Güven Yılmaz, meslektaşlarınız, Kumandan Mirzabeyoğlu gibi vatansever unsurlar, aynı şekilde radikal soldaki vatansever unsurlar bir araya gelip,–dinî demiyorum!- stratejik bir millî ittifak tesis etmelidirler.
Hatta Atatürk taraftarı olan ve NATO-AB cenderesinde kalmak yerine, bunlardan kurtulup gerçekten bağımsız bir Türkiye kurmak isteyen milliyetçi ve lâik unsurlar da bulunmalıdır bu ittifak içinde.
Türkiye’ye tüm siyasî ve ekonomik bağımsızlığını kaybettirici ve onu Avrupa Merkez Bankası’nın Frankfurt’taki bankacılarıyla AB’nin Brüksel’deki bürokratlarının keyfine terkedici Avrupa Birliği’ni unutun! Türkiye Avrupa’ya yakın olmalı ama bağımlı olmamalıdır.
Yine, Bozkurtlar da olmalıdır bu millî ittifakın bünyesinde.
Kısacası, bağımsız ve güçlü bir Türkiye arzulayan herkes ama herkes bulunmalıdır bu ittifakın içinde. Hepsi bir araya gelip ortak bir program etrafında kenetlenmelidir. Bu millî ittifak, hükümeti ve meclisteki çoğunluğu teşkil eden, ne var ki hem İslâmın hem de bölge milletlerinin çıkarına ters biçimde ikiyüzlü bir çizgi takib eden unsurların empoze etmek istediği politikaları engellemelidir.
Güçlü bir Türkiye arzu ediyoruz ve bu husus son derece önemlidir. Ekonomik bakımdan Çin ve Rusya’yla da –ki Stalin Rusya’sının bağımsız bir Türkiye kurması yönünde Atatürk’e izin verdiği hiç ama hiç unutulmamalıdır!- ittifak kurulmalı, tarihten gelen birtakım tuzaklara düşülmemelidir. Aynı şekilde, Venezüella, Küba ve diğerleriyle de ittifak kurulmalı ve insanlığın düşmanı Amerikan emperyalizmini, Anglo-Sakson müttefiklerini ve siyonizmi hep birlikte etkisiz hâle getirmelidirler.
Ve yine, Türkiye bir ân önce kendi iç meselelerini de bir çözüme kavuşturmalı ve “iki çeşit Türkiye” şeklindeki bölünmüşlükten derhal kurtulmalıdır.
İster sağdan ister soldan Türkiye’yi seven herkes, hattâ ülkesini seven Sabetayist kökenli olanlar bile bu kenetlenmeye katılmalıdır. Sabetayistlerin hepsi hain değildir. Kemal Atatürk de bir Sabetayisttir meselâ ama gerçek bir milliyetçidir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de babasıdır. Bunu teslim etmeliyiz.
Kimi savaş sahasında ölen, kimi infaz edilen, kimi sürgüne giden, kimi yıllardır cezaevinde olan gerillalar da bu ortak program etrafındaki yerini almalıdır. Böylelikle ve herşeyden önce, Türkiye kendi iç barışını sağlamalıdır. Ancak böylelikle yabancı güçlerden, yabancı işgalcilerden kurtulacaktır Türkiye. Kültürel ve tarihî hakları tanındıktan sonra, Kürdler Türkiye için artık bir tehdit olmayacaktır. Kürd bağımsızlığı fikri hiç de gerçekçi değildir çünkü. Kürdler, bu aslî haklarını almak için savaşmak yerine, sözünü ettiğim millî ittifak bünyesinde ve o büyük Türkiye için savaşmalıdır.
Irak Kürdistanı’nda İsrail üslerinin işi nedir, değil mi? Oradaki Kürdleri haklarını almak için savaşmak ve tasvib etmesek de İsrail’e yaslanmak zorunda bırakmak mantıklı mıdır?
Yine böyle bir Türkiye, Suriye’nin mevcud hükümetiyle uyum içinde çalışmalı, komşusunu istikrara ve oradaki tüm azınlıkları haklarına kavuşturmaya yardımcı olmalıdır.
Kısacası Türkiye, böyle bir millî ittifak kurarak yeniden bağımsızlığını kazanmalı, o eski muhteşem gücüne yeniden kavuşmalı ve bu büyük tarihî misyonuna nazaran şimdiki küçük mezhebî, etnik, ideolojik aykırılık noktaları üzerinde kendi içinde çatışmaya hemen bir son vermelidir. Ne bizler ne de başkaları eski yanlışlar üzerinde ısrar etmelidir.
Tüm bunlar bence mümkündür ve hiç de hayâl değildir. Bizim atom bombamız yok. Onlarınsa herşeyleri var. Fakat korku içinde, dehşet içinde yaşayanlar da onlardır. Bizi teröristlikle suçluyorlar ama tarihin gördüğü en büyük teröristler de yine onlardır!
Evet, ülkesini seven ve Allahtan korkan herkes ne yapıp edip bir araya gelmelidir. Fırsatçı bir sâikle değil, gerçekçi bir şekilde, İslâmın ruhuna uygun bir hedefle!
Değil mi, ne işi var Amerikalıların Harameyn’de? Ne işi var Amerikan hava üslerinin Türkiye’de? Aklımızı başımıza devşirmeli ve bunlara bir son vermeliyiz. Fitne çıkarma değil, fitneye karşı savaşma vaktidir!
Allahü Ekber.
 
7 Ocak 2012
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan