Sene 1921, ilk Anayasa ilân ediliyor ve devletin dini, tıpkı milletin de olduğu gibi İslâm.
Sene 1922, Lozan’da, devletin maddî, milletin ise dini, maneviyatı, ahlakiyle beraber devlet ricalinin yola çıktığı kalpakları da masada bırakılarak, bundan sonrasında ruhumuzu kurutmak üzere estirilecek sam yelinin emaresi olan melon şapkalarla dönülüyor.
...aynı sene, saltanat kaldırıldı.
Sene 1923, din-i İslâm adına kazanılan savaşın neticesi olarak Lozan’da mağlubiyet ve manevî teslimiyet anlaşması imzalandı.
Sene 1923, üçüncü dönem İstiklâl Mahkemeleri kuruldu ve Lozan Barış Anlaşması gereği olarak milletimizin dini, kültürü, ahlâkı dar ağaçlarında sallandırılarak idam edilmek istendi.
Sene 1924, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir diyerek, milletin hâkimiyet hakkı gasp edildi.
...aynı sene, İslâm Âlemini bir sancak altında toplayan dinî ve siyasî devletler üstü müessese olan hilâfet kaldırıldı.
...aynı sene öğretim birleştirildi.
...aynı sene İslâm hukukuyla beraber Şeriyye Mahkemeleri kapatıldı ve batı hukukuna geçildi.
Sene 1925, çıkartılan kılık kıyafet kanunuyla, belki de insanlık tarihinde ilk kez bir devlet milletine kültür emperyalizmini bizzat kendi eli ve kurmuş olduğu İstiklâl Mahkemeleri vesilesiyle tatbik etti. 1934’e kadar bu “yenilik”ler sürdü.
Sene 1926, İslâm’ı ve İslâm’ın üstünlüğünü anlamaktan aciz hem devleti hem de milleti Batılılara peşkeş çeken küfür soyunca İsviçre’den kopyalanan medenî kanun Türkiye’ye yapıştırıldı. 
Sene 1928, “devletin dini İslâm’dır” ibaresi anayasadan çıkartıldı.
...aynı sene İslâm harfleri kaldırıldı ve yerine Latin harfleri getirildi.
Sene 1931, Türk Tarih Kurumu kuruldu ve sistemli bir şekilde bir milletin tarih şuurunun ırzına geçildi.
Sene 1932, Ezan-ı Muhammedî, Kur’an Tekbir ve Kamet Türkçe okunmaya başlandı. Esasını okuyanlar cezalandırıldı.
...aynı sene kurulan Türk Dil Kurumu ile beraber İslâm’ı hatırlatan kelimelerin yerine soysuz sopsuz “sözcükler” alınarak dilimiz piçleştirildi.
Sene 1933, yapılan Üniversite Reformuyla memleketin akademileri Yahudi’nin emrine tahsis edildi.
Sene 1934, soyadı kanununun maksadlı bir şekilde uygulanışıyla hem nesebi gayri sahihlerle, yani piçlerle gerçek ülke evladlarının ayrıştırılması imkânsız hale getirildi hem de büyük ailelerin dağıtılmasında ilk adım atıldı.
Sene 1960, askerî darbe. (Hâkimiyet milletin ya hani...)
Sene 1962, Kuvvetler Ayrılığı adı altında devlet mekanizmasındaki ahenk tahrip edilmiş ve yönetim demek tevhit demekken, Hristiyan inancındakine benzer bir teslis uygulamaya konmuştur.
Sene 1971, 12 Mart Muhtırası.
Sene 1980, askerî darbe...
Sene 1997, 28 Şubat post modern askerî darbe.
Sene 2007, 27 Nisan E-Muhtırası.
Aradan geçen senelerde Balyoz, Ergenekon, Cemaat ve daha bir sürü operasyon... (Hâkimiyet milletin ya hani)
***
Peki tüm bunlar oldu da, bir asra yakın zaman diliminde milletimize neler oldu. Neticeleri bakımından ele alacak olursak:
Sokaklarda “ben ibneyim” pankartı taşıyan tipler mi türemedi, “istediğimin altına yatarım” pankartı taşıyan kadınlar mı görmedik, polis kontrol noktasından soyunup geçmeye kalkanlar mı olmadı? Hadi bunlar marjinal... Her gün onlarca çocuğun kız erkek demeden başka bir ülke de mi ırzına geçiliyor? Onlarca kadın aynı bu lâik ülkede boğazlanmıyor mu? Cemiyet darmadağın bir hâle başka bir ülkede mi geldi? Bu saydığımız kötülüklerin müsebbibleri arasında yer alan alkol, uyuşturucu, fuhuş, kumar bizzat devlet kontrolünde ve vergi altında değil mi? Devlet ehramı bu memlekette tepetaklak edilmiş vaziyette değil mi? Bu ülke değil mi millî sanayisi, ekonomisi, kültürü, ahlâkı, şuuru olmayan. Bunlar şeriatla yönetilen, anayasında “dini İslâm’dır” yazan ve öyle de yaşayan bir memlekette olmuyor herhâlde değil mi?
***
Bir kere, İslâm hukukunun işletilmediği bir memlekette Müslüman Müslümanlığını falan yaşayamaz; ya Müslüman-mış gibi yaşar, ya da Müslüman gibi yaşamanın kavgasını verir. Bunun bir arası olamaz. Sizin lâiklik dediğiniz de, lâiklik dediğinizin neticeleri de yukarıda. Devlet ile milletin arasında nifak sokmaktan tutun da, hakiki bir birlikteliğin tesis edilmesinin önündeki engel de, yaygınlaşan dinsizliğin de kaynağı budur. Kimse kimseye maval okumaya kalkmasın.
Devlet, cemiyetin tesis ettiği en büyük müessesedir ve bu devlet, rejiminin tarif ve meşruiyetini GERÇEKTEN hak ve halktan almadığı ve kendi kendine bir meşruiyet tarifi yaptığı müddetçe, değil üç tane, 23 tane daha İstiklâl Mahkemesi kursanız milletin zihninde o rejimi meşrulaştıramazsınız.
Tıpkı tek bir fert gibi dini, anlayışı, kültürü, ahlâkı, şuuru, hayat tarzı ve topyekûn bu meselelerin “nasıl” ve “niçin”ine yanıt verecek ideolojisi olmayan devletler, sıradan kalmaya, sömürülmeye, yönlendirilmeye, manipüle edilmeye, kandırılmaya, ezilmeye, hor görülmeye, kapılarda bekletilmeye ve hepsinden de esaslısı, kendi kendisini kandırmaya ve bir hayal dünyasında yaşamaya mahkûmdur.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’sında, sanki mukaddes kitaptan bir ayet-i kerime gibi “değiştirilemez” hükmüyle korunan “Lâiklik” ve lâikler bu kavgayı kaybedecekler ve mutlak bir şekilde değiştirilemeyen ayet-i kerimenin dini İslâm ve ona inanan Müslümanlar mutlaka ama mutlaka bu kavgadan Mutlak Galib’in izniyle galib ayrılacaklar.
Tarafınızı seçin ve telifi bize ait olduğu üzere, bu kavgada taraf olmayanın bertaraf olacağını da sakın ha unutmayın!

Baran Dergisi 486. Sayı