Gün geçmiyor ki Türkiye'ye, Müslüman Anadolu İnsanı'na karşı kurulmuş bir tezgâh konuşulmasın, deşifre edilmesin, gündeme gelmesin. Siyonist'inden Mason'una, Mossad'ından CIA'ine, Avrupa Birliği'nden Gladio'suna kadar pek çok tezgâh gün ışığına çıkartılıyor, deşifre ediliyor, hakkında konuşuluyor. Peki, bizim içimizde görünen, adı her ne olursa olsun; çıkarlarını yukarıda sıraladığımız şebekelerin çıkarlarında arayanlar, onların menfaatlerini bizim âli menfaatlerimizin üzerinde görenler ve ihanet etmekten başka marifeti olmayanlar olmasa, "yedi iklime nizam veren" biz, bu hâlde olur muyduk hiç?

Geçtiğimiz günlerde Habertürk Televizyonunda yayınlanan "Öteki Gündem" adlı programın Vatikan ve Papa başlıklı bölümüne konuk olan Aytunç Altındal, 90'lı yıllarda, Necmettin Erbakan'a hazırladığı dosyadaki başlıklardan birisi olan "Gizli Kardinal" bahsini yeniden gündeme getirdi. Biz de bahsi geçen "Gizli Kardinal"den yola çıkarak içimizdeki hainlerden bahsetmek istedik. Bu yazıda da içimizdekilerden falanca veyahut filanca haindir diyerek, meseleyi üç beş kişinin etrafında düğümleyip ihanetin önünü açmak muradında değiliz. Bu haseble ihanetin tarifini yapmaya gayret edeceğiz ki; maşalar, hainler ve çıkar zümrelerinin ibresi her nereyi gösterirse göstersin, "hain" olan fosforlu kalemle işaretlenmiş gibi içimizde en çirkin renkte ışıldasın, insanımızın yolunu-istikametini şaşırtamasın!

Müslüman Anadolu İnsanı derken bile nasıl da buram buram İslâm kokuyor değil mi? Koku, müşahhas mânâsı yanında ruhî bir mefhumu tesbit etmek adına kullanılacak olursa; hainlerin ihanet yuvasına çevirdikleri İslâm diyarı olan Anadolu'dan, buram buram "eskimez, solmaz, pörsümez yeni" olan İslâm hâlen tütmektedir. İslâm'ın dumanı tütmektedir tütmesine de, ya gönülleri tutuşturarak kendi toplumundan başlayarak dalga dalga dört bir tarafı merhamet, adalet ve saadet yangınıyla tutuşturan büyük yangın nerede? 

Batılı, ateşimizin küllendiğini fark ettiği "Viyana Bozgunu"ndan beri, bu ateşi tamamen söndürmek ve kendisinin kokmuş, çürümüş nizamını biz inananlara tatbik etmek sevdasıyla 500 yıldır elinden geleni ardına koymadı. Evvelâ emellerini cebret tatbik etmeye kalktılar; İslâm'ın ışıldayan keskin kılıcı karşısında muvaffak olamayacaklarını tez vakitte tecrübe ettiler. Bu yöntem ihtimâl dairesinden ayrıldıktan sonra, en iyi bildikleri yöntem olan kahpeliğe, içeriden fitneciliğe başvurdular. Devlet-i Aliyye, kendi handikapları ve Batı adamının meşhur olmuş "Bizans Oyunları"na rağmen Birinci Dünya Harbi'ne kadar dayandı. Hatta Üstad Necib Fazıl'dan öğrendiğimize göre ("Büyük Doğu" politikasının da tohumlarıdır) Ulu Hakan Abdülhamîd Hân tarafından neredeyse yeniden ayağa kaldırılacaktı fakat olmadı. Birinci Dünya Harbi'yle birlikte Devlet-i Aliyye ve dolayısıyla gönüllerde küllenmeye yüz tutmuş iman ateşi etrafa saçıldı. Batının Ayasofya'sını elinden alan, Kudüs'e hakim olan, Roma'yı titreten, ümmeti bir sancak altında bir araya getiren Devlet-i Aliyye ortadan kaldırıldı. Bundan sonra Batılı'nın biricik gayesi yeniden bu ateşin bir araya gelmesine mani olmaktı. 

Özellikle İngilizlerin bölgede yıllarca yaptıkları sosyolojik çalışmalar ve Birinci Dünya Harbi esnasında sönmüş dedikleri ateşin bile cebhedeki muhteşem yakıcılığı, onları fiilî işgâlden alıkoydu. Bundan sonra açılan perdede "Bizans Sarayları"nı bile kıskandıracak oyunlar, yani "20. yüzyıl siyaseti" icra edilmeye başlandı.

20. yüzyıl siyaseti, fiilî işgâl gerçekleştirilmesi veyahut işgâlin kalıcılığının mümkün olmadığı memleketlerde içeriden hain devşirilerek, memleketlerin istenen şekilde biçimlendirilmesini sağlamak üzere bina edildi.

Bu siyaset gereğidir ki; Türkiye'nin kuruluş safhaları ve izleyeceği yol haritası küfrün bizzat kendi eliyle değil de, içerideki ihanet şebekeleri vasıtasıyla Müslüman Anadolu İnsanına tatbik edildi. Batının içerideki ihanet şebekesinden şiddetle taleb ettiği en temel husus ise, Müslüman Anadolu İnsanının varlık kaynağı olan İslâm'dan ve İslâm'ın renklendirdiği aksiyoner ve hakim mizacından tecrid edilmesiydi. 

İlk olarak İstiklâl Mahkemeleri kuruldu; İslâm'ın renginin toplumdan silinebilmesi için çıkartılan kanunlar, bu mahkemeler vasıtasıyla insanımıza tatbik edilmeye çalışıldı. İslâm Sancağı yüzyıllardır dalgalandığı burçtan indirildi, Kılık Kıyafet İnkılâbı ile Batılılara benzetildik, Harf İnkılâbıyla soysuzlaştırıldık, Medenî Kanun ile piç edildik, Demokrasiyle geriya kalan ne varsa hepsini kaybettik...

İnancını ve iman hürriyetini cana minnet bilen insanımız, bu dönemde bir süreliğine geri çekilse de içindeki zayıf ateşi muhafaza etmeyi bildi, ta ki Üstad Necib Fazıl bu ateşi yeniden üfleyerek tutuşturuncaya kadar...

İlk toparlanma alâmetleri belirince Demokrat Partiye karşı içerideki hainlerce darbe tertib edildi. Darbenin sonunda asılan Adnan Menderes oldu, onunla beraber ipte sallanan birisi daha vardı, inananların ümitleri...

Geçen yıllarda inananlar toparlanmaya, ihanet zümreleriyse güçlenmeye ve yöntemlerini geliştirmeye devam ettiler. Üstad Necib Fazıl'ın, İslâm İhtilâl'i ve İnkılâbı'na olan sarsılmaz inancı da bu demlerde ilk meyvesini verdi. Kendisinin "500 Yıldır Beklenen Fikir Adamı" diye nitelediği fikir ve aksiyon devi Kumandan Salih Mirzabeyoğlu buluştular.

Bu demlerde Batılılar, Demokrat Parti döneminde Üstad Necib Fazıl'ın başlarına açtığı işi yeniden yaşamamak adına organizasyon yapılarını da yenilediler. Yalnızca memleket içinden değil, İslâmî hareketler içerisinde de adam devşirmeye ve İslâmî olanı sulandırma gayretkeşliğine giriştiler...

Salih Mirzabeyoğlu, İslâm'ı eşya ve hadiselere tatbik etmek adına Yürüyen Büyük Doğu-İBDA fikir ve aksiyon hamlesini başlattı. 1980 darbesinin hemen akabinde yeşeren bu hareket de dışarıdan yapılacak müdahalelerle kurutulamayacak derecede köklü bir hareketti ve iş işten geçmeden evvel önü alınması gerekiyordu. 

İBDA hareketi işe, cüzzamlı suratlara takılı İslâm maskelerini düşürerek başladı. Müslümanları kandırarak, Batılı Efendileri çıkarında bir koyunmuşçasına güden İslâmî (!) hareketler deşifre edildi. İBDA hareketi de 90'lı yıllarda karşılığını toplumun tüm kesimlerinde bulmaya başladı. İslâm'a ve "yaşanmaya değer hayata" susamış olan Müslüman Anadolu İnsanı İBDA sancağı altında buluşmaya başladı. 

Müslümanların içindeki hainlerin deşifre edilmesi Batılılara yeniden İstiklâl Mahkemelerini işaret etti ve böylelikle ikinci İstiklâl Mahkemeleri dönemi olarak 28 Şubat süreci başlamış oldu. Batılı,  İslâm'ı Anadolu topraklarından söküp atmaya bu sefer katî suretle kararlıydı. Asker, medya, siyaset ve bürokrasi içerisindeki gönüllü ihanet şebekelerini görevlendirerek büyük bir Müslüman kıyımıyla Müslümanların belini bir daha doğrulamayacak şekilde kırmayı tasarladı.

Her hesabın üzerinde Allah'ın hesabının olması hasebiyle evdeki hesab Anadolu'da sökmedi. İBDA Mimarı ve erlerinin tutuklu bulundukları Metris Cezaevinden yaptıkları "1999 Kurtuluş Yılı" çıkışı, pabucun ne denli pahallı olduğunu gösterdi ve ne Batılı, ne de gönüllü ihanet şebekeleri planlarında muvaffak olamadılar. 

Başarısızlığın faturası, 80 yıldır efendisinin hizmetine amade olan Kemalistlere kesildi. Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlar ile sahadaki elemanların neredeyse tamamı tasfiye edildi. Onların yerine de cüzzamlı suratlarını Müslüman maskesi altında gizleyen, Batılı Efendilerinin verecekleri emirleri tatbik etmek için sırada bekleyen yeni hainler göreve getirildi. 

Bunlar İslâm'ın merhamet kılıcı olan cihadı terör diye niteler, İslâm'ı sekülerleştirmeye çalışırlar, mücahitleri kötülerler. Bu Müslüman kılıklı kardinaller, paçaları sıkışınca da kapağı yurt dışına atarlar...

Gizli Kardinal'in vazifesi, Anadolu'daki İslâm'ı sulandırmak, temel hakikatlerini hokkabaz maharetiyle kalblerden çalmak ve geriye posa hüviyetinde insan leşleri bırakmak. Bu vazifeye kendilerini adamış olanların diğer kesimleri de yazımızın başında sıraladık. Bir hakikat var, altı çizilmesi, ısrarla bahsedilmesi gereken bir hakikat; tüm bu kesimlerin, bizim kendi içimizdeki uzuvları, yani hainler, yani satılmışlar, yani gönüllü uşakları olmasa, asla ama asla bu Mübarek Anadolu topraklarından bir yaprak bile aşırıp götürmeye cüret edemezler.

Müslüman Anadolu bünyesinde kangren olmuş uzuv hüviyetindeki fitne ve ihanet mihrakları kesilip atılmadığı sürece Batıya karşı İslâmî bir mücadele vermek asla söz konusu olmayacaktır. Kangren olan uzuvlar kesilip atılmadıkça, İslâm ve onun istikametini tayin ettiği hakimiyet ve aksiyon gibi temel mizaç hususiyetlerimizin üzerindeki ölü toprağından silkinmedikçe; ne Gizli Kardinaller, ne Siyonistler, ne de bu ikisiyle beraber bütün zıt mânâları bünyesinde birleştiren Batı'nın hesablarından kendimizi kurtaramayız. 

 Biz bu ihanet şebekelerini, içimizdeki (!) Gizli Kardinali ve bununla beraber Batılı Efendilerinin bütün uşaklarını kesim kesim, isim isim, liste liste biliyoruz...

"uşaklık eskimedi eskimesine
kölelik eskimedi eskimesine
"aşkta", "bağlılıkta", "yiğitlikte"...
sürüyor; sürecek zaman sahnesinde
iyi ve kötünün başlayan savaşı
ve zafer mutlak iyinin
bu dünya ve ötesinde " 

(Salih Mirzabeyoğlu -
 Aydınlık Savaşçıları-Moro Destanı)

BARAN DERGİSİ 322. SAYI (14.03.2013)